Haberin Kapısı

Şeyh Ömer Zengani (ra) Hayatı ve Kişiliği

TASAVVUF

Tasavvufta ve İlimde kendi zamanının okyanusu olarak bilinen şeyh Ömer Ez-Zengani (ks) Hayatı ve Kişiliği

Kendi zamanında, tasavvufun ve ilmin okyanusu olarak tavsif edilen Şeyh Ömer ez-Zengânî sümme’l-Cezerî, Arebiya Aşîreti’ne mensup Kureyşâ Köyü’nde dünyaya gelir. Doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Kureyşâ Köyü, Cizre’nin batısında yaklaşık 70 km., Dicle Nehri’nin batı kenarından yaklaşık 10 km. uzaklıktadır. B köy, Mardin ili Kerborân (Dargeçit) ilçesine bağlı Ammâra (Temelli) Köyü ile Zengâ (Karabayır) köylerine üçgen oluşturan ve Çiyâ-yi Sitî (Sitî Dağı)’nin kuzeyinin hemen eteğinde bulunan Kerben (Suçatı) Köyü’nün mezrâsı olan Birkevân (Çınaraltı) Köyü’nü sınırlan içindedir. Birkevân Köyü’nün bir mahallesi de sayılan bu köy, Berkevân'ın doğu tarafından 2 km. uzaklıktadır. Şu an harâbe haline gelen köyde Kureyşâ Mezârlığı ve köylülerin arâzîleri bulunmaktadır.

Şeyh Ömer ez-Zengânî’nin mezârı, aynı köyde heybetli bir ormanlıkta bulunmaktadır. Ömer ez-Zengânî, çevrede herkesçe ma’rûf ve nesebi Rasûlullah (s.a.s.)’a dayanan yerel lehçede “Pikureş” (Pîr-i Kureyş) diye bilinen zâtın ahfadındandır. Şu anda bu köyde âilesine âit “Pikureş Tarlalan ve Değirmenleri” diye bilinen tarla ile bir de su değirmeni bulunmaktadır.

Şeyh Ömer ez-Zengânî’nin babası Mustafa Efendi’nin [1] çocukları, okumaya başladıktan sonra öldükleri halde, okumalarını çok istediği için tek çocuğu olarak kalan Ömer’i de ölürse dahi okutmak istemiş, ancak bu defa da babası Mustafa Efendi vefat etmiştir. Babasının vefatından sonra yetim kalan Ömer’in annesinin de başka birisiyle evlenmesi ile tek başına yalnız kalmıştır. Artık ne babası ne annesi ve ne de kardeşiyle olmayan Ömer akrabaları tarafından Ğerzâ Aşîreti’nin bir köyüne okumaya yollanır.

Köyü olan Bîrkevân’m (Çınaraltı) Kureyşkâ mezrasına geri döndüğünde, asnn felâketi diye bilinen kolera hastalığının mıntıkayı sardığını, dolayısıyla da kendi köyünün de bu semâvî âfetten büyük çapta etkilendiğini ve tüm âilesini bu hastalıktan dolayı kaybettiğini öğrenir. Öyle ki ne yakın ne de uzak akrabası sayılacak hiçbir kimsesi kalmamış, o köyde bulunan tüm Pikureş (Pîr-i Kureyş) âilesinden sadece kendisi hayatta kalmıştır. Çok küçük yaşlarda olduğu ve kendisine bakacak kimsesi olmadığı için, sonradan nispet edileceği, köylerinin kıble cihetinde bulunan Asiyye adındaki anneannesinin medfün olduğu ve evli olarak bulunan Ayşe ismindeki teyzesinin ikâmet ettiği Zengân (Karabayır) Köyü’ne [2] giderek, teyzesinin himayesine girer. Tbyzesi Ayşe Hanım, kıt olan imkânları dâhilinde yetîm yeğenine bakarak üzerine titrer. Çok sevdiği yeğenine şöyle bir tekerleme terennüm eder : “Ömer enî sıfr û seni stûna xenî” yani “Ömer gözüm, hem sofram hem de evimin direği...”

Ayşe Hatun yeğeni küçük Ömer’i, ders alması için o zamanın tek eğitim sistemi olan “feqe”lik (talebelik) yapmak üzere Zengân Köyü câmisinin hocasına, tekrar okuması için emanet eder. Köyün hocaefendisi onu câmisinde az sayıda baktığı talebelerinin içine alır. Kış mevsimi olduğu için eski talebeler kaldıkları “hücre (medrese)”nin tavanı akmasın diye üzerini bânger (yuvarlak silindir taş) ile gezdirerek sıkıştırmak suretiyle kardan temizlemek üzere yeni gelen ve kendilerinden yaşça daha küçük olan Ömer’i dama gönderirler. Çıktıktan bir süre sonra sanki başlarına dam düşecekmiş gibi şiddetli bir şekilde silindirin gezdirildiğini hissederek çok korkarlar. Birkaç talebe dışarıya fırlar, ne görsünler! Küçük Ömer damda olmayıp saçağın altında soğuktan titrer vaziyettedir. Talebeler bu durum karşısında hayret içerisinde kendi aralarında şöyle konuşurlar: “Mâdem ki damda olan Ömer değil, peki o halde bângeri şiddetli şekilde gezdirerek damı kim temizliyordu” diye merâk ederek hemen dama çıkarlar ve bakarlar ki, dam kardan temizlenmiş, çok ağır taş kütlesinden yapılmış bu bângerin kendiliğinden, sanki çok güçlü bir kimse tarafından kullanılıyor gibi şiddetli bir şekilde gidip gelmekte olduğunu müşahede ederler. Bu manzara karşısında talebeler korkarak Ömer’i de alıp içeriye girerler ve sabaha kadar uyuyamazlar. Sabah ezânını okumak ve namazı kıldırmak için her gün olduğu gibi camiye gelen hocaları bakar ki talebeler dehşet içinde onu bekliyorlar. Bu endişelerinin sebebini sorduğunda talebeler, şahit oldukları vakıâyı hocalarına anlatırlar. Bunun üzerine hocaefendi, sabah namazından sonra Ömer’in teyzesi Ayşe Hatunu çağırarak onu, daha âlim bir hocada okuması için daha uygun bir medreseye göndermesini tavsiye eder ve beraberce kime yollayacaklarına karar verirler.

Dicle Nehrinin karşı tarafının batı cihetinde bulunan, Botan bölgesindeki Basret Köyü [3] nde, Ahfad-ı Resul (s.a.v)’den olup, nesebi Hazreti Hüseyin’e dayanan zahiri ve manevi ilimlerde üstat olan, mıntıkanın en maruf ve en meşhur medrese ve dergâhının sahibi kabul edilen Nakşibendî şeyhi ve postnişini [4] Şeyh Halid ez-Zêbari (k.s) Hazretlerine gönderirler.

Şeyh Hâlid ez-Zibârî Hz.leri, okumak için kendilerine gelen Ömer ez-Zengânî’yi görür görmez ona dikkatle bakarak ondaki cevheri keşfeder.

Hicrî 1286’da vefat edecek olan Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.lerinden sonra yerine geçerek namı cihana yayılan bu muhteşem medrese ve dergâhı idare edecek ve ikisinin de ahfad (torunlar)’ımn aralarında evlilik yapacak olan küçük Ömer’i çok sever ve ona büyük bir itina gösterir. Artık küçük Ömer burada, hayatının maddî ve manevî terbiyesini en iyi derecede alacak, medrese ve tasavvuf eğitiminin neredeyse tamamını görecek ortamı bulmuştur. Medresenin ve dergâhın her safhasında en üst basamakta yer almak konusunda büyük bir çaba göstererek medrese usûlünde başarılı bir safha olan talip [4] [5] seviyesine ulaşmış, artık hocasının medrese sorumluluğunu dahi gerektiğinde üstlenerek, ilim ve tarikat icazetlerini alacağı zamana kadar burada kalmıştır.[6]

Zamanı gelince ilim ve tarikatın icâzetlerini verdikten sonra kendisine çok güvı ve onu çok seven hocası Şeyh Hâlid Hz.leri, onu vasîsi bulunduğu müridânından Ç Reşîd ed-Dirşevî’nin iki kerîmesinden büyüğü olan Halime Hatun’a [7] söz keser vî süre sonra da evlendirir. Küçüğü Safiye Hatunu ise küçük oğlu Hüseyin’e nişanlar.

Aslen Botân Bölgesinin Gabar Dağlarının arkasında bulunan Dirşev Köyünden oll Cizre’den 15 km. uzaklıktaki Mema Aşiretine bağlı Hoser (Düzova) Köyünde, hl hocalık hem de tarikatın hizmetini yaparken hac vazifesini yerine getirmek için gitt Mekke-i Mükerreme’de vefat edip (m,1868/h.l285) Cennetu’l-Mualla’da defnedil Şeyh Reşid Hz.leri, Hicaz seferine çıkarken “Halime, Abdülhakîm, Muhammed Nûrî Sâfiye” adındaki dört çocuğuna, Basret Köyü’nde Postnişîn olan Şeyh Hâlid-i Zîbârî1 vasi olarak tayin ederek geride bıraktığı âilesini emanet etmiştir.

Şeyh Hâlid-i Zîbârî Hz.leri, çok sevdiği talebesini küçük yaşma rağmen en küç oğlu Hüseyin’e bacanak yaparak bir nevi ilk akrabalık temelini o zaman atmıştır. [8]

Şeyh Ömer ez-Zengani Hazretleri Basret’te, Hacegâni Halidi Tarikatını ve ilim icazetlerini Şeyh Halid Hazretlerinden almış ve Halime Hatunla evlenme zamanına kadar Şeyh Halid’in terbiyesinde, ilimde umman, manada arif-i billâh oluncaya kadar kalmıştır. Ancak bu sürenin ne kadar olduğu tam olarak bilinmemektedir.

Hocası Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.leri, değerli ve istikbal va’deden Ömer ez-Zengânî’ye bir gün dönerek şöyle der: “Ya Ömer! Şeyh Reşîd’in kızının sıdâk (mehir)’ı, rahmetli Şeyh Reşîd’in yetîm iki küçük oğlu Abdülhakîm’i ve Muhammed Nûrfyi okutmandır. Bu iki küçük yavruya sen bizâtihî ders vereceksin!” diye tembihte bulunduktan sonra talebesini Halime Hatunla evlendirir.

