Haberin Kapısı
2022-10-05 12:02:39

​Cihan Hükümdarını Huzura Kabul Etmeyen Şeyh

Sabri Gültekin

halilsivasi@yahoo.com 05 Ekim 2022, 12:02

Bizim medeniyetimizde mezar taşları sadece kimlik bilgilerinin yer aldığı bir vesika değildir. Sanat eseri özelliği taşıyan üzerlerindeki kabartmalar, motifler, oymalar, kitabeler ve yazılarla tarihe ışık tutan abidevî şaheserlerdir. Bezemeleriyle, şekilleriyle, yazı çeşitleriyle, manzum ve mensur metinleriyle, kadın ve erkeğe dair toplumsal, ekonomik, zihinsel, kültürel, siyasî olgulara dairmim koyulduğu tarihi belgelerdir.

Medeniyetimizin tapu kayıtları olan mezar taşları, herkesin bir gün fani olacağının simge ve sembolüdür. Açık hava müzelerini andıran mezar taşları ve mezarlıklarımız, geçmişimizle kurduğumuz köprünün en önemli ayaklarından biridir. Dahası milletlerin hafızasıdır. Hafızalarını kaybeden milletler; şahsiyetlerini, geçmişle bağlarını, kısacası kimliklerini kaybetmeye mahkûmdur. İstanbul’un fethinde sokak muharebeleri sırasında şehid düşen fetih askerlerinin kabirleri de, İstanbul şehrinin içinde açan cennet bahçeleri gibi şehrin kalabalığı içinde sokakların, caddelerin, evlerin arasına serpilmiş gibidir.

Bu şehir-i İstanbul ki gülden mülhem; en çok da kabirde yatanları. Ne söylesek, ne kadar anlarsak az. Az kalır anlattıklarımız; cehaletimizi yine onlar örter, eksik kaldığımızda. İmdadımıza yetişirler kelimeler gönlümüzde sıkışıp, dilimizde düğümlendiğinde.

Mezar taşları geçmişten geleceğe “Hiç şüphesiz her nefis ölümü tadacaktır. Biz insanları bir imtihan olarak iyilikle de, kötülükle de sınıyoruz. Sonra bize döndürülecekseniz”i fısıldar sessizce. Makamların, malların önünüze serilen geçici güzelliklerin eşliğinde. Sevilecek kadar sevmeyi öğütler, gök kubbenin altında, berzah âleminde iki kapılı handan geçenler.

Yeni bir âlemden ibaret her şey burada; gözlerin göremediği, herkesin erişemediği bir makam. Hiçbir kulağın duyamadığı, hiçbir nefsin tadamadığı, sadece amellerin hissettiği meydan. Malın, mülkün para etmediği, gurbetin sona erdiği mekân. Saatlerin ebediyen durduğu, küçük hesapların dürülüp, büyük hesabın önümüze serildiği sonsuzluk yurdu. Madem böyle, neden vefadan âzâd ederiz ruhlarımızı, neden?!..

Vefa; âşığın mâşukuna, davaadamınındavasınabütünzorluklararağmensâdıkkalabilmesidir.Vefa; sevgide bıkkınlık göstermemek, ihtiyaç halinde “Hızır gibi yetişebilmek”tir. Vefa;dikenlere direnerek, dost ikliminde boy atan gül olmaktır. Vefa; aşktır. Aşk vefa, vefa ise iman ister.

***

VEFA, VEFASIZLIK KURBANI!..

Vefa Caddesi’nde ilerlerken hayıflanıyoruz. Semt, sanki vefasızlıkların semti olmuş. Tarihimize dair ne varsa sendelemiş, kalkmak için vefalı birilerini arıyor; Şeyh Ebûl Vefâ gibi birini. Çaresizlik içinde vefanın merkezine, gönüllerin menziline Şeyh Ebûl Vefâ Hazretlerine yürüyoruz. Arkada bıraktığımız her adımda, “Ölülerine kıymet vermeyenler, dirilerine sahip çıkamazlar” düsturu Vefa semtinde ne kadar da az hissettiriyor kendini.

Bir mekâna, o mekânın içinde yeniden diriliş gününü bekleyenlerin makamına dalıyoruz. Korkuyor insan, ulu bir makama avdet etmenin taaccübü içinde. Kolay mı, İstanbul’u fetheden kumandanın destur alıp giremediği huzura elini kolunu sallayarak girebilmek. Kolay mı, ilim ve gönül deryası Şeyh Ebûl Vefâ’nın ruhaniyetine kırık dökük cümlelerle dua edebilmek. Kolay mı, Muslihuddîn Ebûl Vefâ’nın sırlarına vâkıf olabilmek.

