Haberin Kapısı

Geleneksel Sömürgeciliğin Bitişi

EKONOMİ

20. yüzyılın başına gelindiğinde Afrika’nın tamamının sömürgeleştirilmesi gerçekleştirilmiş fakat Çin ve Japonya’yı hâkimiyeti altına almaya çalışan Batılılar beklenmedik bir direnişle karşılaşmıştı.

Batı yayılmacılığı 20. yüzyılın hemen başında ekonomik ve siyasî olarak zirve noktasına ulaşmış bulunuyordu. Neredeyse bütün büyük Avrupa devletleri sömürgecilikle bir şekilde bağlantılıydı. İngiltere, Fransa gibi imparatorluklar zenginliklerini bu yolla katlayarak artırmışlardı. Antiemperyalist bir düşüncenin ürünü olan Amerika bile kendi içindeki problemleri çözdükten sonra, yalnızca şirketler bazında gerçekleştirdiği uluslararası ticarî faaliyetleri bir adım daha öteye taşıma gayretindeydi. Yüzyılın hemen başında dünyanın önde gelen güçleri arasında Afrika’nın paylaşılması üzerine yapılan çatışmalar, Çin-Japon Savaşı, İspanyol-Amerikan Savaşı, Boer Savaşı ve Rus-Japon Savaşı gibi mücadeleler, geleneksel sömürgecilikten farklı olarak kapitalist olguyla yakından bağlantılı yeni bir tür emperyalizmin gelişmekte olduğunun bir göstergesiydi.

20. yüzyılın başına gelindiğinde Afrika’nın tamamının sömürgeleştirilmesi gerçekleştirilmiş fakat Çin ve Japonya’yı hâkimiyeti altına almaya çalışan Batılılar beklenmedik bir direnişle karşılaşmıştı. Öte yandan her ne kadar 1885 Berlin Konferansı ile Afrika sömürgelerinin kurumsallaşması ve belirli bir hukuka dayandırılması üzerinde sömürgeci devletlerarasında bir uzlaşı sağlanmış ise de bir süre sonra ortaya çıkan ulusçu hareketler ve iktidarı ele geçirme gayretleri bu uzlaşının kısa sürmesine neden oldu. 1. Dünya Savaşı Avrupa sömürgeciliğine ciddi bir darbe indirdiyse de iki büyük sömürgeci imparatorluk İngiltere ve Fransa büyük savaştan yine de kârlı çıkabilmişti. Özellikle İngiltere, Arap coğrafyasında oluşturduğu nüfuz alanlarıyla petrol kaynakları üzerinde önemli bir kontrol sağlamış oldu. 1936 yılında İtalya’nın Habeşistan’a yönelik operasyonu Avrupa sömürgeciliğinin son başarılı hamlesiydi. Bundan sonraki süreçte Avrupa merkezli sömürgecilik dramatik şekilde düşüşe geçti.

1. Dünya Savaşı’ndan sonra Arap coğrafyasındaki petrol bölgelerinin neredeyse tamamını ele geçiren İngiltere, yüzyılın ortalarına kadar bölgedeki üstünlüğünü devam ettirdi. Fakat savaş sırasında ekonomik açıdan yıpranan İngiliz İmparatorluğu, denizaşırı coğrafyalardaki üstünlüğü koruyabilecek kaynaklardan mahrumdu ve halk arasında savaş karşıtlığı had safhaya ulaşmıştı. Bu durumda İngiltere; Uzak Doğu, Akdeniz ve Afrika’da güç kaybetmeye başladı. İngiliz şirketler büyük savaş sonrasında giderek artan bir şekilde yerel ayaklanmalar, Bolşevik propaganda ve Amerikan rekabetiyle karşı karşıya kaldı ve yalnızca petrol bölgeleri değil denizaşırı diğer sömürgelerin idaresi de her geçen gün zorlaştı. Amerikan şirketlerinin petrol bölgelerinden pay alma çabaları, İngilizleri kontrolü elde tutmak için çeşitli tedbirler almaya sevk ettiyse de bunda pek bir başarı elde edilemedi. Böylelikle İngiltere’nin Orta Doğu petrolleri üzerindeki tekeli kırılmış oldu.

İngiltere’nin düşüşü 2. Dünya Savaşı sonrasında devam etti. Savaşın getirdiği ağır maliyetlerin altında ezilen İngiltere daha ciddi önlemler almaya yöneldi. Denizaşırı coğrafyalardaki sömürgelerin elde tutulması hiç şüphesiz en önemli gider kalemlerinden biriydi ve bu ağır yükten kurtulmak zorunda olan İngilizler, önce Hindistan arkasından Burma, Sri Lanka gibi önemli sömürgelerden çekilmek zorunda kaldı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yoğunlaşan ulusçuluk hareketleri geleneksel sömürgeciliğin düşüşe geçmesinde son derece etkili oldu. Bu tarihlerden itibaren sömürülen halklar arasındaki ulus bilinci giderek artmaya başladı.

