Haberin Kapısı

İkinci Hayat Gerçeği

TASAVVUF

Ey, büyük haşir konusunda şüphelenen insan: istersen, aklının refakatinde Allah’ın ilkbahar fabri­kasına git. Mütehassıs bir botanikçi gözü ile yeryü­zünün ilkbahar sayfasına, onun canlı sergilerine ve tabii nakışların renkleriyle süslü konuşan haritasına bir bak...

İşte, bu muazzam ilahi bahçenin tohumlarının içerisinde, sağa sola eğilen başaklarının ucuna ka­dar uzanan, incecik damarlarında yüzlerce soğuk ve sıcak, canlı ve asli madde ile kum ve yaş, cansız maddeler, toprak, su ve elektrik vardır. Bunların hepsi de, doyurucu maddelerini sergilediklerinden dolayı, rahmet hâzinesine ağızlarını açmış duruyor­lar.

Çünkü, bunların hepsinin üzerinde Allah’ın “En-Nur” isminin tecellilerinden biri parlayıp dur­maktadır. Bu parlayan ve binlerce hayati madde ile dolu bulunan şu güneş kandili, sanki canlıların ihtiyaçlannı depolayan bir hazinedir. Bu hazine, canlı, çeşitli renklerle süslü çiçekleri, şu ölü görünümden kurtarıp, diriltir.

Sanki o çiçekler, artık dallar ve başaklardan ibaret olan dadıların ellerinde gelişip büyüyen bi­rer çocuktur. Onların kapçıkların içinden başlarını çıkarıp doğduklarını görünce etrafa saçılmış inciler sanırsın.

Bu çiçekler, mükemmel bir şekilde tazelik ve güzellikleri ile kalırlar. Bilgisizce, onlardaki gizli sırları anlamadan bakanlar, bu tantanalı, çeşit çeşit madde ve unsurların oluşturduğu fertlerden ve bin­lerce cinsten meydana gelen muazzam hayatın sona ermeyeceğini zanneder.

Şaşkınlık içerisinde bakar, kalır ve kendi ken­dine der:

“Sayılarının tesbiti mümkün olmayan bu hayat fışkıran ordu, nasıl bozulabilir ? Her bir bitkisi, baş- lıbaşına bir alem ve bir kitap olan bu dünya nasıl ölebilir? Bütün bunlar, nasıl olur da tekrar geri dö­nebilir? Bu işi hangi güç ve kuvvet yapabilir?”

Ama bitkilerin sırrını bilen, onlardaki adete alışkın olanlar ise, kesinlikle bilirler ve inanırlar ki, canlılık müddetleri bitip, hayati maddeleri zayıfla­yarak, onlan meydana getiren ana maddelerin ken­dilerinden ayrılmasıyla mimarlarının koyduğu ölçü bozulunca, sanki dün hiç yokmuş gibi kaybolup gi­derler.

İşte, yukardaki her iki misalde gördüğümüz ha­yali münazara devam ederken, ilahi bir güç, akılla­rı hayrete düşüren bu muazzam aleme seslenerek, müddetin dolduğunu ve yokluğa uzanan göçün başladığını bildirir. Bu ordunun genel terhisini ilan eder.

Bütün bunlara şiddetli sıcaklan ile Allah ta­rafından tayin edilmiş bir memur durumundaki güneş sebep olur. B öylece gördüğümüz bu manza­ralar, ortadan kalkar, bu güler yüzler ölür. Manevi prensipleri ve tabii kanunlan ile her şeyi var eden yüce yaratıcıya ait hikmetli bir sergi ilahi bir tarla ve hakimiyetin ilam durumundaki bu sayfa kapanır. Yeryüzü, asık suratlı, kum ve boş bir sayfa haline dönüşür. Bitki ve çiçekler aleminden oluşan askeri kışladan hiç bir eser kalmaz. Her biri, kendi meza- nna yatar. Ve nihayet, rüzgânn savuracağı kum bir çöp kırıntısı haline gelir. (1)

İşle bu gerçekleri bilmeyen cahile:

“Sayılması mümkün olamayacak kadar çok çe­şitli cinslerden ve orduların safları gibi olan nevi­lerden meydana gelen bu alemin dağılıp toplanmak suretiyle tekrar ilk yaratılışı gibi olacağını zannedermisin?” diye sorduğunda, cevabı, bu gerçeği inkârdan başka birşey olmayacaktır.

Çünkü, inkâr, aklına düsturları birleştirmekten ve bilgiden yoksun zekâsına ağır bir yük yüklemek­ten daha kolay gelecektir.

Ama sen, onun inkârına rağmen kesin olarak biliyor ve inanıyorsun ki, onların hepsi de eski hali­ne dönecek, ilk yaratılışlarındaki ölçülerle oldukları gibi haşrolunacaklardır.

Bunu kabul etmek, hiç bir delile ve düşünceye muhtaç değildir. Bu konuda Allah, şöyle buyurur: “Ey Resulüm, de ki: Onları ilk defa yaratan di- riltecektir. O, her yaratılanı hakkıyle bilir.” (2)

Kulların başı üzerine inen rahmet incileri mesabesindeki yağmur damlalarının teşbih ettiği Allah’ı her türlü noksanlıktan tenzih ederiz. Allah, o yağmur taneleriyle ölümünden sonra yeryüzünün yaldızlı sayfalarına yeniden canlılık ve hareket ver­mektedir.