Şeyh Hâlid Hz.leri, Şeyh Reşîd Efendi’nin vefatı üzerine imamsız kalan Cizre’nin Hoser Köyüne hocalık yapması ve köyde bulunan Şeyh Reşîd Efendinin âile efrâdı sahipsiz kalmasın diye Ömer ez-Zengânî’yi bu köye gönderir. Ömer ez-Zengânî bu köyde imamlık yapmakla birlikte bu bölgede medreseye yeniden bir canlılık kazandırır.

Aslen Botân’ın Meydin Köyünden olup Hoser Köyünde Şeyh Reşîd’ten önce imamlık ve müderrislik yapan Halime Hatunun dedesi Molla Ali Meydinî’nin, Fâtıme adlı kızıyla evli olan Şeyh Reşîd Hz.leri’nin kâimbiraderi Mahmud Hocanın oğlu Abdurrahman da Şeyh Ömer ez-Zengânî köye geldikten sonra ondan ders almıştır. Sonradan “Molla Abdurrahman Hoserî” diye bilinecek bu zâtın kendisi gibi çocukları arasında da tanınmış âlimler çıkacaktır.

Şunun da bilinmesi gerekir ki Halime Hatunun annesi Fâtıme Hatun, Molla Ali-i Meydinî’nin kızı olup, adı geçen Abdurrahman Hoca’nın babası Mahmud Hoca’nın kız kardeşidir. Dolayısıyla Abdurrahman Hocayla Halîme Hâtûn kuzendirler.[9]

Hoser Köyünde tedrisata başlayan Ömer ez-Zengani’nin gerek ilmi ve gerekse tasavvufi manada namı, kısa bir zaman içinde bölgeye yayılır. Talebeler yetiştirir, müridana nefislerini nasıl terbiye ve tezkiye edeceklerini, sadat-ı tarik’ten aldığı fuyuzât-ı Rabbaninin muvacehesinde ezkarı telkin eder.


Bütün bu ilim hizmeti ve neşriyatı hocası Şeyh Hâlid Hz.lerinin vefat ettiği zamanı kadar mutat bir şekilde Hoser Köyünde devam etmiştir.

Hocası ve şeyhi olan Şeyh Hâlid Hz.leri irşad seferindeyken selefleri gibi sevdiği Cizir-a Botân’a/Cizre’ye geldiğinde buradaki öğrencisi Ömer ez-Zengânî de kendilerim katılmışlardır. Hocası Şeyh Hâlid Hz.leri hastalanır ve h,1286’da Cizre seferindeykeı vefât ederek Basret Köyünde defnedilir.

Vefât etmeden önce oğlu Şeyh Hüseyin’i ve tüm vazifelerini herkesin önünde öme ez-Zengânî’ye bıraktığını vasiyet ederek şöyle der “Ey Şeyh Ömer! Oğlum Hüseyin’i senin ona tüm ilmini okutup büyüyünceye kadarki sürede dergâh ve medreseyi sanı emânet ediyorum.” Burada ilk defa hocası Ömer ez-Zengânî’ye halkın, tüm hulefl ve talebelerin önünde “Şeyh Ömer” diye hitap ederek Şeyh Ömer’in şeyhliğin ve postnişînliğini tabiri câizse mühürleyerek tüm yetkilerini ona devrettiğini ilai etmektedir.

Şeyh Hâlid-i Zîbârî, şeyhinin şeyhi olan Şeyh Sâlih-i Sipkî ve onun da şeyhi olai Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin de medfun olduğu, irşad postnişînliğinin ve medresenin merkez olan Basret Köyünde defhedilmiştir. Bu defin esnasında tüm hulefa, ulemâ ve mUrîd&l oraya akın akın gelmişlerdir.

Şeyh Hâlid-i Zîbârî Hz.lerinin vasiyetnamesi orada tekrar okunarak, yerini oğlt Hüseyin’e bırakmak istediğini ancak oğlunun çok küçük olmasından dolayı oğlum okutuncaya ve onu yetiştirinceye kadar âilesinin, dergâhın, medresenin idaresini ve tün vekâletini Şeyh Ömer’e bıraktığını beyan etmiştir.

Şeyh Hâlid-i Zîbârî Hz.leri vefatından önce de Ömer ez-Zengânî’nin kendisini sol ziyaretinde bu konuyu ona açmış ve sana bu konuda güveniyorum demiştir. Hocası Şeyi Hâlid Zibârî Hz.leri: “Eğer ben yakın zamanda bu dünyadan göçüp dâr-ı bekaya irtiha edersem oğlum Hüseyin’i sen okutacak, medrese ve dergâha bakacak ve tüm âilemil durumundan bizâtihî sorumlu olacaksın!” demiştir. Bu nadide talebesi hürmeten hiç seı çıkartmadan onu dinlemiş, Şeyh Hâlid ez-Zibârî Hz.lerinin vefatına kadar bu konuyt kimseye söylememiş, bu vasiyeti kimseyle paylaşmamıştı.

Tüm gözler, Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.lerinin âilesine, medresesine ve dergâhını vasî olarak tayin edilerek bütün bu hadiselerden sonra kendisine artık “Şeyh Ömer ez Zengânî” denilen Ömer Efendi’dedir. Artık dergâh gibi medrese de kendisine emane edildiği için baş müderrislik yapar ve Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.lerinin kendisine emane ettiği oğlu Hüseyin’in derslerini bizzât kendisi vermektedir.

Küçük yaştaki Hüseyin’in hilâfetinin vasiyet edildiğini bilen bu dergâhın eski bazı postnişînlerinin itirazı karşısında Şeyh Ömer Hz.lerinin gerek İlmî ve aklî davranışlarının, gerekse irade ve idaresinin karşısında vazgeçmekten başka çareleri kalmaz. Böylece Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.lerinin tavsiye ve isteğine uygun bir şekilde herkes dergâhı kabullenerek biat eder. Altı seneden fazla devam eden bu süre zarfında bu muhteşem medrese ve dergâhın tüm sorumluluğunu üstlenen Şeyh Ömer ez-Zengânî tam bir fedakârlık örneği göstermiştir. Özellikle kendisine emanet edilen Şeyh Hüseyin el-Basretî’nin derslerini bizâtihî kendisi vererek onu sıkı bir eğitimden geçirmiştir. Hocasının oğlunu bu şekilde sahiplenip ve onu okuttuğu için bir nebze de olsa borcunu ödemekte ve bu durumdan da manen haz almaktadır.

Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.lerinin yanında hocasının oğlu Şeyh Hüseyin el-Basretî ile berâber birçok talebe ders okumuştur. Bu talebelerden ilimde layık olanlara sırası gelince tek tek ilim icâzeti vermiştir. Bunların arasında, Botân’ın Fındık Köyünden nesebi Hz. Haşan (r.a.)’a dayanan Abdulkadir Geylanî Hz.leri (k.s.)’nin torunlarından Seyyid Haşan (ERZEN) el-Fındıkî, Mele Saîd-i Berreşî, Molla Abdurrahman-i Hoserî ve medrese usûlünde okutulan istiâre ilminde kaynak kitap olarak bilinen Sutûr kitabının yazarı Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.lerinin kâimbiraderi Abdulhakîm ed-Dirşevî de onun yanında okuyup, ondan ilim icâzetlerini almışlardır.

Bu geçen süre zarfında Şeyh Ömer Hz.lerinin sabahlara kadar onunla meşgul olduğu Şeyh Hüseyin Hz.leri, derslerine ara vermeksizin devam etmiştir. Şeyh Ömer Hz.leri, bu genç talebesinde yorgunluk alametlerini hissedince “gel seninle güreş tutalım!” diyerek onunla şakalaştığı anlar olmuştur. Sırf bu genç talebe ruhen ve bedenen istirahat etsin ve ders havası biraz dağılsın diye onunla şakalaşarak “Ben Tori bir hocayım, sen Botî bir gençsin, gel bakalım bir güreş tutalım, bakalım kim kimi yenecek” orijinal cümlesi “ez melaye Torîme tu lavıke Bohtiyî ve re em herin hev du bı qebu ka kî ye bi kare kî” diyerek onunla güreş tutar ve diğer medrese oyunlarını oynarlardı. Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.leri bunu yapmakla, hızlı eğitim gören genç talebesini dinlendirmeye çalışıyordu.

Şeyh Ömer, medresede baş müderrislik ve orada tarikatın postnişînliğini üstlenerek şeyhlik yapması, Basret’in o muhteşem ismini gündemde tutuyor, performansının zayıflamasını önleyerek ahlâkta ve ilimde şeyhi Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.lerinin vasiyetine gösterdiği riâyet ve vefakârlığından dolayı herkesi hayran bırakıyordu.

Medresedeki ilmini bitirip icâzet alma zamanı gelen Şeyh Hüseyin, ilim icâzetini hocasından değil de meşhur bir hocaefendi olan başka bir zâttan almak ister. Şeyh Hüseyin’in bu karan karşısında tüm derslerini veren ve bunca müddet ona hocalık yapan Şeyh Ömer Hz.leri, kendi icâzetini onun pederi Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.lerinden aldığı gibi onun da ilim icâzetini kendisinden alması yönünde ne herhangi bir imada bulunuyor ve ne de bu meyanda bir fikir beyan ediyordu. Kendisi sadece Şeyh Hüseyin Hz.lerinin istek ve arzularını yerine getirmeye çalışıyordu.

