Haberin Kapısı

Allah (c.c.)’ı Zikretmenin İnsan Nefsindeki Tesirleri

TASAVVUF

Allah (c.c.)’ı zikretmek, Allah (c.c.)’a inanmanın neticesidir. O ruhi bir gıdadır. Öyle bir gıda ki, insan nefsinin dertlerine deva ve kalbine huzur bahşeder.

Ev irşad talebinde bulunan kardeşim, Allah (c.c.) seni de bizleri de mes’ud kılsın, Amin! Bilesin ki ruhi hayatın hedeflerinden biri de, insan nefsine huzur ve sükunet vermek, üzüntü, sabırsızlık ve ızdırabı atmaktır. Ki bunlar nefsin en azgın düşmanlarıdır. Allah (c.c.)’ı zikretmek ise, bu yüce hedefe ulaşmak için en faal bir vesiledir.

Evet, maddi ve manevi dertleri düşünmek, çeşitli hayat hadiseleri karşısında istikbal endişesinin tesiri altında aklın özelliklerini dağıtmak gibi fikir ve vesveselerin hepsi, insanı merhametsiz bir meşakkate sürükler. Böylece insanı bu hayatın gereklerini yerine getirmekten aciz bir halde bırakır. Üzüntü ve sabırsızlığın kaynağı ise, insanın bu hayat hadiseleri karşısında zayıflığını hissetmesinden başka birşey değildir. Ama bu kainatın tasarrufunu elinde bulunduran Allah (c.c.)’a kuvvetli bir iman ve sarsılmaz bir itimat, insanın nefsine öyle bir huzur ve kuvvet verir ki, onların yanında hayatın bütün üzüntüleri iltifata değmeyen basit ve sönük birer şey olarak Allah (c.c.)’ı zikretmek, Allah (c.c.)’a inanmanın neticesidir. O ruhi bir gıdadır. Öyle bir gıda ki, insan nefsinin dertlerine deva ve kalbine huzur bahşeder.

Cenab-ı Hakk, zikredilen bu hakikati beyan için şöyle buyurur:

“Bunlar, Allah’ın zikriyle kalbleri huzura kavuşarak iman edenlerdir. Evet, bilin ki ancak Allah’ı anmakla kalbler yatışır ve huzur bulur.

(1)

İslam’ın zikrullaha verdiği büyük ehemmiyet sebebiyledir ki, Allah-u Teala insanı Rabb’ına yaklaştıran namazı, çeşitli zikirlere şamil kılmış ve onu günde beş vakit olarak emretmiştir. Bundan fazla olarak sünnetleri de istemiştir. Bunları iyice anla ki, ni’metlerinden faydalanasın, inşallah.

Ey irşad talebinde bulunan kardeşim. Cenab-ı Hakk seni de, bizleri de hakka ve doğruya kavuştursun. Amin! Bilesin ki lafzi zikre icmali bir mana yeterlidir. Dolayısıyla zikir yapana toplu bir mana tasavvur etmesi kâfidir ve bu zikir bütün Müslümanlarda mevcuttur.

Bil ki kalbi manadan gafil olan kimsenin tesbih, tahmid ve benzeri zikirleri tekrar etmesi, ara sıra da olsa zihni Allah Teâla’ya çevirir. Her zikrin de kalbde müşahede edilebilen tesiri vardır. Kuran okumak, namaz ve diğer ibadetleri tekrar etmek de böyledir. Bütün bunlar Allah-ü Teâla’yı kalbde hazır bulundurmak için birer sebeptir. İstihzarın ise kalbe, hayret verici ve müşahede edilebilen eserleri vardır. Bunun içindir ki tarikat ebli olanların, müridlerine rabıtayı ve kalbi evradı emrettikleri görülür. Bütün bunlar çok tekrarla, kalbleri Allah (c.c.)’ın muhabbetine yönelterek, nefisleri ilim ve ma’rifete hazır vaziyete getirir. (2)

Evet; zikirler, murakabeler ve riyazetler ancak insanın manevi yönünü ıslah etmeye yarayan tedbir ve vesilelerdir.

Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Tasavvufun Sırları

Tercüme: İbrahim Öztürk

----------------------------

(1)- Er-Ra’d: 28

(2)- Tarihte görüyoruz ki, eski Mısırlılar, batıl mabudlarını hususi bir rengi ve alnında üçgen şeklinde işareti bulunan bir buzağı suretinde yapıyorlardı. Bu mabudu gebe bir ineğin önüne koyuyorlar, neticede doğan buzağı annenin gördüğü şekle uygun olarak dünyaya geliyordu. Bu durum hayvanlarda böyle olunca, şüphesizki muhabbetini isteyerek kalbde Allah (c.c)’ın zikrinin bulundurulması, o zikrin kalblerde gizlenerek gönüllerde rububiyetin mekan tutması, onu ilim ve ma’rifeti kabule hazırlar.