Ulusal mücadele hareketlerinin giderek ivme kazanması Avrupa merkezli sömürge imparatorluklarının dağılmasında ciddi bir etken oldu. Uzak sömürgelerde bağımsızlık ya da özerklik gibi taleplerle yola çıkan her ayaklanma, sömürgeci imparatorlukların dominyonlarına daha fazla taviz vermesiyle sonuçlandı. Keza sömürgeciler için daha geniş halk kitlelerini memnun etmektense zaten uzunca bir süredir iş birliği içinde oldukları yerli seçkinlerin taleplerini karşılamak hem daha kolay hem daha az maliyetliydi. Fakat olağanüstü çabalar yeterli olmadığı gibi kısa süre içerisinde Hindistan, Fas, Tunus, Malezya, Kenya, Cezayir gibi kadim sömürgelerde şiddet içeren bağımsızlık yanlısı ayaklanmalar çıktı. Ayaklanmalar söz konusu yerlerde iç çatışmaları da beraberinde getirdi. Sömürgeci devletler, bu şartlar altında içerde bazı grupları desteklemek kaydıyla kontrolü devam ettirme gayretine girdilerse de bunu pek fazla sürdüremediler.

Yine de Avrupalıların taraf olduğu bu iç çatışmalar sürmekte olan sömürgeci yapının kırılmasının önünde ciddi bir engel oldu. 2. Dünya Savaşı’nın nihayete ermesiyle birlikte Avrupa merkezli sömürge düzeninin sarsılma dönemi tamamlandı ve bundan sonraki dönemde sömürgelerin bağımsızlık süreci başladı. 1946-47’de Suriye ve Lübnan bağımsızlığını elde ederken bağımsızlık hareketleri 1954’ten itibaren daha da hız kazandı. Fransa, Belçika, Hollanda ve Portekiz sömürgeleri bir bir bağımsızlıklarını ilan ettiler. 1960’lardan itibaren İngiltere’nin geleneksel sömürge sisteminin merkezinde yer aldığı günler artık geride kalmıştı.

1946’da Hindistan’a bağımsızlık garantisi verilmesinin ardından, Batı Afrika’da da yeni bir dönem başladı. Afrika’da iktidarların yerli aşiret liderlerinden, Batı tarzı eğitim almış seçkinlerin eline geçmesi hedeflendi. Zaten ekonomik açıdan sömürgelerin maliyetini üstlenmekte zorlanan İngiltere’de 1959’da işbaşına gelen hükûmetin ilk işi Afrika’dan çekilme kararı almak oldu. Böylelikle Nijerya, Togo, Benin 1960 itibarıyla bağımsız birer devlet olarak ortaya çıktı. Onları 1961’de Tanzanya, Uganda ve Kenya takip etti.

1964’te Malavi ve Zambiya bağımsız Afrikalı devletlerarasında yerini aldı. Fakat birçok yeni Afrika ülkesinin kâğıt üzerindeki bir anayasa, bir bayrak ve bir para biriminden başka vatandaşlarına sunabileceği herhangi bir imkânı yoktu. Afrikalı liderler az gelişmişliği doğrudan Avrupalıların yapmış olduğu sömürgecilikle ilişkilendirdiler ve Batıdan gelen program önerilerini reddettiler.

Fakat ilerleyen süreçte diktatörlükler ve askeri darbeler arasında sıkışan Afrika toplumları gelişme noktasında aşama kaydedemedi. 1929 Krizi, Fransız İmparatorluğu için de bir dönüm noktası teşkil etti.

Özellikle Fransız ticaretini elinde bulunduran özel sektörün içine düştüğü malî sıkıntı, sömürgeleriyle olan ticarî ilişkilerinin zayıflamasına neden oldu. Sömürgeleri idare etmenin bedelinin daha da artması Fransa kamuoyunda sömürgecilik karşıtı düşüncelerin şiddetlenmesine zemin oluşturdu. Malî krizin giderek derinleşmesiyle dominyonlardaki kontrol giderek azaldı ve bu durumda Fransa sömürgelerdeki özgürlükçü hareketlerle baş edemez duruma geldi. De Gaulle dönemiyle birlikte Fransa, yüzyılın ortalarına gelindiğinde geleneksel sömürge politikalarından vazgeçmek zorunda kaldı.

Özkan KARACA

Şair, Yazar. “Atlantik Medya ve Prodüksiyon” şirketinde yönetmen,

ozkankaraca@atlantikmedya.com

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.