Haberin Kapısı
2019-11-15 17:23:45

Milleti Kuru Ekmeğe Muhtaç Ettiler

Sabri Gültekin

halilsivasi@yahoo.com 15 Kasım 2019, 17:23

İstanbul’da İtilaf güçlerinin yönetime el koymaları ve uygulamaları, şartları her geçen gün biraz daha ağırlaştırıyordu. Kasım 1918 ile Mart 1920 arasında müttefik işgal kuvvetlerinin başlıca işlevi; polis, pasaportlar, basın üzerinde kontrol kurmak ve karma mahkemeler düzenlemekti.

İstanbul emniyeti 3 bölgeye ayrıldı

1920 yılında İstanbul’da Türk polisinin görev yaptığı SuriçiPera ve Üsküdar olmak üzere üç bölgeye ayrılmış otuz iki polis merkezi mevcuttu. Buralarda toplam 3470 personel görev yapıyordu.

Müttefik Kuvvetler Polisi’nin İtalyan, Fransa ve İngiliz bölümlerinden her biri kendi polis şeflerinin yönetimi altındadır. Ancak bütün bölümler İtilaf Güçleri Polis Komisyonu Başkanı Albay Ballard’ın denetimi altında toplanmıştır. Üç bölgeye ayrılan emniyeti Beyoğlu’unda İngiliz, İstanbul’da Fransız ve Üsküdar’da ise İtalyan yetkililer kontrol edecekti.

İngiliz Komutanlığı, Rumları ve Ermenileri İngiliz üniforması giydirerek kamu güvenliği ve istihbaratta görevli polis olarak çalıştırmaya başladı. İstanbul’un Rum ve Ermenileri gönüllü olarak hafiyelik yapıyordu. Sevmedikleri Türklerin cezalandırılmasını sağlıyorlardı. İtilaf Devletleri yetkilileri yerli tercümanlara Rum, Ermeni ve Musevi memurlara güvenmek zorunda kalıyordu. Rumlar o günlerde Yunan askeri elbiselerini giyerek, polis karakollarına ve askerlere saldırıyor, bunun yanı sıra Osmanlı Sancağı’nı da ayaklar altına alıp çiğneyerek asayişi bozmaya çabalıyorlardı.

Karışıklığı fırsat bilen çeteler devrede

Bu arada karışıklığı fırsat bilen Hrısantos Çetesi, Apostol Çetesi, Todori Çetesi, Kommit Çetesi, Milto Çetesi, Paşaköylü Karaoğlan ve Panayot Çetesi, Bahari Çetesi, Pandeli Çetesi ve daha birçok Ermeni ve Rum Çetesi çocuk öldürme, ırza geçme, adam asma, bombalama, gasp, köy basma, Kuvay-ı Milliye yanlılarını katletme gibi gayri insani pislikleri yapmaktan geri durmuyorlardı. Bu çeteler en büyük desteklerini ise İtilaf güçleri, İstanbul Rum Patrikhanesi ve Yunanistan Safarethanesi’nden alıyorlardı.

Suça karışan azınlıklar işgalcilerin himayesinde

İşgal altındaki İstanbul’da suç oranı hızla artıyordu. İşgal güçlerinin gelişinden 10 ay sonra, Ağustos ayında İstanbul’un aylık suç cetvelleri artık milliyet esasına göre tanzim edilmeye başlandı.

Buna göre 1919 yılı Ağustos ayında İstanbul’da mevcut 32 polis merkezinde 1230 adet suç işlendi. Bu merkezler çoğunlukla Ermeni, Rum vb. azınlıkların ikamet ettiği Galata, Beyoğlu ve Taksim mıntıkalarıydı. Galata’nın 185, Taksim’in 95, Beyoğlu’nun 90 ile ilk üçü paylaştıkları, tüm suçların yüzde 30’unun bu üç ilçede işlenmesinin işgal güçlerinin kontrolündeki İstanbul’da azınlıkların işgal güçlerinden nasıl himaye gördüklerini açıkça ortaya koymaktadır.

İstanbul İçişleri Bakanlığı’nın polis istatistiklerine göre; 1919 yılında İstanbul’daki polis çalışmalarının sonucu olarak yapılan toplam tutuklamalar 7030’u bulmuştur. 1920 yılında hırsızlık ve tecavüz (saldırganlık) suçlarında büyük bir artış mevcuttur.