Dua âleminde geziniyor, veliler topluluğunu ziyarete gelenler. Gözler yaşlı, gönüller gâmlı. Havayı bir misk-i amber kaplıyor, öne düşen başları bir pîr-i fâni okşuyor. Anlat diyor, türbedara; ziyaretimize gelenlere ikrâm et bize dair bildiklerini.

“Muslihuddîn Ebû lVefâ, mânâ ehlinin, evliyânın uyduğu kimsedir, / Mezarının toprağı, âşıkların gözlerine sürmedir”beyitinin yazılı olduğu pencereden sızan hüzme eşliğinde sararmış sayfalar birer birer açılıyor. Dünya durdukça asla silinmeyecek cümleler aniden canlanıp “hayat sahnesi”nde perde diyor.

*

BU ŞEHRİN MÂNEVİ FETİHLERE DE İHTİYACI VAR

İstanbul önlerinde bir genç hükümdar, “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni” diyor. Diğer ilim ve mâneviyat önderleri gibi EbûlVefâ da bu genç kumandanın arkasından yürüyor. Fetih gerçekleşiyor, “İstanbul elbet feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur” müjdesine nail olunuyor. EbûlVefâ yol hazırlıklarına başlıyor, fakat eline bir rica mektubu tutuşturuluyor: “Gitme, kal; bu şehrin mânevi fetihlere de ihtiyacı var.” Gönüller Sultanı, İstanbul’un Sultanını kıramıyor. Rumların yoğun olduğu semte dergâhını kuruyor. Her inançtan, her seviyeden insana kapılarını açıyor, iyilikte ve ikramda asla geri durmuyor. Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapmaksızın herkese tebliğ mükellefiyetini Peygamber üslubuyla yerine getiriyor. Sâde yaşamı, yardım severliği, hoş sohbeti; gönüllerde taht kurmasını sağlıyor.

CİHAN SULTANI HUZUR ARIYOR

Bütün bunlar yaşanırken, İstanbul’un fatihi Sultan Mehmed Han mânâ önderlerinin sohbetlerinde huzur arıyor. Akşemseddin, Molla Gürani ve Molla Zeyrek’in ilim meclislerinde ruhunu doyurmaya çalışıyor. Bunlar yetmiyor, gönlüne Şeyh Ebûl Vefâ koru düşüyor. Adına külliye yaptırıyor.

[Bazı kaynaklarda Şeyh Ebûl Vefâ Külliyesi’nin tamamının Sultân Bâyezîd-i Velî tarafından yaptırıldığı ifade edilse de, Evliyâ Çelebî, Seyahatnâme’sinin birinci cildinde, “Bu câmi’i-i selâtîniEbu’l-Feth Sultan Muhammed binâ etmişdür. Bir tabaka minaresi, haremi, medresesi ve imâreti ve hammamı vardır” ifadesi kullanmıştır. Buradaki hankâh ve medrese, cami, imâret, hamam, çeşme, çilehâne Zeyniyye tarikatı meşâyihinden Şeyh Vefâ Muslihuddîn Mustafa için yaptırılmıştır. Ayrıca bu bilgilere Fatih Vakfiyesi’nde de yer verilmiştir. Fakat bir sıra taş üç sıra tuğla ile inşa edilmiş kirpi saçaklı, ahşap çatılı türbenin Şeyh Ebûl Vefâ vefatının akabinde Sultan Bâyezîd-i Velî tarafından yaptırıldığı kesindir. Şeyh Vefâhankâh ve medresesinin ise, 2. Bayezîd devri eseri olduğu bazı kaynakta ifade edilmektedir.]

Fatih Sultan Mehmed, Şems’in Mevlânâ’yı yakması gibi yanıyor. Bu muhabbetten haberdar olan Şeyh Ebûl Vefâ, Fatih’e karşı büyük bir sevgi besliyor. Yüzünü bir kere dahi görmemesine rağmen, ona geceler boyu dualar ediyor. Ortaçağ’ı kapatıp, Yeniçağ’ı açan genç Sultan’ı güçlü tasarrufu ile kuşatıp, onamanevizırholuyor.CihanSultanıFatihhimmetiniiliklerinekadarhissettiren, rüyâlarını süsleyen bu velinin hasretine dayanamayıp ziyarete etmeye karar veriyor.