Bilinmeli ki, insan hastalandığı zaman, en önemli tedbirleri alır, en mütehassıs doktorlarla görüşmek suretiyle koruyucu ve iyileştirici ilaçları kullanır, bazı şeylere karşı perhiz yapar.

Evet nefsin kötülükleri ve şeytani arzularla mhi mizacı bozulmak suretiyle hastalananların da Allah’ı çok zikretmesi ve onun yasaklarına karşı perhiz yapması gerekir. Bu perhizi uygularken de, beşeriyetin en iyi doktom, yerlerin ve göklerin efendişi, peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’nin, insanlığa sunduğu reçeteye göre hareket etmelidir. Böyle yaparsa, karanlıklar parçalanır, ortasından aydınlık fışkırır.

Bilinmeli ki, sırf akıl, kalb ve ruhla hakikati anlamak ve tehlikeli şeylerden sakınmak, cisim­lerin gözle görülmesi gibidir. Görülen bu cisimler için aynca delil aranacak olursa, bu, elindeki değ­neğiyle, yoldaki tehlikelerden korunmak isteyen bir âmânın dummuna benzer. Bu iki anlayış arasındaki farkın büyüklüğü de, ortadadır.

Bilesin ki, sen bu alemle içiçe kenetlenmiş olan sebepler haritasını göz önünde bulundurmakla gö­revlisin. Bununla birlikte bu haritaların, bu planla­rın, bu illet perdesinin ve sebep ağlarının seni, hayat saatini meydana getiren mühendisin istemediği ve ayarlamadığı hedefe ulaştıramayacağını da kesin­likle bilmek zomndasın.

Bu hayat saatinin dışı, başlıbaşına müstakil bir alemdir. İçi ise, tamamen birbirine kenetlenmiş ve zembereğine bağlanmış olan hareketi, ülkelerin par­maklan arasında yokolup giden bir teşkilat görünü­mündedir.

Gök kubbesi, bu hayat saatinin çerçevesi, yer­yüzü de yatağıdır. Burçlarla ay, güneş ve yıldızlann doğup battığı yerler, o saatin dakika ve saniyeleri­nin haneleri, gece ile gündüz, milleridir. O saatin başlangıcı, ezel sabahı, yörüngesinin sonu da, ebed akşamıdır.

Zamanlara gelince, başlangıcı sonu, sonu da başlangıcıdır. Geçmiş zamanı, şimdiki zamanı ve gelecek zamanı hepsi de, eşanlamlı müşterek isim­lerden ibarettir.

Öyle ise, insanın üzerine düşenleri yapması, fakat o yaptıklarına güvenmemesi gerekir. Çünkü “Allah, bizim için ne yazıp takdir etmiş ise, bize ancak onlar ulaşır.” (3) ayet-i Kerimesine göre, sa­dece Allah’a güvenmemiz gerekmektedir. Böylece gaflettemiyiz, yoksa itaattamıyız ortaya çıkmış ola­caktır.

Çünkü, herşey, Onun emrine ve hükmüne bak­maktadır.

Çünkü, herşeyin üzerinde onun kudretinin tuğ­rası ve hakimiyetinin imzası vardır. (Bulunmakta­dır.)

Çünkü, herşey, O’nun güzel isimlerinin ve sı­fatlarının cilvesidir

Çünkü, herşey, O’nun kader kaleminin yazısı­dır.

Çünkü, herşey, O’nun yargı ve kazasının satır­larıdır

Çünkü, herşey, O’nun apaçık tecellilerinin ay­nasıdır.

Çünkü, herşey, O’nun sanatındaki sağlamlığın eseridir,

Çünkü, herşey, O’nun kudretinin çizgisidir.

Çünkü, herşey, O’nun nurunun gölgesidir.

Çünkü, herşey, O’nun birliğinin ve tekliğinin şifresidir.

Çünkü, herşey, O’nun son derece zenginliğinin, hiç kimseye muhtaç olmayaşımn ve herşeyin kendi­sine muhtaç oluşunun rumuzudur.

Çünkü, herşey, Onun marifet ve yücelik sırları­nın levhasıdır.

Çünkü, herşey, O’nun hikmetini ve hakimliğini gösteren sayfalardır.

Çünkü, herşey O’nun hükmündeki tedbirine ve hikmetindeki tertibine işaret etmektedir.

Çünkü, herşey, Onun haşmetli saltanatının as­keridir.

Çünkü, herşey, O’nu teşbih, temcid ve hamd ile anar ve kendi haline göre ibadet eder.

Çünkü, herşey, O’nun kendilerine ihsan ettiği tabii kanunlariyle yine O’nun emir ve yasaklarına uyarak kulluk yapar.

Çünkü, herşey, O’nun varlığının ve birliğinin âdil şahitleridir.

Çünkü herşeyi, O, kendi terbiyesi ile terbiye edip, geliştirmiştir

Bunların hepsi de, yaratılıştaki karakterlerine göre O’nun emrine uyarak vazifelerini yerine geti­rirler.

Batın alimleri, bu hususları, keşif ve kat’i mü- şahadelerle zahir alimleri ise, kesinlik ifade eden nakli ve aklı-i delillerle bilirler.

Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Çekirdekler ve Gerçekler

Tercüme: Abdullah Yücel

-------------------

(1) Kehf : 45.

(2) Yasin : 70

(3) Tevbe : 51

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.