İstanbul’da, kapitülasyon nimetlerinden yararlanan her ülke kendi Konsolosluk Mahkemesi’ni bulundurma hakkına sahipti. 1920’lı yıllarda Amerika, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Hollanda, İspanya ve Yunanistan’a ait konsolosluk mahkemeleri fiilen işlevlerini sürdürmektedirler. Mesela bir ateşkes durumu olmasına rağmen, Türkiye ile İngiltere arasında savaş hâli varlığını koruduğu için İngilizler kendi uyrukları üzerinde Türk mahkemelerinin yargı yetkisini kabul etmiyordu.

Mütarekenin imzalanmasından sonra oluşturulan Mütareke Karma Komisyonu, Hapishaneler Komisyonu’nun yetki ve sorumluluklarını da belirlemişti. Sultanahmet Merkez Hapishanesi, Suriçi Yeni Merkez Hapishanesi, Per Hapishanesi, Üsküdar Hapishanesi suçlularla dolup taşıyordu.

İşgalciler bütün Türk uçaklarına el koydu

Belgeler, İstanbul’un işgali yıllarında hava gücünün İtilaf güçleri tarafından eritilip yok edildiğini gösteriyor. 1. Dünya Savaşı’ndan önce 46 Türk pilotu, 59 Türk gözetleyici, 14 deniz uçağı olmak üzere 92 Türk uçağı çeşitli cephelerin göklerini korumaktaydı. Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanı Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra ise Anadolu, Trakya ve İstanbul’daki uçaklara el konuldu. 1919 yılı Mayıs ayında ise Trakya ve İstanbul’daki bütün uçaklar, Yeşilköy Havaalanı’nda toplanarak, İngiliz ve Fransızların gözetimi altına girdi.

Ayyaşların kahkahaları ezan sesine karışıyor

İşgal altındaki 1920’li yılların İstanbul’u perişan bir haldeydi. Tiyatrolar saat onda, gözde olan gece kulüpleri ikide, adı kötüye çıkmışlar da sabaha karşı dörtte kapılarını açıyorlardı. Her türlü çılgınlığa, kumara, dansa ve gece kulüplerine mekân yapılan İstanbul, bir çeşit ölüm dansına başlıyordu. Artık işgal İstanbul’unda bir barın kapısından sızan ışık sokağa düşerken, içerden duyulan sarhoş kahkahaları müezzinin güzel dokunaklı ve içli çağrısına eşlik ediyordu.

Şehremaneti binasına Fransızlar el koydu

5 Mayıs 1919’da İstanbul Belediye Başkanı olarak göreve gelen Cemil Paşa (Topuzlu) hizmet yerine sık sık bütçe açığı ve parasızlıkla gündeme geldi. Ve İstanbul hükümetine tepki olarak, 28 Şubat 1920’de istifasını sundu. Bu istifadan sonra o güne kadar İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmeyen şehremaneti binasını Fransızlar Aralık 1920’de tamamıyla işgal etti.

Kundakçıları İstanbul’u cayır cayır yaktı

İstanbul’da tarihsel olarak yaşanan sıkıntılardan birisi de yangınlardır. 1918 yılı yaz mevsiminde Fatih-Cibali Altınmermer’de çıkan yangında 7500’e yakın ev olmak üzere 11 bin bina yanmıştır.

Bu yıllarda İstanbul’da meydana gelen yangınlardan önemli olanları Kuruçeşme’de 403 evin, Edirnekapı’da (Karagümrük) 570 evin, elit kesimin oturduğu Nişantaşı’nda 65, 1921 yılında Üsküdar’da 600 evin yanmasıyla sonuçlanan yangınlar olmuştur. Bu yangınların birçoğu kundaklama neticesinde meydana gelmiştir.

1919 yılında İstanbul Kasımpaşa’da 381, Üsküdar’da 63 ve Edirnekapı’da 570 evin yanmasıyla sonuçlanan yangınlarda evsiz kalan herikzadeler Valide Hastanesi’nin pavyonlarına yerleştirilmiştir.

