Haberin Kapısı
2015-12-02 14:31:39

Dünya'da, Türkiye'de Sinema ve Medya

02 Aralık 2015, 14:31

Prodüksiyon (Görsel ve İşitsel Medya) Göze ve Kulağımıza hitap eden, multi medya (çoklu ortam) teknolojilerini kullanan, iletişim araçlarıdır. Örneğin Sinema, TV, Radyo, vb.

Sinema ise insanın fizyolojik bir zaafından yararlanır. Saniyenin yaklaşık 1/25’inden kısa sürelerdeki görüntüleri insan beyni algılamaz. İnsan gözü beyne sinapslar aracılığı ile 1/17 resim göndererek nöronlara kaydeder. (İlerde bilinçaltı Teknolojisinden bahsedeceğiz) Sinema hareketli görüntü demektir. Retinamız üzerine düşen görüntüler bir süre silinmeden kalma özelliğine sahiptir. Bu süre yaklaşık olarak 2/35 saniye kadardır.

Bu nedenle bir saniyede 25 kare görüntünün birbirinin peşi sıra gösterilmesiyle, insan gözü, bu görüntüleri hareket ediyormuş gibi algılar.  Bu insani zaaf üzerine sinema hareketli görüntü tekniği (kinetik [hareket] kino - cine) olarak ortaya çıkmıştır.

İlk fotoğraf  ‘’obscura’’ diye adlandırılan bir tasarımı Cabir İbn-i Hayyan tarafından bulunması ve Leonardo da Vinci’nin karanlık delikli bir kutuda netleştirmesiyle tutulan cismin; kutunun diğer tarafına yansıması şekliydi.

II. yy ’da Çin'de keşfedilmiş olan ‘’Büyülü Fener’’ Batılı devletlere 1671 yılında Cizvit Athanasius Kircher tarafından "Ars magna lucis et umbrae" (ışık ve gölge büyütme sanatı) isimli eserde tanıtılmıştır. Bir gaz lambası ve mercek vasıtasıyla, cam üzerine boyanmış resimler perdeye veya duvara yansıtılıyordu. Bu teknik 19. yüzyıldan önce İngiltere'ye oradan Avrupa'ya yayıldı. Zamanla geliştirilen alet birbiri üzerinde kayan resimler yerleştirilerek basit hareketli görüntüler elde edilmeye başlanmıştır. (Günümüzde profesyonel kamera ve bazı tekniklerle çekilmektedir.) Bunlardan en meşhuru, çocukların çok sevdiği "ağzına fare kaçan uyuyan adam" gösterisiydi.

1895 yılında Auguste ve Louise Lumière ilk taşınabilir kamerayı keşfetti ve buna Sinematograf (Cinematographe) adını verdi. Paris’te bulunan Grand Cafe de bir takım paralı gösteriler düzenleyerek bu çekimleri insanlara göstermeye başladılar. Bu gösterimlerin en çok bilinenler Bir Trenin Gara Girişi ve bir duvarın yıkılışıdır. Islanan Bahçıvan ve Boğa Güreşçisi de bilinenler arasındadır. Bir Trenin Gara Girişi isimli film, küçük ve keyifli bir hikâyeye sahiptir. Filmi ilk defa izlemeye giden insanlar trenin üzerlerine yani perdeye yaklaşmasını kendilerine çarpmasından korkarak salondan kaçmışlardır. Aslında bu hikâyeden yola çıkarak sinemanın insanlar için ne kadar yeni ve gerçekçi (ilizyon etkisi) olduğunu gözlemleyebiliriz. (İlerde bu etki ve algı yönetiminden bahsedeceğiz)

 1906 yılına geldiğimizde sinema tarihinde yapılan en uzun 70 dakikalık The Story of Kelly Gang‘ film’i ile uzun metraj yapılmaya başlamıştı. Bu filmi 1915 yılında DW. Griffith tarafından çekilen ve 3 saat gibi bir süreye sahip olan ‘’Bir Ulusun Doğuşu’’ izlemeye başlar. 1920’den sonraki bütün gelişmeler sinemanın sonraki yıllarındaki gelişimini hızlandırmış ve bir sürü yeni sinemacı ve asistan için kapılarını açmıştır.