Bütün müslümanların üstadı Ebu Hamid Gazali (Rah.) İnsanın ruhi basiretinin açılması hususunda şöyle der: “Zannetme ki bu güç -basiret- sadece uyku ve ölümle açılır. Bilakis cihad ve riyazetini ihlasla yapan, şehvet, gazab ve kötü amellerin elinden kurtulabilen kimseler için uyanıklık halinde açılır. Bir kimse tenha bir yerde oturur, duyu yollarını iptal eder, kalbini lafz-ı Celal’e müstağrak kılar. (Yani diliyle değil kalbiyle “Allah Allah” demeye başlar). Kendinden habersiz olup Allah (c.c.)’tan başka hiçbir şeyi görmez olunca bu kuvvet (basiret) açılır. Yakaza halinde enbiya ve evliyanın ruhlarını ve melekleri görür, kendisine yer ve göklerin sırrı açılır.

“Senin perdeni kaldırdık bugün görüşün keskindir,” (El-Kaf: 22) ayeti kerimesi mucibince açıklanması ve anlatılması mümkün olmayan şeyleri görür. Nitekim Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Benim için yer dürüldü de doğusunu ve batısını gördüm” (Tefsir-i Kurtubi, c. 12, s. 298)

Hatta bu kimse, derinden nefes alıp-vermek istediğinde, önce havayı içerisine çeker, sonra da yavaş yavaş dışarı verir. Daha sonra onu mümkün olduğu kadar ciğerlerinde muhafaza eder ve yine yavaş yavaş dışarı verir. Gece gündüz bunu bir-çok defa tekrarlarsa kendisine cesaret, azim ve irade kuvveti kazandırır. Hele de bunu Rabb’ını zikrederek yaparsa..”

Bizim tarikatımızda (Nakşibendi) zikrin usulü şöyledir: zikir yapmak isteyen kimse önce hatırına gelebilecek şeylerin kafasını karıştırmaması ve düşüncesini bir noktaya toplayabilmesi (teksif) için yalnız bir yerde iki rekat namaz kılar. Sonra 25 defa istiğfar eder.

(Estağfirullah-el azim ve etubü ileyh) Sonra gözlerini yumarak beş dakika kadar ölüm ve ölüm halleri hakkında tefekkür eder, Sonra kendi mürşidine ve Resulullah (s.a.v.)’ın ruhaniyetine kadar tarikatımızın diğer meşayihine rabıta yapar, onların himmetini umarak istimdad eder. Bu da beş dakika kadar sürer. Birinci tefekkürün adı tasavvuf lisanında “rabıta-yı mevt”dir. (ölüm rabıtası) Mürşidin ruhaniyetini tasavvur etmeye de “rabıta-yı mürşid’ (mürşid rabıtası) denir. Bunları yaptıktan sonra yine beş dakika kadar da AIlah-u Teala’nın azameti, yüceliği, bu kainattaki kudreti, tasarrufu ve kendisine ihsan ettiği ni’metleri düşünür, tefekkür eder. Bütün bu düşünceler ona huzur verir, dünya ziynetlerinin çekiciliğinden kurtularak vicdaniyle başbaşa kalır, sonra da dilini damağına yapıştırarak, lisanıyla değil de kalbiyle “Allah” lafza-i Celal’ini tesbihe başlar. Bu şekilde beşbin defa zikreder. Kitaplarda anlatılan miktar bu kadardır. Fakat muhterem babam (kuddise sırruhu) “bu kadarına gücünüz yetmezse, yapabildiğiniz kadar yapınız” derdi.

Her yüz defa söyleyişte, ya kalbiyle ya da diliyle

(ilahi ente maksudi ve rıdake matlubi) “Ya rabbi benim maksadım sensin, senin rızanı taleb ediyorum” der.

İkinci bir zikir şekli daha vardır ki; Tasavvuf dilinde ona “nef’i ve isbat’ denir. Bu da şu şekilde olur: Zikretmek isteyen kimse bağdaş kurarak oturur. Dilini yine üst damağına yapıştırıp, gözlerini yumar. “La” kelimesini göbeğinden kafasına kadar (kafasıyla işaret etmek suretiyle) uzatır. Sonra “ilahe” kelimesini de sağ omuzundan kalbine doğru uzatır ve bu mübarek kelimenin kalbinin derinliklerine doğru aktığını tasavvur eder. Bu kelime-i tayyibeyi bir nefeste gücünün yettiği kadar bu şekilde tekrar eder. Nefeslerini sadece tek sayılarda keser. Böyle bir nefeste bu kelimeleri yirmibir defa söyleyinceye kadar zikre devam eder.

Şunu bilmek gerekir ki, murakabe ve tefekküre devam etmek batıni şeylerle ilgili hususlarda kuvvet kazandırır. Nef’i ve ısbat zikri, beşeri sıfatları yok eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e salavat getirmek ise hayatında güzel hadiselere vesile olur. Çokça nafile ibadet yapmak, tevazu meydana getirir. Çok Kur’an okumak ise ruhun temizliğini ve kalbin parlaklığını artırır.

Sen de böyle yaparsan, inşaallah en doğru yolu seçmiş olursun, kardeşim.

Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Tasavvufun Sırları

Tecüme:İbrahim Öztürk

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.