Bunun üzerine hocasıyla berâber o zâta gidip icâzet almak için karar verip kerva halinde o hocanın bulunduğu yere gitmek için yola koyulurlar. Bir süre yola devai edildikten sonra vakti giren namazı eda etmek için bir derenin kenarında mola verili Cemaatle kılman namazdan sonra Şeyh Hüseyin Hz.leri, hocası Şeyh Ömer ez Zengânî’ye uykusunun geldiğini söyler. Bunun üzerine namazlarını kıldıkları der kenarındaki taştan döşenmiş ferş10 denilen namazgâhta başını hocasının dizine koyara uyur. Çok geçmeden Şeyh Hüseyin el-Basretî Hz.leri sevinç içinde uyanarak, başir dizine koyduğu hocası Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.leri’nin boynuna sarılarak seferlerin buradan kesip, geri döneceklerini söyler. Hocası bunun sebebini sorunca, Şeyh Hüseyiı Hz.leri der ki: “Ben uyumak için başımı sizin dizinize koyduktan sonra uykuyl uyanıklık arasında baktım ki babam Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.leri sanki hayadaymış gib tebessüm ederek bana yaklaşarak,”

“Ey oğul! Hocan Şeyh Ömer ile nereye gidiyorsunuz?’ diye sorunca, ben de,

“İlmimi bitirdim, kendilerinden ilim icâzetimi almak için falan yerdeki- falaı hocaya gidiyoruz”, dedim. Bunun üzerine babam Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.leri,

“Size vasî olarak bıraktığım hocan Şeyh Ömer’dir. İlim icâzetini sadece ondaı alacaksın!” dedi.

Hem babamı gördüğüm, hem de bana doğru yolu gösterdiği için bende de müthiş bi sevinç oluşuverdi ve uyku ile uyanıklık arasındaki hâlden birden uyanıverdim.

Bu olaydan sonra Şeyh Hüseyin, hocası Şeyh Ömer ve maiyetlerindeki kafi leyli berâber, namaz kıldıkları derenin kenanndan tekrar Basret Köyüne geri dönerler.

Şeyh Hüseyin’in hocası Şeyh Ömer ez-Zengânî’den icâzet alacağı hayırlı merasime tüm hulefa, müridân ve sevenlere haber salınır ve davet edilirler. Bu hayırlı merasin gerektiği şekilde Basret Köyü’nde icra edildikten sonra, Şeyh Ömer Hz.leri medreseyi vi dergâhı, tam bir gönül rahatlığıyla Şeyh Hüseyin’e devreder. Hocası Şeyh Hâlid-i Zibâr Hz.lerinin arzuladıkları gibi tam bir samimiyet ve teslimiyet örneğini vererek kendisin« verilen tüm bu görevleri en iyi şekilde îfa etmenin hazzına varmış bulunmaktadır.

Bunun üzerine Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.leri bunca sene önce şeyhinin veiâtındar dolayı terk ettiği Hoser Köyüne tekrar geri döner. Ancak döndüğü gün, Nusaybin'in Aliyan Aşiretinin Badiyan veya Deruna Mer-i Köyü’nde ikâmet eden ve Şeyh Sâlih-i Sipkî’nin oğlu Şeyh Yahya Efendi, Şeyh Hüseyin Hz.leri’nin yaşının küçük olmasındar dolayı Basret Postnişînliğine sanki itiraz ederek kendilerinin buna daha uygun olduğu iddiası haberini alan Şeyh Ömer Hz.leri köye avdetinden sadece bir gün geçmesine rağmen hiç beklemeden Basret Köyüne tekrar geri döner. Şeyh Ömer Hz. teri, olaya hemen el koyarak iradesinin ne kadar güçlü ve hocasına verdiği sözün manevi sorumluluğunun bir gereği olarak sadakat göstererek bu olayı da çözmüştür.

Şeyh Ömer ez-Zengani Hazretleri, “Şeyh Halid ez-Zêbari Hazretleri hayattayken oğlu Şeyh Hüseyin Hz.lerine, tarikat icâzetini vermek suretiyle tarikat hilâfetini vermiştir. Geçen bu uzun süre zarfında medrese eğitim sürecinden geçerek ilimde çok yüksek bir seviyeye ulaştığını ve ilim icâzetini bizzât kendim verdim. Bundan dolayı postnişînliğine engel bir durum olmamakla berâber bunun için gerekli iki şart olan ilim ve tarikat icâzetlerinin mevcut olduğunu, dolayısıyla mutlaka onun postnişîn olmasının gerekli olduğunu” söyleyerek, Şeyh Sâlih-i Sipkî’nin oğlu Şeyh Yahyâ’nın bu nevi bir itirazını akamete uğratır ve onun bu düşüncesine şiddetle karşı koyarak kesin çözüm getirir.

Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.leri, müridândan, âkil ve bilge olarak bilinen “Mele Muhammed-i Zılfe” adındaki zâtı, Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.lerinin vefatlarından sonra Şam’da bulunan ana dergâhtaki beş kişiden müteşekkil istişare heyetine bir mektupla yollar. Bu mektubun içeriğinde, Şeyh Hâlid-i Zîbârî Hz.lerinin oğlu Şeyh Hüseyin’e hilâfet verdiğini, ilim tahsilini yapıp ilim icâzetini aldıktan sonra zamanı gelince Basret dergâhının postnişînliğini yapma vasiyyetini, dergâhının postnişînlik durumunu, Şeyh Hüseyin Hz.leri’nin vaziyetini ve diğer tüm gelişmeleri kapsayan hususlar bulunmaktaydı.

Şam’a varan Mele Muhammed-i Zılfe, kimseyi tanımıyor. Uzun süren yol yorgunluğundan sonra, dergâhın avlusunda bulunan mezârlıktaki bir mezâr taşma sırtını dayayarak oturuyor. O anda bir evin kapısından çıkan yaşlı bir hanım ona yaklaşarak, “Sen Cizîr’in Botân Bölgesinin Basret Dergâhından gelen Mele Muhammed-i Zılfe olan zât mısın?” diye sorunca, hayretler içinde “evet” der. Şam’a geldiğini kimseye söylemeyip, kimse ile tanışmadığı halde adı nasıl biliniyor. Akimdan geçen soruyu sormadan ihtiyar hanımın arkasına takılarak kapıya doğru gider. İçeriye giren ihtiyar hanım, kapı arkasından içeriye giremeyen Mele Muhammed-i Zılfe’ye “hoş geldin” der. Daha sonra da oraya dört zât daha gelerek, onunla tanışır. Meğer kapının arkasından konuşan bu muhterem hanım, Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.lerinin yaşlı hanımı ve kapıya gelip onunla tanışanlar da dergâhın diğer heyet üyeleriymiş.

Mele Muhammed-i Zılfe, Botân’m Basret Köyünde bulunan dergâhtan gelip heyete bir mesaj getirdiğini anlatınca, onlar da “zâten seni bekliyorduk” diye cevap verirler. Bunun üzerine Mele Muhammed-i Zılfe, bu istişare heyetine, Şeyh Ömer’den getirdiği -Şeyh Hâlid ez-Zîbârî Hz.lerinin vefatından önce oğlu Şeyh Hüseyin ve Basret dergâhı ile ilgili bırakmış olduğu vasiyyetinin gereği ve içeriği ile ilgili- risâleyi verir. Bunun yanında kendisi de heyet üyelerine sözlü olarak bazı izahatlarda bulunarak getirdiği risâlenin sebep ve içeriğini özetleyerek şöyle der:

“Bu risalede, Şeyh Hâlid-i Zibârî Hz.lerinin vasiyyetlerinin tüm, maddelerine riayet edilerek bu süre zarfında Şeyh Ömer, Şeyh Hüseyin’e ilmini bitirtip icâzetini verdiği ve vasiyetin son maddesi olan Basret postnişînliğine de -babası Şeyh Hâlid-i Zibârî’nin tarikat icâzetinin bıraktığı dolayısıyla da halifeliğini almış bulunan- Şeyh Hüseyin Hazretlerinin oturduğu, bunun teyidi için Şam-ı Şerifte bulunan, Nakşî Hâlidî ana dergahından onayın alınmasının daha münasip olduğunu ve onlarda münasip görürlerse bu onayı istedikleri hususlarını anlatılıyordu.

Mele Muhammed-i Zılfe’nin izâhât ve konuşması bitince bu muhterem yaşlı hanın Mele Muhammed-i Zılfe’ye der ki;

“Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.leri vefat etmeden bir süre önce bize; “Ben vefî ettikten sonra Basret dergâhından halîfemizin postnişîn elçisi olarak, Cizir â Botân’dar Mele Muhammed-i Zılfe diye bilinen, sâlih bir zât size gelecek. O zâta, Basret dergâhın ulaştırmak için halifelik izni ile berâber bu bohçayı veriniz” emir buyurarak vasiyyettı bulunmuştu.” Yaşlı hanım devamında der ki: “Ben o gün, izin ve bohçadan oluşaı bu emanetlerin sahibi gelinceye kadar yaşayacağımı hissettim ve hep sizin gelişiniz bekledim. Sizi görür görmez -Allah’tan bir ilhâm ve lütuf ile- Mele Muhammed-i Zılfi olduğunuzu hissettim.” Daha sonra bohçayı getirip içindekilere berâberce baktılar. Bı bohçanın içinde Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.lerinin cübbesi, sanğı ve ortasındı dört adet kırmızı mercan taşı bulunan yüsür ağacından tespihi bulunmaktaydı. Bı bohçayla berâber Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.lerinin sağlığında emrettiği halîfelil izni bu beş heyet üyesi tarafından yazılıp Mele Muhammed-i Zılfe’ye teslim ‘edilil Mele Muhammed-i Zılfe de icâzet ve malum bohçayı alarak Basret Dergâhına ger döner. Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn el-Bağdadî eş-Şehrezurî Hz.lerinin hayatta kalaı bu muhterem yaşlı hanımı, beyinin son vasiyyetini de en iyi şekilde yerine getirdikte! sonra vefat ederek dâr-ı bekaya irtihal eder. Kerametlerle dolu halifelik hadisesi, bı şekilde tarihin her boyutunda ve keramet safhasında yerini almıştır.{11]

Mevlânâ Zülcenaheyn Hz.leri hayattayken dile getirdiği halifelik izni, onun emirler üzerine verildiğinden direkt Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.lerinin halîfeleri sayıldlğ hususu iyi anlaşılmalıdır. Bununla berâber icâzetlerin heyet tarafından kâğıtlan yazılmak suretiyle tahriri onların ellerinden alındığı için de “Bu halifelik, Mevl&ni Zülcenaheyn Hz.lerin Ehl-i Beyti’nden alınmıştır” şeklinde sonraki postnişînleriı verdikleri icâzetlerde bazen beyan edilerek, bu şekilde kayıtlara geçmiştir. [12]