FATİH, ŞEYH EBÛL VEFÂ’YI AĞLATIYOR

Yanına muhafızları ve lâlası Zağanos Paşa’yı da alarak Şeyh EbûlVefâ’yı ziyarete gidiyor. Muhafızlar, şeyhin müridlerine hünkârın dergâhın önünde olduğunu haber veriyor. Şeyh EbûlVefâ Hazretleri, kapısına kadar gelen hasretlisiyle görüşmeyeceğini bildiriyor.

Müridler şaşkın bir vaziyette huzurdan ayrılıp, dergâhın önünde beklemekte olan misafirlere ulaşıyor. Karşılarında sanki Cihan Sultanı değil; şeyhine teslim olmaya gelmiş bir derviş duruyor. Bütün rütbe ve makamlardan arınmış, el bağlayıp boyun bükmüş içerden gelecek daveti bekliyor. Müridler, bu tablo karşısında diyeceklerini şaşırıyor. Fakat ârif olan anlıyor ve Zağanos Paşa’ya dönüyor:“Gördünmü lâla, kiminin bizim huzuru muzaliyakati yetmezken, bizim gönül padişahının huzuruna liyakatimiz yetmez. Lâyık oluncaya kadar beklemekten başka çaremiz yok.”

İstanbul’un aşılamayan surlarını aşan, çağ kapatıp çağ açan cihan padişahı; gönüller sultanının kapısının önünden azarlanmış bir çocuk gibi geri dönüyor.

Müridler dayanamayıp, hakikatı öğrenmek için destur alıp şeyhinin huzuruna varıyor. Başlarını kaldırıp baktıklarında, şeyhlerinin gözyaşlarının yanaklarından süzüldüğünü görüyor. Müridler yeni bir şaşkınlık daha yaşıyor; hem padişahı dergâha kabul etmeyip, hem de gözyaşı akıtmasına anlam veremiyor.

EbûlVefâ Hazretleri müridlerine durumu şöyle açıklıyor:“Mesuliyetten korktum. Mizacı istikametinde dervişliği meyledip devlet işlerini gözardı eder endişesine kapıldım. Âleme gönül sultanları kadar, cihan sultanları da lâzımdır. Bilmezsiniz, benim ona meylim, onun bana ihtiyacı o derece fazladır ki, bir an birbirimizi görecek olsak; o benden ayrılmak istemeyecek, ben de ondan. İşte bu yüzden onunla görüşmek istemedim.”

AYRILIK MUSALLA TAŞINDA SON BULUYOR

Bu birbirini sevenlerin ayrılığı 3 Mayıs 1481’e kadar devam ediyor. Ve birbirini Allah için seven iki dost bir musalla taşının önünde buluşuyor. Artık onların buluşmalarını engelleyecek bir korku da bulunmuyor. Cihan Sultanı musalla taşında, Şeyh Muslihiddin Ebûl Vefâ Hazretleri sevdiğinin başında sonsuzluk âleminde buluşmak üzere helalleşiyor. Dergâhındaki çile hânesine çekiliyor.

Türbedar ikramını bitiriyor. Ve biraz önce açılan perdeler yavaşça kapanıyor.

[Şeyh EbûlVefâ Hazretleri bazı tasavvufî hususlara sıkı sıkıya riayet ettiğinden yaşadığı dönemin Padişahlarıyla görüşmemiş. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmed kendisiyle görüşmek istediğinde reddetmiştir. Daha sonra göreve gelen Sultan 2. Bayezîd ile de görüşmemiştir. Vefatında Sultan Bâyezîd-i Velî cenazesine katılmış, yüzünü görmek için ısrar edince, yüzü açılmıştır. Dolayısıyla Şeyh Ebûl Vefâ Hazretleri’nin yüzünü ancak vefatından sonra görebilmiştir.]

KİM DER Kİ, BU KAPIDA CİHAN SULTANI BEKLEDİ!..

Çilehânenin önünden geçerken, gönüller sultanı Şeyh EbûlVefâ Hazretleri kendini ne kadar da derinden hissettiriyor. Dünyalık ne istese altın tepside sunulmak üzere kapının önünde âmâde duruyor. Fakat bütün şaşaalardan yüz çevirip, önümüzde duran birkaç metrekarelik çile hâneyle yetiniyor.

Şimdiki insanlar ise o kadar açgözlü, o kadar vefâsız, o kadar tamahkârki; doymuyor. Her tarafta lanedilmiş, her taraf köhne, her taraf izbe.Kim der ki, bu kapıda Fatih bekledi. Kim der ki, Şeyh Ebûl Vefâ kapısına gelmiş hünkârı huzura kabul etmedi.