İstanbul’da itfaiye verilerine göre 1918-1920 yılları arasında iki yıllık sürede önemli 14 yangında yanan bina adedi 10.862, oysaki 1911-1918 yılları arasındaki yedi yıllık sürede toplan 22 yangında yanan bina sayısı 5753’tür. İşgalin ilk iki yılında yanan binaların adedinin işgalden önceki yedi yıllık sürede yanan binaların neredeyse iki katı oluşu tesadüf değildir. Çoğu kundaklamadan çıkan yangınların sonucu başını sokacak küçük yuvadan mahrum olanların sayısı 100 bine ulaşmıştır.

Gıda karaborsacıları milleti inim inim inletti

İstanbul’un İtilaf güçleri tarafından işgal edildiği günlerde gıdanın denetimi de yabancılardan ve yerlilerden oluşan bir ortak komisyonun yönetimine verilmişti. Bu komisyonunun başkanı ise Albay Woods’tu.

Osmanlı’nın başşehri olan İstanbul’un gıda, yiyecek ve yakacak ihtiyacının sağlanmasına tarihin her devrinde özen gösterilmişti. Şehir nüfusunun göçlerle artmasıyla birlikte halk zaman zaman açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu sıkıntıdan yararlanmak isteyen vurguncular ise Anadolu ve yurtdışından gelen malları ucuz fiyata alıp depoladı ve daha sonra yüksek kârla sattı.

(Küresel emperyalistler geçtiğimiz yıl dövizle başlayan, soğan ve patetesle devam eden “ekonomik suikast”lerle bizlere diz çökertmeyi bir kez daha denediler. Oynanan kirli oyun aynı, sadece figüranlar farklıydı.)

Harbin son yıllarına doğru, zirai üretim yarı yarıya düşmüş, dışarı ile ticari ilişkilerin azlığı dolayısıyla ithalat azalmış, bu yüzden halkın en zaruri ihtiyaç maddelerine karşı olan talebi karşılanamaz hale gelmişti.

Aç kalan ahali gece yarılarına kadar fırın dükkânında, yağmurda, soğukta bekleyerek sızlanmakta ve hastalanarak hastanelerde yatmaktadır. Gazetelerde çıkan haberlerde, “Verem artıyor, frengi artıyor, açlık artıyor. Bu memleketteki pahalılık harbin ihdas ettiği pahalılık hudutlarını çoktan geçmiştir. Buradaki pahalılık ihtikârın, tedbirsizliğin, beceriksizliğin, kontrolsüzlüğün ortaya çıkardığı suni bir haldir” deniliyordu.

Mütareke döneminde Anadolu ve Trakya’dan İstanbul’a yapılan canlı hayvan sevkiyatında da yarı yarıya azalma oldu. Şehrin et ihtiyacını karşılayan kasaplık hayvanların yüzde 11’i şehrin içinden, yüzde 42’si Trakya ve Rumeli’den, yüzde 27’si Bulgaristan’dan, yüzde 20’si Anadolu’dan karşılanıyordu. Savaş sonuna doğru ise Bulgaristan’dan İstanbul’a yönelik et ihracatı tamamen durmuştu.

Anadolu’dan İstanbul’a getirilen buğday ise zaman zaman Sirkeci üzerinden trenle Rumeli’ye, oradan da dışarı ihraç edilmekte veya Trakya’daki işgal kuvvetleri tarafından el konulmakta idi.

Ekim 1920’nin sonunda İstanbul hükümeti bir kararname ile buğday, arpa, yulaf, yumurta, et, zeytin, şeker gibi beslenme maddelerinin, at, eşek gibi hayvanların, inşaat malzemesi, maden kömürü, odun, altın, gümüş gibi maddelerin dış satımını yasaklıyordu.

***

Mülteciler salgın hastalıkları her yere yaydı

İstanbul’da bütün sıkıntılara bir de sağlık problemi ekleniyordu.

1918 yılında sadece veremden 3415 kişi hayatını kaybetti. Ölenlerin 2225’ini Müslüman kadın ve erkekler oluşturmaktaydı. Ölenlerin 579’u Rum, 290’ı Ermeni, 125’i Musevi ve 195 diğer milletlerden ecnebilerdi.

Hastalıklarda patlama!..