Mektubat/Şeyh Seyda-İbrahim Öztürk Tecümesi

Alt Bilgi: Muhammed Baki Seyda

----------------------------------------

[1] Mustafa Efendi daha kundakta iken, bir yaz mevsimi gecesi güçlü bir fırtına onu beşiğiyle damdan alıp götürür. Babası Hâmid Efendi bu fırtınanın oğlunu beşiğiyle beraber nereye savurduğunu bilemediği için köylülerle beraber onu aramaları neticesinde, bebek Mustafa’yı bahçede beşiğinin içinde uyur vaziyette bulurlar. Olaya bu şekilde vakıf olması babası Hâmid Efendi, “Alla hu alem bu yavrudan güzel şeyler sâdır olacağını ve bu olayda büyük sırlar olduğunu buyururlar. Şeyh Ömer Hz.lerinin ninesi Hâcer Hâtun’un da Kur’ân-ı Kerîm hâfızı olmakla beraber tüm ilimleri mücehhez ve aynı zamanda büyük bir hattat olduğu anlatılır. Bir seferinde kendi yazdığı Kur*ân-ı Keriminin sonun da şöyle bir not düşmüş:

“Eğer bu yazdığım Mushaf’ın yazısı düzgün olmayıp hat kurallarına aykırı herhangi bir eksiklik varsa o bendendir zira ben çocuğumun beşiğini ayağımın başparmağıyla sallayarak bu Mushaf’ı yazdım. Dolaysıyla da yazı yazarken ellerim bir nebzede olsa sallanıyordu bundan dolayı yazılar düzgün olmadıkları görülürse suç bendendir’’ diyerek nefsini bu şekilde terbiye etmeye çalışmıştır.

[2] Zengin (Karabayır) Köyünde, Ömer’in teyzesi Ayşe’nin Hâne adındaki kızından, büyük âlim ve mutasavvıf' olan Zengânlı Mele Muhammed Emîn (ASLAN) adında bir oğlu olacak. Takdîr-i Huda zamanı geldiğinde, adı geçen küçük Ömer'in, en küçük mahdumları, zamanın meşhur şahsiyeti olan bu mektubâtın sahibi Şeyh Muhammed Saîd SeydA cl-Cezert'den ilim icazeti almanın yanı sıra, maneviyatta da hocasına intisap ederek tarikat alacaklardır. Cum­huriyet döneminde teyzesi Ayşe'nin Hane adındaki kızından olan torunları "Aslan" soyadını alınışlardır.

[3]- Basret (Cızira Botân’ın Basret Dergâhı), Cizre’nin kuzeyinde olup, bir kısım toprağı Botân’ın Hacialiya Aşîr diğer bir kısmı da Botân’ın başka bir aşireti olan Dirşev Aşireti’nin topraklarında bulunuyor. Eski Basret, Basret’in ortasından geçen derenin kıble yakasındaki Hacı Aliya toprağındadır. Basret’te ilk dergâh ve medreseyi kuran zât olan Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri ile halifesi, kendisinden sonraki postnişini ve damadı olan Şeyh Salih- Hz.lerinin mezarları Eski Basret Köyünde bulunmaktadır.

Adı zikredilen Basret köyü ve bölgedeki Nakşî Hâlidî Tarikatının payitahtı oluşu: Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî Hz.lerinin torunu Şeyh Ahmet Efendi’den rivayet ediliyor ki: Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.leri hayatındaki son halifesi olan Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerine derki: "Cizre halkı irşâd olmadan Cizre’den ayrılma!” Bu emir üzerine Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri de Cizre ve havalisinde insanları irşâd etmeye başlar. Mevlânâ Hz.lerinin emri üzerine Cizre’den de ayrılmaz ta ki bir gün Cizre’nin kenarında akmakta olan Dicle Nehrini geçmek için kullanılınan gemide günlerce sahipsiz bulanan bir heybenin birisi tarafından alınıp götürüldükten sonra. Bu olayı duyar halkı kendisine âit olmayan heybeyi alan adamı dışlıyor ve adamı Cizre’den kovuyorlar. Cizrelilerden kendisine âit olmayan bir heybeyi alan adamın karşı bu olumlu duruş ve hassasiyetlerini gören Şeyh Hâlid-i Cezerî Cizrelilerin artık bu kadar İslâmî ahlâkla mücehhez ve insani duygularla irşâd olduklarını görünce de şükür eder Cizre’nin dışına artık çıkabileceğine kanaat getirir. Zira mürşidi Hz. Mevlânâ, kendisine, “Cizre halkı irşâd Olmadan Cizre’den ayrılma!” demişti. Cizre halkında oluşan Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinin bu olumlu gözlemlerinde» Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri artık Cizre’nin dışına çıkıp başka yerlerde yaşayıp irşâd faaliyetlerini oralarda sürdürmek amacıyla Botân bölgesinin Kerhver (Demirboğaz) köyüne yerleşiyor. Daha sonra da Basret (İnceler) köyünü, mıntıkanın Nakşî Hâlidî payitahtı olmasına öncülük ediyor.

Basret: Botân’m Dirşev ile Hacialiya Aşiretleri arasında Basret (İnceler) Köyü yıllar boyu münazaa ve fitneye sebep oluyor. Hem bu münazaaya son vermek ve hem de zahirî ve bâtıni ilimlere hizmet mekânı olsun diye iki aşiretin ileri gelenleri, ortak arazileri olan ve bir akarsuyun ikiye ayırdığı Basret Köyü’nün iki yakasını daha önce Botan’ın Eruh ilçesinin Kerhver (Demirboğaz) Köyünde bulunan Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinin emirlerine verince, artık iki aşirete, birbirleriyle kavga edecek sebep ve ortam kalmadığından araların da herhangi bir münazaa vuku bulmuyor. Basret Köyü, ilk defâ Şeyh Hâlid-i Zülcenaheyn eş-Şehrezûrî el-Bağdâdî’nin sağlığındaki son ve güzide halifesi Şeyh Hâlid-i Cezerî tarafından ilme, irfana ve irşâda payitahtlık yaparak tarihteki yerini almıştır.

Daha sonra Şeyh Hüseyin Hz.leri tarafından Yeni Basret Köyü ve Dergâhı Botân’ın Dirşev Aşîreti topraklarında bulunan derenin karşı yakasında inşa edilmiştir. Şeyh Hüseyin-i Basretî Hz.lerinin babası Şeyh Hâlid-i Zîbârî Hz. ve Şeyh Hâlid-i Zîbârî Hz.lerinin büyük oğlu Muhammed Hâlid Efendinin mezarları bu köyde bulunmaktadır. Yeni Basret Köyü tarihte Nakşibendî Tarikatı’nın Anadolu’ya ve özellikle de doğu ve güneydoğuya açılan merkezî dergahının ilklerinden olmuştur.

Hakiki mürşidlerin gayeleri sırf Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak olduğu için kendilerinde manevi hastalıklarının başlıcaları olan gurur, kin, ucub (kendini beğenme ve beğenilme), kibir ve saire kötü huylar olmaz, nefisleri terbiye ederek sadece İlâhî rızaya uygun hareket ederlerdi. Bu şekilde kendilerini ıslah etmekle meşgul oldukları mürîdânın da buna uygun hareket etmelerini tavsiye eder ve yol gösterirlerdi. İşte bu güzelliğe uygun tatlı ve yaşanmış tarihî bir hâdise şöyle cereyan etmiştir:

Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn eş-Şehrezurî el-Bağdâdî (k.s.) Hz.lerinin Hakkâri’nin Nehr Mıntıkasında, bulunan halifelerinden Seyyid Tâhâ en-Nehrî (k.s.) Hz.lerinin yanında Bitlis’in Hizan Mıntıkasının geyda Köyünden Sıbğatullah-i Hizanî (daha sonra “Ğavs e Hizanâ” diye bilinecek) amel (tasavvuf çalışması ve tarikattaki sülük) ediyordu. Şeyhi Seyyid Tâhâ Hz.leri, Seyyid Sıbğatullah-i Hizanî’yi yanma çağırarak; "Ben senin tasa' tarikat çalışmaların için istihâre ettim. Bundan böyle amel edeceğin ve riyâzet yapacağın dergâh Basret Dergi Artık bu dergâhın Basret Postnişîni olan ve aynı zamanda Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn (k.s.) Hz.lerinin sağ son halîfesi olan Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerine git ve orada seyr-ü sülük ve ameline devam et!” diyerek emir verir. Bunun üzerine Seyyid Sıbğatullah-i Hizânî Hz.leri Basret Dergâhı’na gelerek Basret’in Postnişîni olan Şeyh Cezerî Hz.lerin gözetiminde amel etmeye başlayarak seyr-ü sülûküne devam eder.

Daha sonra namı doğu bölgesinde çok işitilecek başka bir zât olan Mardinli Seyyid Hâmid-i Hamidî-i Mardini (sonradan Şah-i Mardin diye bilinecek) de orada Basret Dergâhı’nın Postnişîni Şeyh Hâlid-i Cezert’nin gözetiminde seyr ü Nülûkünü sürdürüyordu. Şeyh Hâlid-i Cezerî, Basret’te seyr ü sülûküne devam eden Seyyid HAmid Hamidi ile beraber Hakkari'nin Nehr Bölgesinden gelen Seyyid Sıbğatullah Hz.lerini sülûke başlatmıştır. Seyr ü sülük aşamasında olan bu iki zata da selefleri gibi rutin ruh terbiyelerinin bir kesitini oluşturan dergâhın temizliğini de bazen yapmışlardır, ellerindeki süpürgeleri almak isteyen bazı mürîdân ve hizmetkârlara vermeyerek nefislerini terbiye etmeye çalışmışlardır.

Basret Dergâhı’nın Postnişîni Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri, Seyyid Sıbğatullah Hz.lerinin Basret’te ki tam dört yıl sü­ren seyr ü sülûkü sonunda onu bir gün yanına çağırarak şöyle demiş: “Artık seyr ü sülûkün bitti. Sen yine Hakkâri’nin Nehr’de ki postnişîni olan Şeyh Seyyid Tâhâ-i Nehrî’ye gideceksin. Senin amel ve seyr ü sülük yerin bizde idi, ancak bu tarikat çalışmalarının sonucundaki halifeliği ise Nehr’den olacak. İstihâre sonucunda emir olunduğum husus Sey­yid Tâhâ-i Nehrî’den halifelik almandır.”