19. yüzyılın sonlarında Avrupa’da keşfedilen sinema sanatı Amerika kıtasında bir endüstri kolu olarak gelişmiştir. 20. yüzyılın başlarında kurulan Hollywood sineması Avrupa ve dünya sinema pazarında önemli bir yer edinmeye başlamıştır. Sinemanın ekonomik ve politik gücünün farkında olan Amerikan yönetimi Amerikan sinemasının diğer ülkelerin pazarlarını ele geçirebilmesi için başarılı çalışmalar yürütmüştür. Bugün dünya sinema pazarının % 40’ından fazlasını elinde bulunduran ABD’nin, silah endüstrisinden sonra en büyük endüstriyel kolu sinemadır. Amerikan film endüstrisi dünya pazarlarını rakipsiz bir şekilde elinde tutmaktadır. Dünyada Amerikan sinemasından sonra 5 büyük sinema endüstrisi daha bulunmaktadır. Hindistan, Güney Kore, Fransa ve İran

Hindistan gelişmekte olan bir ülke olmasına rağmen Amerikan sinemasından sonra Dünya’nın en büyük sinema endüstrisine sahiptir. Bir yılda ortalama 800-1000 adet film üretilen Hindistan’da yerli film izlenme oranı %92’dir. Ülkede toplam 10.120 adet sinema salonu mevcuttur. Ülkenin toplam gişe hasılatı 1,86 milyar dolardır.

Güney Kore sineması son zamanlarda dünya pazarında adını duyurmayı başarmış ulusal bir sinemadır. 2009 yılında 138 film üretilen Güney Kore’de yerli film izlenme oranı %48,8’dir. Ülkede toplam 1996 adet sinema salonu mevcuttur. Ülkenin toplam gişe hâsılatı 854 milyon dolardır.

Fransa II. Dünya Savaşının hemen akabinde ulusal sinema kurumu olan CNC’yi kurarak ulusal sinemasını Amerikan sinemasına karşı korumayı başarmış ve ulusal sinemasını hem sanatsal hem de ekonomik açıdan güçlü kılmıştır. 2009 yılında 230 film üretilen Fransa’da yerli film izlenme oranı %36,8’dir. 5.522 adet sinema salonu bulunan ülkede toplam gişe hâsılatı 1,71 milyar dolardır

İran yılda ortalama 70-100 filmin üretildiği, yaklaşık 25 milyon seyirciye sahip olan ve binlerce kişinin istihdam edildiği büyük bir sinema sektörüne sahiptir. Ayrıca İran filmleri 300’ün üzerinde uluslararası ödül kazanmış ve bir kısmı seçkin olmak üzere 4000’den fazla uluslararası festivale katılmıştır.

Türkiye’de ise 2014 yılında sadece vizyon gelirleri 655,4 milyon TL’lik büyüklüğe ulaşmış, sektörün toplam büyüklüğü 2 milyar TL´yi aşmıştır. 2014 yılı itibariyle 2.034 sinema perdesi ve 254.310 sinema koltuğu bulunmaktadır. Son yıllarda artan seyirci ve film sayısı, üretimdeki çeşitlilik, birbirine eklenince, Yeşilçam sineması için umut verici bir tablo oluşturmaktadır.

Her Ülkenin kuşkusuz bir sinema tarihi vardır. Osmanlı sarayında ilk defa film gösterimi yapan Romanya uyruklu Polonyalı bir Yahudi olan Sigmund Weinberg’dır. İlk defa kadınlı erkekli sinema gösterileri düzenleyen kişi bir Ermeni olan Assaduryan’dır. Daha sonra sahneye çıkan ve ilk defa konulu Türk filmi çeken Fuat Uzkınay (1916 tarihli Himmet Ağa’nın İzdivacı filmi) ile zihniyet olarak, bu gayrimüslim isimlerden çok daha farklı olmadığını bu ilk filmle ortaya koymuştur.

Türk Sineması 1922’de Kemal Film Şirketiyle başlar. Merkez Ordu Sinema Dairesinin sinematograf aygıtını ve diğer ekipmanları kiralayarak, film yapım ve gösterim işlerine girer. Bu kuruluşun başına getirilen isim ise Muhsin Eretuğrul’dur.  Türk Sineması Cumhuriyet’in ilanıyla beraber, Türk toplum yapısında ciddi bir değişim yaşatmıştır. Cumhuriyet rejimin başlaması, daha önce eşi benzeri görülmemiş inkılapların bir bir hayata geçirilmesi, toplumun hemen her alanında değişikliklere yol açmıştır. Türk Sineması’nda 1922 yılından 1950 yılına kadar yapımcılar bazında yapılanlara bakılacak olursa, sıradaki diğer isim Sedat Simavi’dir. Kendisinin seküler Batılılaşma anlayışına ne derece sımsıkı bağlı bir anlayışta olduğu 1948’den beri kurucusu olduğu Hürriyet Gazetesi’nin yayın çizgisinden bellidir. Çektiği ilk filmler olan Pençe (1917) ve Casus’la (1917) Türk sineması ve sinemacılığından ne anladığı, neyi hedeflediği de apaçık ortadır. 1922’de sinema dünyasına giren Muhsin Ertuğrul ise, giderek sinemada adeta bir tekel oluşturmuş ve yeni kurulan film şirketleri ile de Cumhuriyetin kurulması ile birlikte bu sanat dalına da kendi bakış açısını koymuştur. Türkiye’de yaşayan Müslüman ve dindar halkın kültürel ve sanatsal bakış açısına ters, Batıl eksenli yapımlardan oluşturmuştur.

