Haberin Kapısı

Şeriat-Tarikat-Hakikat-Ma’rifet

TASAVVUF

Şeriatın zahiri amelleri alakadar eden kısmına FIKIH dediler. Batını amelleri alakadar eden bölümüne ise TASAVVUF dediler. Batıni amellerin çeşitli yollarına ise TARİKAT dediler;

Ey irşad talebinde bulunan kardeşim. Allah (c.c.) seni de bizleri de hakka ve doğruya kavuştursun. Amin! Bilesin ki, kısa ve icmali de olsa bu kelimelerin manasını bilmen güzel olur. Çünkü dillerde çokça dolaşmakta ve çoğu zaman insanlar bunları manalarının dışında kullanmaktadırlar. Öyle ki, insanlar bu kelimeleri kullanmada ayrılığa düşmüşlerdir. Herkes zevkine uygun olarak tefsir etmekte, bazıları da kötü maksatları uğrunda kullanmakta ve adi menfaatlerine alet etmektedir.

ŞERİAT: Ahkam-ı şer’iyyenin bütününe verilen isimdir. Mütekaddimine göre bu kelime zahir ve batın tüm amelleri muhtevidir. Nitekim İmam Ebu Hanife’nin Fıkhı;

“Nefsin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir.” (1) şeklinde tarif ettiği rivayet edilir.

Daha sonra müteahhirin geldi ve şeriatın zahiri amelleri alakadar eden kısmına FIKIH dediler. Batını amelleri alakadar eden bölümüne ise TASAVVUF dediler. Batıni amellerin çeşitli yollarına ise TARİKAT dediler; Daha sonra bu batıni amellerdeki güzellik neticesinde kalbde meydana gelen safvet ve parlaklık sebebiyle kainatın ayan ve ağrazı özellikle güzel ve çirkin amelleri zati ve sıfati olmak üzere ilahi hakikatler ve hassaten kul ile Allah (c.c.) arasındaki muameleleri ilgilendiren bazı hakikatlerin kalbe açılanlarına HAKİKAT denir. Bu açılışa da MA’RİFET adı verilir. Bu keşiflerin sahibine de MUHAKKİK ve ARİF adı verilir. Bütün bunlar şeriatın uydularıdır. Şeriat ağacından türüyen dal ve budaklar gibidirler. Şeriatın ışığı altında bulunmayan ve Resulullah (s.a.v.)’ın sünnetine uymayan tarikat ve hakikat muteber değildir. Avam arasında dolaşan “Şeriat sadece zahiri amellere denir” sözü ise hiçbir alim tarafından nakledilmemiştir.

Evet Müslümanların üstadı İmam-ı Hakim Ebu Hamid El-Gazali (rah.)’nin mevzu ile alakalı tahliline bak, diyor ki; “Fıkıh ilk asırlarda ahiret yolunu, nefsin sinsi afetlerini, amelleri ifsad eden şeyleri dünyayı tahkir edecek ihata gücünü, ahiret ni’metlerini elde etmenin zorluğunu ve Allah (c.c.) korkusunun kalbde yerleşmesini gösteren bir ilim dalıydı.. Bu asırda ise fer’i ve garip fetvaları bilmeye, onların ince illetlerine vakıf olmaya, konuyla ilgili çok söz söylemeye ve onunla ilgili söz ve makaleleri ezberlemeye tahsis edilmiştir.

İlim lafzı da ilk asırlarda Allah (c.c.)’ı ve O’nun ayetlerini bilme, kulları ve mahlukatı ilgilendiren fiillerini öğrenmeye tahsis olunurdu. Zamanın insanları ise onu değiştire değiştire çoğunlukla fıkıh ve benzeri meselelerde hasmıyla münazara yapmayı iş edinen kimselere tahsis ettiler.

İlk müslümanlara göre tevhid, insanın bütün sebep ve vasıtalara iltifattan alakayı keserek, her şeyin Allah (c.c.)’tan geldiğini, hayır ve şerrin de O’ndan kaynaklandığını bilmekti. Bugün ise konuşma ve mücadele yollarını öğrenme sanatı, hasmı nakzedici yolların ihata etme bilgisi, çok sormak, şüphe yaymak, susturucu sözler söylemek suretiyle ukalalık yapmaktan ibaret kılındı. Hatta bu söz sanatkarlarından bazıları kendilerine “tevhid ve adalet sahibi” diye lakap taktılar. Halbuki tezkiyeden murad AIlah-u Teala’nın

“Sen sadece Kur’an ile vaz’et, çünkü şüphesiz öğüt mü’minlere fayda verir.” (2) ayetiyle kastettiği manadır. Fakat zamanın vaizleri bunu, şiir söyleme, kıssa ve hikaye anlatma sanatına çevirdiler.”

Gazali teessüflerini belirterek daha sonra şöyle diyor: “Bir fakihten bu lafızların manalarından biri sorulsa veya faizden korunma yolları istense, farz-ı ayn olmasına ve ihmali dolayısıyla ahirette helakine sebeb olmasına rağmen susacaktır. Eğer ona, liandan, zihardan, müsabaka ve atıştan sorsan, sana asırlar geçse ihtiyaç duyulmayacak küçük meseleleri ciltlerle anlatır durur. Daha sonra hasret çekerek devam eder. Ama ahiret yolunun ilmi ve selef-i salihinin üzerinde dikkatle durduğu, Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’inde fıkıh, hikmet, ilim, ziya, nur, hidayet, rüşt olarak isimlendirdiği bu ilimler dürüldü ve insanlar arasında unutulup gitti.” Ey üstad, yemin ederim ki bunda haklısın, Çünkü o, İslam alemini ve alimlerini dolaşıp görmüş ve gözü ile bu sönük kandili müşahede etmiştir.

Şeyh Muhammed Nurullah El-Cezeri/Tasavvufun Sırlar

Tercüme: İbrahim öztürk

-------------------------

(1) İbni Abidin c. 1, s. 61

(2) Ez-Zariyat: 55

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.