Seyyid Sıbğatullah Hz.lerinin gönlünde hep Basret’ten icâzet alarak halîfe olmayı istemekle birlikte Şeyh’in emrine itiraz etmeden tekrar Hakkâri’nin Nehr Köyüne dönerek Seyyid Tâhâ-i Nehri Hz.lerinin yanına döner ve tasavvuftaki hilâfet mertebesine ulaştığı için ondan halifelik alır. Yıllar önce Seyyid Tâhâ Hz.lerine Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn (k.s.) Hz.leri halifelik verdiğinde, iki cübbe hediye etmişti. Bu cübbelerden uzun olanı onu boyuna göre, kısa olan di­ğer cübbe için de Mevlânâ Hz.leri “bu kısa boylu cübbeyi al zamanı gelince sen sahibine verirsin” demişti. Böylelikle Seyyid Tâhâ Hz.leri de bu cübbeyi Mevlânâ Hz.lerinin işaret ettiği Seyyid Sıbğatullah-i Hizânî Hz.lerine vermiştir.

Ne Seyyid Tâhâ-i Nehri Hz.leri ne de Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinin hiçbiri kibir ve enaniyet göstermeyerek bu bü­yük insanı yanında bırakmamış ve Seyyid Sıbğatullah Hz.leri de asla hiçbir emre tereddüt dahi göstermeyerek olumlu sonuca varmıştır.

Basret Postnişîni Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinin vefatları üzerine Basret Postnişînliği’ni üstlenen Şeyh Sâlill-i Sipkî (*) Hz.lerinin zamanında Seyyid Sıbğatullah-i Hizânî Hz.leri tekrar bir gün Basret’e gelerek halife olduğu halde tek­rar Basret’te iki sene daha riyazet yapar ve bu iki senenin sonunda Basret Postnişîninden teberrüken de olsa halifelik icazeti alma arzusunu beyan eder. Ancak Basret’in o zamanki postnişîn Şeyh Sâlih-i Sipkî Hz.lerinin buna izinli olmadığı için özrünü beyan etmesi üzerine Seyyid Sıbğatullah Hz.leri memleketine tekrar geri dönüyor. (*) Sipkâ, Bitlis’in büyük aşiretlerinden biridir. Şeyh Sâlih-i Sipkî (k.s.) Hz.leri, çok genç yaştayken meşhur bir âlim olan amcası Molla Resul-i Sipkî’nin yanında okurken aralarındaki bir ihtilaftan dolayı bu medreseyi terk eder. İlim tahsil etmek için kimseye haber vermeden Botân Mıntıkasına gelir. Bilinen o ki Botân’ın meşhur Tanzıh Medresesin­de kalarak ilim çalışmalarının çoğunu burada tamamlar. Daha sonra da Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerine intisap ederek seyr ü sülükten geçer, sonra halîfesi ve bir süre sonra da dâmâdı olur.

Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinin üç tane kızı olup, her bir kızını bir halîfesine vermişti. Birini Diyarbakır’ın Bahçe denilen mıntıkasındaki halîfesine, birini Şâh-i Mardin diye bilinen Şeyh Hâmid-i Mardinî’nin oğluna, diğer kızını da halîfesi Şeyh Sâlih-i Sipkî Hz.lerine vermişlerdi.

Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri, sonradan Şeyh Sâlih-i Sipkî Etelerine Basret Dergâhı’nm postnişînliğini de tevdi ederek, onu kendi yerine tayin etmişlerdir. Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinin vefatları üzerine artık Şeyh Sâlih-i Sipkî Hz.leri Basret Dergâhı’nın hem Postnişîni hem de Müderrisi olarak namı, Bitlis’in Sipka Mıntıkasına kadar yayılır. Nam salması üzerine amcası Molla Resul Efendi Basret Dergâhı ve Medresenin bu yeni postnişînine hayranlık duyarak bir gün ziyaret etmeye karar verir. Molla Resul’ün bulunduğu mıntıka ile Basret Dergâhı arasında o vakitteki takribi olarak bir günlük yol mesafesi vardı.

Molla Resul Efendi kimseyi de yanıma almayarak Basret Dergâhı’nın yolunu tutar. Geceleri yol üzerindeki köylerin medrese veya dergâhlarına  kendisinin âlim bir zât olduğunu söylemeyerek konuk olur. Her vardığı gerek medrese ve gerek dergâhlarda Şeyh Sâlih-i Sipkî’nin ilim ve tasavvuf şöhretini daha fazla işitmeye başlar ve böylelikle Basret dergâhına yaklaştıkça Şeyh Sâlih-i Sipkî’ye gerek halkın olsun gerekse uğradığı medreselerdeki talebe ve hocalarının ilgilerinin ve şevklerinin daha fazla artığını görür. Kendisinin de bir an önce bu zatla tanışmaya şevk ve iştiyakı artar. Basret Dergâhının sınırlarına vardığında yolda karşılaştığı Basret ’in sürü çobanları ile sohbet etme fırsatını bulur. Bu çobanlardan Şeyh Sâlih hakkında daha fazla bilgi almak amacıyla bazı sorular sorar. Bunun üzerine çobanlar, Şeyh Sâlih Hz.lerinin aslen bu mıntıkadan olmayıp Bitlis’in Sipka Aşireti’nden olduğunu, yıllar önce çok genç iken Botân Mıntıkasına geldiğini anlatırlar. O an Molla Resul Efendi yıllar önce kayıp yeğenini hatırlayarak, Şeyh Salih denilen zâtın yeğeni olup olmadığını düşünür. Tekrar Şeyh Sâlih’in şeklini şemâilini sorması üzerine çobanların cevapları ile bir taraftan şüphesi artar bir taraftan da bu büyük zâtın asla kayıp yeğeni olamayacağını düşünür.

Molla Resul Efendi köye vardığında Şeyh Sâlih-i Sipkî Hz.lerinin arkasında binlerce insanın namaz kılmak için saf tuttuğunu görünce kendisi de namaza durur. Namazdan sonra halaka-i zikir başlar. Zikirden sonra yeni gelen mürîdân ders almasından sonra Şeyh Sâlih Efendi yeni gelenlerle tokalaşıp kucaklaşır, sıra amcasına gelince amcasını tanır ve elini öpmeye kalkar, ancak amcası bırakmaz. Şeyh Sâlih Efendi hemen amcasını medrese bölümüne götürerek onu ağırlar. Yıllar olmuş birbirlerini görmemiş, yeğen-amca hasret giderirler. Ancak Molla Resul, yeğeninden kuşkulana­rak ismi, nasıl olur da âlim ve postnişîn olarak bu şekilde yayıldığını, kendisinin bu kadar âlim olamayacağını, halkı bir şekilde kandırdığını düşünür. Şeyh Sâlih Hz.leri amcasının bu düşüncesini sanki okuyormuş gibi ona dönerek: “Amca sen hoş geldin safâlar getirdin. Ancak senin içindeki şüpheleri gidermeden sen rahat etmeyeceksin. İyisi mi ben ile sen kozumuzu paylaşalım. Medrese ilminde en ağır bulduğun kitaptan bilinmesinin en zor olduğunu düşün­düğün yerden bana istediğin sualleri sor. Ben ise sana tek bir suâl bile sormayacağım, sadece sen soracaksın ben cevaplandıracağım. Eğer bir tanesini dahi bilmezsem sen tüm bu kuşkularında haklısın.” deyince amcası bu teklife sevinir. Bunun üzerine Molla Resul yanında bulundurduğu heybesinden yanından hiç eksik etmediği bazı kitap çıkartır. İlk sorusunu meşhur Allâme Zemahşerî’nin tarihte ilk tefsirlerden sayılan Keşşâf’ı çıkartır ki Keşşaf çok bir kaynak tefsir olmakla beraber, çok beliğ ve medreselerde çok zor bir kitap olarak biliniyor. Amcası Molla Ril Keşşâf’tan en zor üç tane soruyu tek tek sorar. Şeyh Sâlih Hz.leri kitabı dahî eline almadan -amcasının içini okuymuş gibi her üç soruyu da eksiksiz bir şekilde cevaplar. Bunun üzerine Molla Resul, yeğeni Şeyh Sâlih*in ne kadar hızlı ve istenilen bir şekilde bu bilgileri verdiğine bir taraftan hayret ederken diğer bir taraftan da sevinir. Sorduğu çetrefilli soruları kimsenin bilemeyeceğini düşünen amcası, bu şekilde cevap alması onu derinden düşündürmüşe de Bu defa Şeyh Sâlih Hz.leri, amcasına dönerek, “bu cevaplar seni tatmin etti değil mi?” diye sorunca o da tereddüt) bir şekilde “fazlasıyla cevaplarımı aldım” dedi. Şeyh Sâlih Hz.leri amcasına tekrar dönerek sorulara devam etmek istemiş, ancak amcası buna gerek olmadığını ve özellikle sorduğu sorulara kitabı dahi eline bile almadan cevaplandırmasının yeteri kadar ilminin kendini tatmin ettiğini söylemiştir. Daha sonra Şeyh Sâlih Hz.leri, “Ey amcam şimdi kulağını bana ver! Benim sana verdiğim bu üç cevap senin de bildiğin üç cevaptı. Bu soruların her birisinin iki tane daha cevabını da size vereyim de kalbinde bana karşı bir şüphen kalmasın” dedikten sonra Şeyh Sâlih Hz.leri bu sorunun diğer ikişer cevabını daha verince, hayatında bu kadar güzel cevapları ne okumuş, ne işitmiş, ne de hayâl den geçirmiş olan amcası çok şaşırmıştır. Âdeta verdiği her cevap önceki cevabı ortadan kaldırıyor. Medreselerde bu kadar ömür geçirmiş ve bölgesinde İlmî otorite olarak bilinen amcası nasıl olur da yeğeni Şeyh Sâlih, hem amcası doğru zannettiği cevapları söylemesini ve hem de bu sorulara bunun dışında başka iki yeni cevap vermesini hayretler içinde izler. Yıllarca doğru cevap olduğunu kabul ederek okutmuş, ancak yeğeninin yaptığı açıklamalar neticesinde tüm bildikleri temelden sarsılır bir hale gelmiştir.