Muhsin Ertuğrul, dönemi içerisinde adına Türk Sineması yerine daha çok Yeşilçam sineması diyebileceğimiz sektör içerisinde adeta hayatını adamışçasına özel çalışmalara girer. Nazım Hikmet gibi çeşitli sol ve İslam dışı fikir sahipleri ile kafa kafaya vererek yurt dışına geziler düzenler. Rusya’ya gider, Amerika’ya ve Avrupa’ya gidip oralarda fikir babalarından sinema incelemelerinde bulunur. Batılda ne gördüyse bunu Yeşilçam Sinemasıyla topluma yansıtmaya başlar. Yeşilçam Sinemasının temellerini ve bakış açısını oluştur.

Osmanlının son 200 yılını sayacak olursak adım adım çöküş süreci ivedi bir çalışmanın ürünüdür. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş süreci ile devam eden bu kültür erozyonu ve dini devletin kontrolü altında tutmaya çalışan kurum ve yetkililer, sinema kültürünü de aynı çizgide kontrol edip denetleyen mekanizmalar olarak devam etmişlerdir. İslam’a bakışları soğuk, mesafeli, alerjili, alay ve yozlaşma kültürüyle besleyerek Dine karşı bir duruş ve beyin yıkama metodu sergilemişlerdir.

1960 yıllarından sonra Yeşilçam artan yapımlar Türk Sineması’nın üretim açısından altın çağı olarak nitelendirilebilecek durumdadır. Türk sineması 1970’li yıllarda ise, gücünü dış sinema sektörüne kaptırarak büyük bir krizin içine sürüklenmiştir. 1977 yılında Türk sineması ile ilgili yasal düzenlemeler yeniden yapılarak kriz aşılmaya çalışılmıştır.

1996 yılına kadar Amerikan sinemasının etkisi altında kalan Türk sinema Endüstrisi, 1996 yılında çekilen ve 2,5 milyonu aşan seyirci sayısına ulaşan Eşkıya filmi ile canlanma sürecine tekrar girmeye başlamıştır.

1990 sonrasından bugüne gelindiğinde, İslami yapıyı biraz daha ciddiye alan yapımlar göze çarpsa da, Yeşilçam İslam’ı en azından olduğu gibi kabullenememektedir. Yapılan yapımların birçoğunda özel telkin ve bilinçaltı teknolojileri kullanılmakta ve bu çalışmalarda batıda olduğu gibi profesyonel yapılmadığından sırıtmaktadır. Yapılan birçok filim asıl olması gereken hikâyesiyle halk kültürünü ve inancını kapsayamayacak kadar yalındır.

2004 yılı hesaplamalarına göre Dünyada sinema sektörünün ekonomik büyüklüğü yaklaşık 82 milyar dolardır. Sinema sektörünün en önemli gelir kaynağını oluşturan bilet satışlarından elde edilen hâsılat ise bu miktarın 25 milyar dolarlık kısmını oluşturmaktadır. 2009 yılında Türkiye’nin toplam gişe hâsılatına bakıldığında (198 milyon dolar) Türk sinemasının dünya pazarındaki payının Binde 7’sini oluşturmaktadır.

Yeşilçam Sinemasının dışında İslami yapıya uygun bir sinema gelişmemiştir. İslam inancına hakim sermaye sahipleri bu sektöre sıcak bakmamış ve bakmamanın acısını sıkıntısını da yaşamaktadır. Yeşilçam’da çekilen filmlerin de bir dini inanç, edep, ahlak, tarih, kültür ve sanat danışmanı kadrosuna ihtiyaç duyulmamıştır. Çekimlerde daha profesyonel platolar, dekorlar, kostüm, efektler de ve makyajlarda bile en azından Batı sinemalarındaki kadar dikkat edilmemektedir. İslami hassasiyetlere sahip ya da Halkın kültür, örf ve ananelerine karşı daha duyarlı olabilecek yapımların oluşmasını Yeşilçam Sinemasından beklemek sanıyorum bariz bir şekilde saflık olacaktır. İslami hassasiyetlere sahip sermaye sahiplerinin kendi sinemasını veya Mevcut yayında olan TV’lerin de altyapısını oluşturacak yapımlara öncülük ederek destek verilmelidir. Yoksa Batı kültürüyle beslenen yozlaşmış İslam’dan uzaklaşan nesiller bizi bekliyor. Bunun vebalini ödeyecek de, yine üzerine düşeni yapmayan bizler olacağız.

Selam ve Dua ile…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.