Haberin Kapısı

Ölüm, Ahiret ve Uykunun Hakikati

İSLAM VE KÜLTÜR

Şimdi bir düşün! Âhirette karşına çıkacak olan lâtif bir hâl, senden rızâ-yı ilâhîye uygun olarak zuhûr etmiş olan herhangi bir sözün, fiilin veya hayırlı bir düşüncenin, belki de rahmete vesile olan bir yazının cesed giymiş hâlinden başka bir şey değildir.

Ey Efendi! Bilesin ki, âlem-i ekber denilen kevn (Kün emri ile zuhûra gelen cümle mevcudât) ile, âlem-i sagîr denilen insan birbirlerine ayn’dırlar. Kevn’de, ister vücûd kabûl eden aynî varlıklar olsun, isterse aklî birer kavram olan mefhum varlıklar olsun, noksansız hepsinin hakikati insanda mevcuddur. Gerek dünya ve hayâtı ve gerekse âhiret ve hayâtı da yine “Kün” emri içerisinde olduklarından, yakîn hâsıl ediyoruz ki, insan âlemin sırrını câmi’ olduğu gibi âhiretin de sırrını câmi’dir. Esasen câmi-ül esmâ olma mazhariyeti aynı zamanda “sırrullah” olma hâlidir. O halde bildik ve îmân ettik ki, sûreti, âleme ayn olan insanın, sîreti de âhirete ayn’dır.

Sûreti âlem, sîreti de âhiret olan insanın ölüm hâli ise, bil ki bir yerden herhangi bir yere gitme durumu değil, sadece ve sadece sûretten sîrete geçmektir. Hattâ daha da açalım, âlem olan kendi sûretinden, âhiret olan kendi sîretine geçme hâlidir. Dünya’dan âhirete veya sûretten sîrete herhangi bir şeyin gideceğini zannetmeyesin. Zira ölüm, insanın bulunduğu hâl üzere görüntüsünün değişmesi hâlidir. Sen, dünya’dayım dediğin zaman, cesedin zâhir ve rûhun bâtındır. Öldüm de âhirete gittim zannettiğin zaman da, ruhun zâhir, cesedin bâtın olmuştur. Dikkat et ey müslüman!

Bir yere gidip-gelme yok, sadece sana ait olan cesedin ve ruhun, zâhir ile bâtın arasında görüntüsünü değiştirmektedir.

Hadd-i zâtında sen “Şu anda diriyim ve dünyadayım, âhirete ölünce gideceğim” zannetsen de, aynı anda cesedinle dünya’da ve rûhunla âhirettesin zâten.

Şunu da bilmelisin ki, âlemde vücûd kabûl eden sadece aynî varlıklar değildir. Ağzından çıkan kelâmın, senden sâdır olan ef’âlin, elinden çıkan herhangi bir yazının ve hattâ aklından geçirdiğin düşüncelerinin dahi cesedleri vardır, fakat sen bunları dünya hayâtında göremezsin. Senden sâdır olan kelâm, ef’âl, yazı ve düşüncelerini cesedli birer varlık olarak âhiret hayâtında göreceksin.

Şimdi bir düşün! Âhirette karşına çıkacak olan lâtif bir hâl, senden rızâ-yı ilâhîye uygun olarak zuhûr etmiş olan herhangi bir sözün, fiilin veya hayırlı bir düşüncenin, belki de rahmete vesile olan bir yazının cesed giymiş hâlinden başka bir şey değildir. Bir de aksini düşün: Bütün ömrü boyunca rezâletin peşinde koşan, yaptığı, ettiği, işlediği, söylediği her şey rızâ-yı ilâhî’ye mugayir olan habîs ruhlu bir herif, herbiri birer ejderha kesilmiş, kendi zuhurâtının mahsûlü cesedlere bürünen bir alay muazzib ile yanıp yakılmakta. Dikkat ettin mi ki, âhirette beklediğin rahatlık da, gelecek azab da, cümlesi ne varsa senin bu dünya’da elin, dilin, aklın ve fikrinle hazırlamakta olduğun şeylerden başka bir şey değil. Âhirette Cenâb-ı Allah’ın sana lûtuf ve ikramda bulunması veya azâb etmesi senin zannındır. Göreceğin ve karşına çıkacak olan her şey, senin dünya hayatında ürettiğin kendi mahsûlün olacaktır.

“Uyku ölümün yarısıdır” buyurulduğuna göre, bir de, yukarıda bahsettiğimiz hakikati, uyku içerisinde inceleyelim. Uyku hâlinde görülen rü’ya, insanın âyân-ı sâbite âlemindeki hakikatinin beden perdesinden aksidir. Yâni rü’ya gören bir kimse, rü’yasında ne görürse ve kimi görürse görsün, gördüğü kendi hakikatinden başkası değildir. Görülen bu rü’ya ulvî âlemle ilgili ise, kendi hakikati hakkında, kendi zannı katında ne varsa, zannettiği şekilde görülür. Şayet süflî âlem ile ilgili ise, dünyevî misâllerle görülür ve mutlaka tâbire muhtaçtır.

Diyelim ki, rü’yamızda bir velî hazretleri gördük, tanıyor veya tanımıyor da olabiliriz. Bu Hazret bize nereden geldi de gözüktü? Evvelce arzettiğimiz gibi, insanın kendi hakikati sırrullah’dır. Âlemde her ne var ise sırren insanda mevcuddur. O halde rü’yamızda bize gözüken Velî, kendi sırrımızdaki o Velî’nin hakikatinin bize ayân olmasından başka bir şey değildir. Ancak bu rü’yada biz anlarız ki, kendi sırrımızdan bir Velî’nin hakikatinin bize ayân olması, bizim ulûhî bazı lûtuflara mazhar olmaya başladığımıza bir işarettir. Bunun zıddı ise, rü’yasında çeşitli korkunç yaratık ve ejderhalarla meşgul olan ve korkan kimsenin hâlidir. Bir kimsenin korktuğu canavarlar, aslında kendi içyüzünden başka bir şey değildir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, “Bu dünyada a’mâ olan orada da, yâni âhirette de a’mâdır,” buyuruluyor. Açıkça ifade edilmektedir ki, bu dünya hayâtında, eşyâda cemâlullah’ı müşâhede edemeyen, kendi sırrındaki ilâhî hakikatleri ayân edemeyen gafil bu dünyada birşey göremez ise tabiîdir ki onun, âhirette de göreceği herhangi bir şey yoktur. Bu dünya hayâtında, kendi Âdemiyetinde Ahmed’i ayân göremeyen a’mâlar, âhirette huzûr-u ilâhî’ye varıp cemâlullah’ı müşâhede edeceklerini zannediyorlarsa, aldanıyorlar. Bir def’a, el’an bu dünyada dahi huzûr-u ilâhî’de olduğunun idrâki içinde bulunamayan zavallılar, yarın öbürgün ölüp kimin huzûruna çıkacaklar; burada huzûrda olduğunu bilmeyen bîçâre, orada neyi bilecek?

Esasen İslâm’da edep, gerek halk arasında ve gerekse yalnız bulunduğu zaman bile dâima huzûr-u ilâhî’de olduğunun idrâki içinde bulunmaktır.

Cenâb-ı Hak cümlemize, kendi ahlâkı ile ahlâklanmayı nasib buyursun. Âmin... 

Osman Kemâlî Baba
(kuddise sirruh)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.