Bütün bunların neticesinde Molla Resul Efendi, yeğeni Şeyh Sâlih Hz.lerinin -hâşâ- bir hilekâr olmadığını, belki maddeten ve manen asrın allâmesi olduğunu anlamış ve kabul de etmiştir. Bu muhâvereden sonra Molla Resul Efendi yeğeninin eline sarılarak kendisini bağışlamasını ister. Şeyh Sâlih Hz.leri amcasındaki bu değişikleri hissedince amcası ve bir zamanlar da hocası olan Molla Resul’ü taltif eder. Bir süre yeğeninin derslerine iştirak ettikten sonra Molla Resul çok huzurlu ve mutlu olarak memleketine geri döner.

Üstâd-ı A’zam Şeyh Molla Resul-i Sipkî: Bitlis’in Sipka köyünden olup doğum tarihi bilinmemektedir. Yüksek (ilminden dolayı “Üstâd-ı A’zam” unvanım almıştır. Devrin padişahı tarafından mükâfatlandırılarak Muş’un Beşparmak (Gemik) köyü kendisine hediye olarak verilmiştir. Bundan sonraki hayatı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Mezar kitabesinden 1829’da vefât ettiği bilinmektedir. Muş’ta Alaaddin Bey Camii avlusunda medfûn bulunmaktadır.

Cizir â Bohta/Bota (Cizre), Dicle Nehrinin kenarından geçtiği, Hz. Nuh (a.s.)’un mezarlarının bulunduğu Kur’an-ı Kerîm’de adı geçen Cudi Dağı’nın eteğinde bulunmaktadır. Tecvîd ilminin kurucusu sayılan Muhammed el Cezeri eş-Şafii, İslam tarihinde otorite sayılan on üç ciltlik “el-Kâmil fi’t-Târîh” kitabının müellifi Kâmil İbnu'l Esir el-Cezerî, kardeşi büyük geometrici ve ilk robotun mûcidi Ebu’l-Izz el-Cezerî, büyük komutan Selâhaddin Eyyubi Hz.leri, şairlerin ve âşıkların en büyük piri sayılan büyük mutasavvıf Şeyh Ahmed-i Cezerî Hz.leri, Şeyh Abdurrahman-i Veli Hz.leri, Şeyh Muhammed el-Gavvâs, Memo-Zin, Bediuzzaman Saîd-i Nursi Hz.leri Cizre ümerasından olup veliliğinden şüphe edilmeyen Meydanbaşı (Mızgefta Mireka/Ümera Camii) diye bilinen caminin avlusunda medfûn Mehmed Begê Miré Botân Hz.leri onun soyundan Birinci Mir Bedirhan Beg, onun Şeyhu’l-İslamı büyük âlim Molla Abdulkuddûs Efendi, büyük filolog (dil bilimcisi) ve Şam’da medfûn Mir Celadet Beg Efendi, bu eserdeki mektubâtın sahibinin muhterem babaları Şeyh Ömer-i Zengânî Hz.leri, Şeyh ör Hz.lerinin halîfesi ve kâimbiraderi “Sutûr” kitabının müellifi allâme Şeyh Abdülhakîm ed-Dirşevî Hz.lerl, bu eserdeki mektubâtın sahibi büyük âlim tarikat ve tasavvufta zamanın müçtehidi Şeyh Muhammed Saîd Seyda el-Cezeri Hz.leri, onun oğlu, halifesi ve ondan sonraki dergâhının irşâd makamındaki postnişîni büyük âlim, şâir ve filozof Şeyh Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî Hz.leri, şâir, âlim Molla Abdusselam Nâci Efendi, Cizre eski müftüsü Molla Abdurrahman-i Hoseri’nin oğlu edip, âlim ve filozof Molla Mahmud (BİLGE) Efendi, âlim, şâir Sayit Ali-i (ERZEN) Fındikî Hz.leri, oğlu Cizre eski müftüsü Üstad Abdurrahman (ERZEN) Efendi gibilerin memleketi olan, nice ulemâ, fukahâ, şuarâ ve ümerânın çıktığı veya mensup olduğu, medreseleri ve camileri bol olan o vakit ismi Ceziretü ibni’l-Ömer (et-Tiğlibî), şimdiki ismiyle Cizir â Botân (Cizre) diye bilinen bir şehirdir.

Mevlânâ Hâlid Zülcenaheyn eş-Şehrezûri el-Bağdâdî (k.s.) Hz. leri, çok sevdiği bu tarihi mübarek şehre sık sık irşâd ve ziyaret için teşrif ederlerdi. Mevlânâ Hâlid-i Şehrezûri el-Bağdâdî Hz. leri, son seferinde Hindistan’daki şeyhi Şeyh Abdullah ed-Dehlevî Hz. lerinin dergâhının ziyaretlerinden Cizre üzerinden Şam’a avdet ederlerken, Cizre Molla Hâlid-i Cezerî denilen zât ile tanışır ve onu çok sever. Bunun üzerine Molla Hâlid-i Cezerî de beraberlerinde Şam'a gider ve orada bir müddet kaldıktan sonra seyr ü sülûke girer. Seyr ü sülükten sonra Mevlânâ Hâlid Zülcenaheyn Hz. leri Molla Hâlid-I Cezerî Hz. lerine halifelik vermiştir. Bu halîfe de aynı zamanda onun sağlığındaki son halifesi olur. Bilahare Molla Hâlid-i Cezerî halîfe olduktan sonra, Şeyh Hâlid-i Cezerî olarak şöhret bulur.

Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz. leri, yüzüne bakan kimseyi hayrette bırakacak şekilde bir yakışıklılığa sahip olduğundan, şeyhi Mevlânâ Şeyh Hâlid-i Zülcenaheyn Hz. leri, yüzünü örtmesini emreder. Şeyhinin emirleri üzerine Şeyh Halid-i Cezerî sarığının üzerine yüzünü kapatacak şekilde taylasan adı verilen bir mendil ile örtmüştür. Taylasan ile yüz kapatma geleneği ilk kez Şeyh Hâlid-i Cezerî tarafından uygulanmış olup bu gelenek hâlâ Anadolu’nun doğu ve güneydoğusunda bazı mutasavvıflar tarafından devam ettirilmektedir.

Şeyh Hâlid-i Cezerî (k.s.) Hz. leri gibi zevatla ilgili detay dahi kıymetli ve önemli olduğundan Şeyh Hâlid-i Cezerî (k.s.) Hz. leriyle ilgili bir hâtırayı da burada zikretmekte fayda mülahaza ediyorum. Zira bizim teferruat olarak düşün­düğümüz ufacık bilgilerde dahi, gerçekten hikmet dolu hazineler saklı olabileceğinde şüphe yoktur.

Bu meyanda da şu hâtırayı burada yazmakta bu açıdan çok yararlı buluyorum: 2008 Şubat ayında, İstanbul’da ikamet edip de aslen Midyat’ın Ayınkaf seyyidlerinden Seyyid Beşîr oğlu Seyyid Zeynulabidin Haşimioğlu Efendilerinin bazı âile efradıyla İnegöl’deki evimizde bizi ziyaret ederek şeref verdiğinde, rahmetli babası Seyyid Beşîr Efendiler­den Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri hakkında kendi mıntıkalarında vuku bulmuş bir anı ve hâtırayı naklettiler ve bu anı da şöyle vuku bulmuştur:

Mevlânâ Hâlid-i Şehrezûrî-i Zülcenaheyn Hz. lerinin hayatındaki son ve en sevdiği halifesi olan Cizreli Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri, Cizre’den Diyarbakır’a bir seferinde, Mardin’in Gercüş İlçesinden geçerler. Gercüş’ün o zaman ki ağası bizâtihî kendisi ve bazı maiyetindeki ayanlarla Şeyh Hâlid-i Cezerî ve beraberindeki kafileyi ta Gercüş’ün girişinde karşılar ve önlerini keser, ısrarla bir gece kendilerinde konaklamalarını ister ve ağanın bu samimi ısrarı üzeri nede Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri hem bu ısrarlı davet sahibini kırmamak hem de biiznillah bir de burada kala­cakları süre zarfında ola ki Mevla yolunda bir hizmette bulunulur niyetiyle de Gercüş ağasının bu samimi ve ısrarlı davetini kabul eder. Bir gün sonra da Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri Gercüş’e en az bir gece kalarak verdiği sözü yerine getirmiş olarak gidecekleri Diyarbakır’a doğru yollarına devam ediyorlar. Gün boyu yollarına devam eden kafile akşam üstü Gercüş’ün HİSAR Köyüne varırlar. Bakarlar ki bizâtihî Hisar ağası da bazı a’yânı/ileri gelen adamları ile aynen Gercüş ağası gibi ta köyün girişinde bazı maiyetleriyle yollanını keser ve Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerine bu gece yanlarında kalmalarını ısrar ile talep ederler. Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri de Hisar Köyü’nün ağasının bu samimi davetlerini de kabul ederek bir gün de orada da konaklıyorlar ve bir gün sonra da Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri tekrar Diyarbakır’a doğru yollarına devam ediyorlar. Tam akşam olunca da bu defa Kasrı diye bilinen köyden geçerlerken Kasrı Köyü’nün ağası konağının tepesinden tam da köyün ortasından geçmekte olan Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri ve kafilesinin geçmekte olduklarını görür ve ağa kendi konağının tepesinde, kıpırdamayıp sadece bir hizmetçisini yollayarak yoldan geçmekte olan Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerini ve beraberindeki kafileyi kendilerinde bu gece konak­lamalarını ister. Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri nazikçe teşekkür eder yollarına devam etmek istediğini beyan eder. Bunu işiten Kasrı Köyü’nün ağası, ta konağının tepesinden aşağıda yoldan geçmekte olan Şeyh Hâlid Hz.lerine kabaca ve yüksek sesle seslenerek şöyle der: “-Neyim eksiktir ki siz Gercüş ve Hisar ağalarının davetini kabul etiniz de benim davetimi kabul etmiyorsunuz,” diye­rek bir nevi serzenişte bulunur. Bunun üzerine Şey Hâlid-i Cezerî Hz.leri de güzel bir üslûb ile şöyle der;

“-Asla bir eksiğiniz yok, olsa olsa fazlalığınız olabilir, kibriniz onlarınkinden fazladır. Zira siz tenezzül ederek ko­nağınızdan inip bizatihi kendiniz misafirleri davet edeceğine hiç de kendiniz inmeyip sadece (formalite icabı) bir hizmetçinizi yolladığınızı görünce sizin davetinizden samimi olmadığınızı gördüğümüzden dolayı kusurumuza bak­mayınız, yolumuza devam edeceğiz,” diye Kasrı ağasına kibrinden dolayı böylelikle bir ders vermiş bulunur.