BU ESERLER NESİLDEN NESİLE AKTARILMALI

Fatih Sultan Mehmed’in beklediği kapının yanındayız. Her şey yıkılmış, hasarlı da olsa o kapı dimdik ayaktaydı. İçeride Gönüller Sultanı, dışarıda Cihan Sultanı’nın beklediği kapının yıpranmışkilit taşı yıllarca“ha düştü, ha düşecek” pozisyonunda kaldı. Mâziden âtiye taşıdığı hatırâları tekrar tekrar anlatmak içindireniyordu ki; vefalı bir el uzanmayınca daha fazla dayanamayıp geçtiğimiz günlerde kilit taşıyla birlikte diğer taşlar da yerle yeksân oldu.

Bu tür yıkımlara seyirci kalmak en hafif tâbirler tarihimize, kültürümüze, sanatımıza dahası medeniyetimize vefâsızlıktır. Başka ülkelerde olsa bu simge yapı cam fânûs içine alır, hâtırası nesilden nesile aktarılırdı. Fakat vefasızlık iklimine teslim olmuşların vurdumduymazlığı yüzünden medeniyetimizin simgeleri birer birer eksiliyor.

[1785 tarihini taşıyan tecdîd kitabesi medresenin harap haldeki kapısı üzerinde yakın zamana kadar asılıymış. Fakat 2008 yılının Aralık ayında yağan şiddetli bir yağmur sonucu yere düşüp, parçalara ayrılmış. Akabinde Vakıflar tarafından muhafazaya alınmış. Bu manzum kitâbede şu ifadeler yer alıyormuş:

“Hazret-i Şeyh Vefâmürşid-i ashâb-ı safâ,

Hâce-i Fâtih iken ya’ni o zât-ı yektâ,

Sevk idüpfâtih’i bu câmi’ ve bu hânkahı,

Eylemişler o zamân himmet ile tarh u binâ,

Hücreler olmışikensûhte-i ihrâk yine,

Himmet-i şâh Hamîd Hân ile oldıihyâ,

Düşdi dört beytletârîhRefî’â el-Hakk,

Ne güzel medrese hem tekye-i erbâb-ı Vefâ.”

1792 kayıtlarında 16 hücresi olan medrese zaman içinde bakımsızlık ve doğal sebeplerle yıkılmış, Âtıf Efendi Kütüphanesi’nin arka tarafına düşen imâret ise harabeye dönüşmüş.Daha sonraki dönemlerde medrese hücreleri yangın sonucu büyük zarar görmüş, 1870 yılında cami ile medrese tekrar tamir edilmiş. İlerleyen yıllarda külliyeden geriye, medresenin dış beden duvarları giriş kapısı ve kitâbesi, bazı temel bâkiyeleri, caminin bazı temel duvarları, türbe, çilehânesi, hamamın duvar parçaları ile imaretin üç duvarı ve hazire kalmış.

1994’te cami, eski planına uygun olarak tekrar inşa edilmiş, türbe ve çilehâne ise tamir edilmiş. Ancak bu tecdîdde, plana aykırı olarak, mihraptan çilehaneye açılması gereken kapı açılmamış.] Kaynakça: Şeyh Vefâ Külliyesi, Müfid Yüksel

*

ŞEYH EBÛL VEFÂ KİMDİR?

Asıl adı Mustafa bin Ahmed, lakabı Muslihiddîn olan Şeyh Ebûl Vefâ; Konya’da doğup, İstanbul’da yaşadığı semte ismi verilen ilim ve gönül insanı. Adına “MüjdeliKomutan” ve oğlu Sultan Bâyezîd-iVelî tarafından cami/tevhid hâne, medrese, hankah, çiftehamam, imaret, tabhâne, kütüphane, çeşme, hücre(çilehâne)vetürbedenoluşankülliyeyaptırılanGönüllerSultanı.8 Temmuz 1491’de berzaha göçen Ebûl Vefâ,dualar arasında haşrolunacağı günü bekliyor. Şeyh EbûlVefâ Türbesi’nde Şeyh Ebû’lVefâ Hazretleri’nin kız kardeşi, Şeyh Ali Vefâyî Rumî, Şeyh Ebû’lVefâ Hazretleri, Şeyh Davûd-û Vefâyî Rûmî, Şeyh Abdûllatîf Vefâyî Rûmî medfun bulunuyor.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.