1918-1919 yılları, bitten geçen hijyenik şartların iyi olmadığı çok sayıda insanın İstanbul’a gelmesinden dolayı (terhis edilen askerler, İtilaf güçleri askerleri vb.) lekeli humma (tifüs) vakalarının sayısının arttığı, ekonomik şartların zorlaştığı, çocuk salgın hastalıklarının çoğaldığı, veremin artışını sürdürdüğü, yangınlardan, gemilerden kaçan farelerin yol açtığı vebanın 1919’da birden ortaya çıktığı görülüyordu. Yine aynı yılın Aralık ayında veremden 323 vefat görülmüştür.

Rus muhacirlerin 1918’in kış mevsiminde İstanbul’a gelişiyle birlikte tifüs hastalığında büyük bir patlama yaşandı. Meydana gelen 4842 tifüs vakasında, 788 kişi bu hastalıktan vefat etti.

1920’li yıllarda Güney Rusya’da görülen kolera salgınına, Batum ve Doğu Akdeniz’de yayılan veba da eklendi. General Denikin’in mağlubiyetinden sonra ilkbaharda Rusya’dan göç eden çok sayıda mülteci ile General Wrangel’in Kırım’dan çekilmesinden sonra sonbaharda İstanbul’a göç büyük ölçüde artmıştı. İstanbul’da her ne kadar bebek ölüm oranı, tifo, tifüs, difteri ve gripten ölenler göze çarpıcı miktarda olsa da, verem bütün hastalıklardan daha fazlaydı. 1920’de şehirde veremden ölenlerin sayısı 2640’tı. Halk arasında karahumma veya bağırsak humması adlarıyla bilinen tifo ve kolera hastalıkları da İstanbul’da yaygın hastalıklardandı. İspanyol nezlesi de işgal İstanbul’unda görülen önemli salgın hastalıklardan birisiydi.

(Bugün iç savaş nedeniyle ülkemizi mesken tutan 4 milyon Suriyeli mültecinin bulaşıcı hastalıklara sebep olmaması en büyük şansımız)

1919-1922 yılları arasında İstanbul’da bir yandan müttefik işgal orduları, diğer yandan Osmanlı Devleti’nin ve Rusya’nın çeşitli yörelerinden gelen göçmenler, kentin problemlerini daha da artırmışlardı.

İstanbul yolgeçen hanı gibi

Kızılordu’dan kaçan Beyaz Ruslar, Şubat 1920’de Odesa’dan Mart 1020’de Novorosisk’ten İngiliz gemileriyle, Kasım 1920’de Kırım’dan Fransız gemileriyle İstanbul’a gelmişlerdi.

Kasım 1920’de 100’ün üzerinde gemiden oluşan konvoy ile Sivastopol’dan İstanbul’a doğru hareket eden Rus mültecilerin İstanbul’a gelme nedenlerinin başında yakın ve en güvenli olmasıydı.

Bunları Trakya ve Batı Anadolu’nun Yunan ordularınca işgal edilmesi üzerine demografik operasyona tabi tutulan Türkler; Karadeniz, Kocaeli ve Doğu Anadolu’dan gelen Rum ve Ermeni mülteciler takip etti.

Sosyal işgal devre sokuldu

16 Mart 1920’de resmen işgal edilen İstanbul, siyasi gelişmelerin alabildiğince yaşandığı bir kent olarak karşımıza çıkarken, aynı zamanda işgal ile birlikte kentin dokusuna dahil olan unsurlar, savaşın harap ettiği yerlerden başlayan içgöçler ve Rusya’dan gelen mültecilerin oluşturduğu dışgöçler nedeniyle de bir anlamda sosyal bir işgal yaşamaya başlamıştır.

1920 yılında İstanbul’da 50 bin Müslüman, 40 bin Rus ve 4000 Rum ve Ermeni olduğu tahmin edilmektedir. 1921’e kadar olan göç dalgalarının ardından İstanbul’da kalan Türk sığınmacıların sayısının 65 bin, Rus sığınmacıların sayısının ise 65-90 bin arası olduğu sanılmaktadır.

Artan nüfus nedeniyle ortaya çıkan mesken buhranı, kiraların yükselmesi ve genel olarak hayat pahalılığını beraberinde getirdi.

Devam edeceğiz inşaallah.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.