Şeyh Hâlid-i Cezerî (k.s.)’in vefatından sonra kendi emirleri ve vasiyeti üzerine, aslen Bitlis’in Sipka Aşireti’ne men­sup, damadı ve son halifesi olan Şeyh Salih-i Sipkî (k.s.) Hz.leri, Basret Köyü’nde müderrislik ve postnişînlik yapar. Şeyh Sâlih-i Sipkî’nin vefatlarından birkaç sene sonra onun halifelerinden olan Botân’ın Pervari Aşireti’nin, Hesher/ Bervariya (Pervari) Mıntıkasının Hınuk Köyü’nden Birinci Şeyh Esâd-i Hınukî, Basret’teki görevleri üstlenir. Ancak Şeyh Esâd-i Hınukî daha hayatta iken sağlığı elvermediğinden Şeyh Sâlih-i Sipkî’nin son halîfesi olan Botân’m Ayne Köyü’nden Şeyh-i Kal (yaşlı/pîr-i fanî) diye bilinen Şeyh Muhammed-i Aynî (k.s.), Basret Postnişînliğini üst­lenir. Şeyh Muhammed-i Aynî küçük yaşlarda iken, Cizre’de talebelik yaptığı sırada Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.lerinin Cizre’ye son seferlerinde onu görmüş ve ziyaret etmişlerdi. Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn, küçük yaşına rağmen Şeyh Muhammed-i Aynî’yi sevmiş ve ona uzun ömür için dua etmişti. Şeyh Muhammed-i Aynî yüz seneden fazla uzun ve sıhhatli bir şekilde yaşamasını, “aldığım bu duanın sayesindendir” diye söylermiş.

Şeyh Muhammed-i Aynî Hz.leri ile şeyhinin şeyhi, Şeyh Hâlid-i Cezerî arasında geçmiş bir anekdot ve hâtırayı anlat­madan geçmek istemem. Zira bu tür hâtıralar tarihe not düştüğü gibi tarihçilere de ışık tutmaktadır. Hem bir kerâmet hem de zarîf bir hâtıra olan bu olayı, Şeyh Hüseyn-i Basretî Hz.leri ailesinin ve Şeyh Ömer-i Zengânî ailesinin çoğu tevatür yoluyla dilden dile büyüklerinden nakil etmektedirler. Hâdise şöyle gelişmiştir:

Bir gün Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri Botân’ın Mışar Mıntıkısında irşada çıkmıştır. Bir köyde misafir olurken oradakilere karşıda görünen köyün ve imamının ismini sorar. Mürîdân da köyün ismi Ayne ve imamının ismi Muhammed-i Aynî olduğunu söylüyorlar. Bunun üzerine Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri mürîdandan birisine şöyle der; ‘“Ayne Köyü’nün imamı Molla Muhammed-i Aynî’ye git ve ona Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin sizlere selamları vardır. Sizi buraya davet ediyor ve tarikatına intisap etmenizi istiyor’ de!” Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinden emri alan derhal yola koyularak Ayne Köyüne gider. Köye vardığında hemen köyün imamı Molla Muhammed-i Aynî’yi Mışar’ın bir köyünde irşâd ve tebliğ için bulunan Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin mesajını ona iletir. Molla Muhammed-i Aynî Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin elçisinin getirdiği bu mesaja tepki göstererek,

“Yaw ma ne ‘eybe em teslime helawciye Cezerîya bibin? û hema çiqas helawcîkâ Cezerî hene dlbejin em şexin. Here ji şexe xwere wele bibe je! (Yahu bir Cizre helvacısına teslim olmamız bize ayıp değil mi? Ne kadar Cizre helvacısı varsa biz şeyh olduk diyorlar. Git şeyhine bu dediklerimi aynen söyle!)” diyerek gelen bu elçi müride tembihte bulunur. Elçi olarak giden bu mürîd geri gelip Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin huzuruna çıkınca kendisince akıllı davranarak:

“Efendim emriniz üzerine Ayne Köyüne gittim ve Molla Muhammed-i Aynî’yi bularak selâm ve mesajınızı kendilerine ulaştırdım. Onun da sizlere selâmları var. Ancak meşguliyetlerinden dolayı gelemeyeceklerini beyan ettiler diyerek şeyhinin üzülmesini istemediği için Molla Muhammed-i Aynî’nin alaycı sözler içeren bölümünü gizleyerek söylemez. Fakat ne tuhaftır ki Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.leri elçilik yapan mürîde:

“Söyle söyle çekinme Molla Muhammed-i Aynî bana iletmen için sana şöyle şöyle dedi değil mi?” diyerek teeddüben elçi müridin gizledikleri cümlelerinin tamamını söyler. Artık elçinin gizleyeceği bir sır kalmamıştır. Şeyh I Cezerî Hz.leri devam ederek iki kere “Sübhânellâh! Sübhânellâh! Molla Muhammed-i Aynî bize gelip intisap ederek nehrin yakın kaynağından su içeceğine sonradan halifemize gidip intisap ederek nehrimizin kolundan su içecektir.’’ diyerek Allah Teâlâ’nın âlem-i mânâdan kendisine bildirmesiyle keşif ve keramette bulunmasına orada bulunanlar şahit olmuşlardır. Bu olaydaki kerâmetin zâhirî tahakkuku ise -Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinin vefatından sonra halîfesi ve dâmâdı olup aslen Bitlis’in Sipka Aşîreti’nden ve aynı zamanda o zamanın Bitlis mıntıkasında meşhur bir âlim olan Molla Resul Efendinin abisinin oğlu olan Şeyh Sâlih-i Sipkî Hz.lerine Basret Dergâhı ve Medresesi tevdi edildikten sonra oluveriyor. Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerine biat etmekten imtina eden Molla Muhammed bu defa gelip Şeyh Hâlid-i Cezerî Hz.lerinin halîfesi olan Şeyh Sâlih-i Sipkî’ye intisap eder ve sonradan halifesi olur. Şeyhi Şeyh Sâlih-i Sipkî’nin vefatından sonra da yerine Basret dergâhına postnişîn olur. Şeyh Hâlid-i Hz.lerine direk intisap etmeden imtina eden Şeyh Muhammed-i Aynî, şimdi de Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin halifesine intisap ederek tarikata girmiş bulunduğundan Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin yıllar önce Allah’ın izniyle keşif ve kerametle bilip orada bulunanlara bahsettiği olay tahakkuk etmiş oluyor.

Şeyh Muhammed-i Aynî (k.s.)’nin vefatından sonra vasiyeti üzerine halîfesi ve dâmâdı Şeyh Hâlid-i Zîbârl Basret Köyünde müderrislik ve postnişînlik yapar. Şeyh Hâlid-i Zîbârî’nin vefatından sonra da altı seneden fazla olup ancak tam olarak kaç sene olduğu ihtilaflı olan süre zarfında Şeyh Ömer ez-Zengânî (k.s.) Basret’teki postnişinliğini üstlenerek oradaki tüm görevleri îfa etmişlerdir. Daha sonra da Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.leri, daha hayatta iken Basret’teki tüm vazifeleri Şeyh Hâlid-i Zîbârî’nin küçük oğlu olan Şeyh Hüseyin el-Basretî’ye ilim ve icâzetlerini verdikten sonra tevdi etmişlerdir.

Bu duruma göre Basret Dergâhı’nın postnişînlerinin sırasıyla isimleri ve defnedildikleri yerler şöyledir:

Şeyh Hâlid-i Cezerî (k.s.) Hz.leri, medfun olduğu yer Botân’ın (Eski) Basret Köyü,

Şeyh Sâlih-i Sipkî (k.s.) Hz.leri, vefat tarihi h.l269/m.l852, medfun olduğu yer Botân’ın (Eski) Basret Köyü

Birinci Şeyh Esâd-i Hınûkî (k.s.) Hz.leri, medfun olduğu yer Botân Pervâri’nin Hınûk Köyü,

Şeyh Muhammed-i Aynî (k.s.) Hz.leri, vefat tarihi h.l276/m.l859, medfun olduğu yer Botân’ın Ayne Köyü

Şeyh Hâlid-i Zîbârî (k.s.) Hz.leri, vefat tarihi h.1286, medfun olduğu yer Botân’ın (Yeni) Basret Köyü,

Şeyh Ömer ez-Zengânî (k.s.) Hz.leri, vefat tarihi m. 1890/h. 1307-1308, medfun olduğu yer Hicaz’ın Cidd Havva Mezârlığı,

Şeyh Hüseyin el-Basretî (k.s.) Hz.leri, vefat tarihi h.l333/m.l914, medfûn olduğu yer Botân’n Mışar Ovasının Hâlidî Köyü.

Basret Köyü Cumhuriyet döneminde “İnceler” ismini alarak Şımak iline bağlanmıştır.

[4]- Postnişîn, tarikatlarda ana dergâhların irşad makamında bulunan, o dergâhın gerek kendinden önce ve gerekse kendi zamanındaki hayatta olan hulefa ve mürîdânın bağlı oldukları dergâhın tek temsilcisi olup, müntesiplerin kendilerini dinlemeleri gereken zât-ı muhteremdir. Postnişîn olma şartı ise daha önceki postnişînin emirleri üzerine -mutlaka bâtınî ilimlerde âlim ve âmil olduğu gibi, zâhirî ilimlerde de me’zûn ve mütefevvık olan halîfelerinden birisinin olması gerekmektedir.

Hayattaki postnişîn, istediği vakit hem kendisinin hem de kendinden önceki postnişînlerden tarîkat ve halifelik alan, hayattaki mürîd/mensupları ve halîfeleri, tarikattan tard edip, halifeliklerini ve mürîdlik/mensubiyetlerini, göreceği lüzum üzerine ellerinden alma salahiyetine sahiptir. Bunun yanında irşâd makamındaki postnişîn zât, istediği anda tart ettiği ve elinden halifelik aldığı kişileri tekrar ve o andan itibaren yeniden başlamak şartıyla tarikata almaya ve kendi müridi ve kendi halîfesi yapma salahiyetine de sahiptir. Ancak önceki halifelik ve mensubiyetini kaybetmiş olduğu gibi eski durumu üzerine değil yeniden hayatta olan irşâd makamındaki mürşid postnişînden ders alıp, ona mürid olarak uygun görüldüğü takdirde kendisine halifelik verilebilmektedir. Nitekim nâdiren de olsa lüzum üzerine bu tarz icraatlar olmuştur. Şeyh Muhyiddin-i Cezerî Hz.leri lüzûm gördüğü üzere, kendi müridi ve halîfesi Şeyh Nasruddîn-i Bespinî’nin halifeliğini iptal ederek tarikattan tard etmiştir. Şeyh Nasrüddîn-i Bespinî’nin tarikatından çıkartılıp halifeliğinin elinden alınmasını gerekli kılan sebep özetle şöyle cereyan etmiştir:

O dönemde bölgeye gelip ajanlığını gizleyerek kendini Müslüman ve mürşid ilan eden meşhur İngiliz ajanı Lawrence’e, Şeyh Nasruddin’in ilgi duyması ve onu kerâmet sahibi bir kişi olduğunu kabul ettiğini öğrenen Şeyh Muhyiddin-i Cezerî Hz.leri, keşif ve manevi bir malumat ile Lawrence’in aslında bir gayr-i müslim olduğunu, Müs­lümanları yok etmek, onlara ve memlekete zarar vermek niyetinde olduğunu bildiği için müridi ve halîfesini ikaz etmiştir. Halîfesi Şeyh Nasruddîn-i Bespinî bu ikazlara kulak asmadığı gibi gittikçe de Lawrence’e teslimiyet göster­diğinden bağlı bulunduğu dergâhın o anki irşâd makamındaki postnişîni Şeyh Muhyiddin-i Cezerî Hz.lerinin başka çaresi kalmadığı için onu kendi dergâhlarından tard edip elindeki halifeliği de iptal ettiğini ilan etmek zorunda bı­rakmıştır. Lawrence’in, İslam ve Müslüman düşmanı bir kişi olduğu ve sırrının açığa çıkması nedeniyle o mıntıka­dan kaçmasından sonra, Nasruddîn-i Bespinî Efendinin aklı başına geliyor. Ancak eski mürşidi ve o dergâhın irşâd makamındaki postnişîni olan Şeyh Muhyiddin-i Cezerî Hz.leri vefat etmiş idi. Halifeliğinin elinden alınmasına ve tarikattan atılmasına sebep olan büyük hatalarından nedamet duyup tekrar bir müptedi olarak o vaktin irşâd maka­mındaki postnişîn olan Şeyh Muhammed Nûrî ed-Dirşevî Hz.lerine müracaat etmiş ve müracaatları uygun görülmesi üzerine bu defa Şeyh Muhammed Nûrî ed-Dirşevî Hz.lerine intisap etmiştir. Tövbesinde durup güzel bir hal sergilemesinden dolayı da Şeyh Muhammed Nûrî ed-Dirşevî Hz.leri sonradan kendisine tekrar ve yeniden halifelik vermiştir. Şeyh Nasruddin Efendinin daha önceki irşâd makamındaki postnişîn olan Şeyh Muhyiddin-i Cezerî’den aldığı ve sonradan da mezkûr sebeplerden dolayı halifeliği iptal edildiğinden eski halifeliği geri verilememiş ancak dediğimiz gibi hayatta olan postnişîn mürşide yeniden intisap ederek, uygun görülmesi üzerine seyr ü sülûküne izin verilmiştir. Hâl-i hâzırda mevcut irşâd makamındaki postnişîn olan Şeyh Muhammed Nûrî Efendi’ye intisap ederek ona bağlanmıştır.

Buna benzer bir olay, irşad makamındaki 6. postnişîn olan Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî Hz.lerinin zamanında da vuku bulmuştur. Şeyh Muhammed Nurullah el-Cezerî Hz.leri lüzum gördüğü üzere, âdâba aykırı dav­randığı, dergâhın hiyerarşik ve manevî disiplinine aykırı davranışlarından dolayı önceki postnişîn olan babasının bir halîfesini tarikattan tart ettiği gibi halifeliğini de iptal etmiştir.

[5]Tâlib, doğu medreselerinin literatür/ıstılahında, “Molla Câmi (el-Fevâidu’d-Dıyâiyye)” denilen nahiv kitabın rip mantık ilminin ilk giriş kitabı “Muğni’t-Tuullâb”a başlayan medrese öğrencisidir.

[6] İlmini daha tamamlamadan Ömer ez-Zengânî, nedeni ve tarihi bilinmemekle birlikte sadece bir kereye mahsus olmak üzere Şeyh Hâlid ez-Zîbârî Hz.lerinin medresesinden, Mardin’in Savur Bölgesinde bir hoca efendiye okumak için gider. Oraya vardığında o zatın talebelere ders verdiğini görür. Sadece fıkıhtan ders verdiği talebeleri olduğunu müşahede ettiği bu hocaefendinin, kendisi kadar fıkıhta dahî âlim olmadığını anlar.

Medrese usûlünde sarf ve nahiv denilen alet ilimlerinde başarılı olmayan şahıslar nerdeyse âlim olarak nitelendirilmiyor. Ancak Ömer ez-Zengânî’nin hayatı boyunca aldığı terbiye o kadar muhteşemdir ki, bu medrese hocası sırf mahcup olmasın diye, onun İlmî noktadaki zayıflığını sezdiğini hiç belli etmez. Müderris Efendi, okumak Botân mıntıkasından kalkıp Mardin Savur’un köylerine kadar gelen Ömer ez-Zengânî’ye hangi kitabı okuduğunu sorduğunda o, sadece bazı fıkıh kitaplarının dersini verebilecek seviyede bulunan bu hocaefendi mahcup olmasın diye, okutabileceği çok altlardaki okutulması kolay olan bir kitabın ismini söyler. Böylece bu müderris efendi bu yeni gelen talebenin okumak istediği kitabın dersini verebildiğine sevinerek oraya okumaya giden Ömer ez-Zengani’yi hücresine yani medresesine alarak talebelerinin içine kabul eder. Ömer ez-Zengânî burada tahsiline altı ay devam edip, sırf hocası mahcup olmasın diye uygun bir süreyi bekleyerek oradan gitmez. Ömer ez-Zengânî kendisinin hocasından daha âlim olduğunu hiçbir şekilde ne ona ne de orada okuyan talebelere hissettirmez. Altı ay geçtikten takdîr-i İlâhî hiç beklenmedik bir durum peyda olur. Daha önce Ömer ez-Zengânî’de okumuş bir talebe, okumaya bu medreseye gelince eski hocası olan Ömer ez-Zengânî’yi gördüğüne çok sevinir. Yeni gelen bu talebe, Ömer Zengânî’nin esasında ilimde çok büyük bir mesafe kat ettiğini, şimdi okuduğu kitabı seneler önce kendisinin yanında okuduğunu söyleyince durum ortaya çıkar. Bu gelişmeye vakıf olan medrese hocası Ömer ez-Zengâni’den özür diler ve neden kendisini böyle gizlediğini sorar ama Ömer ez-Zengânî riya olmasın diye nedenini asla söylemez.

Daha sonra Ömer ez-Zengânî, orada kalmasının bir manası olmadığını anlayınca medresenin hocasından izin aIarak Savur’un o köyünden ayrılır. Bu defa Botân’da dünya tarihine İslâmî ilimler çalışmasında meşhur olmuş Tanzıh Medresesine giderek orada okumaya başlar. Genç bir talebe olduğu halde hiçbir vakit gece teheccüdlerini kaçırmayan Ömer ez-Zengânî, her gece Tanzıh Deresinin kenarına gider, abdest alır ve küzik (ibrik)’ini doldurup medreseye dönerdi. Bu takva durumunu çekemeyen bazı talebeler Ömer ez-Zengânî uyuyunca, onun abdest için dolduğu ibriğini boşaltıp içine bevlediyorlardı. Teheccüde kalkan Ömer ez-Zengânî ibriğindeki kerih kokuyu fark edip sesini çıkarmadan nehre inip ibriğini temizleyerek teheccüdlerini kılıp sabahleyin hiç kimseye bir şey hissettirmeden buradan vedalaşarak ayrılır. Hocasının tüm ısrarlarına rağmen buradan gidiş sebebini söylemez. Bir zaman hocası talebelerinin yaptıkları bu kötü hadiseyi işittiğinde çok üzülür ve o talebeleri medresesinden kovar, Ömer Zengânî, tekrar Şeyh Hâlid Hz.lerinin Botân’daki Basret Medresesine döner.

[7] Cizre’nin Hoser Köyü’nde h.l276/m.l859 tarihinde dünyaya gelen Ömer Hocanın hanımı Halime Hatun çok takva sahibi olduğu gibi çok akıllı, çok becerikli ve çalışkan bir kişiliğe sahip idi! Günde üç cüz Kur’an-ı Kerîm, Delailül Hayrat denilen ezkâr kitabının günlük hizbini okuyor beş adet inek sağıyor, şal kumaşında kullanılan 2 kg. yün ipliği sarıyordu. Hem kendi ailesine hem de her iki kardeşinin ailesine, kıtlık zamanında tüm imkânlarını kullanarak fark gözetmeksizin bakıyor ve sahipleniyordu. Bu çalışkanlığından kazandığı parayla Cizre’nin, Serdahl (Bağlarbaşı) Köyünde kendi evlâdına ve kardeşi Abdülhakîm’in evlâdına hisseler aldığı gibi, yine kendi kazancından Cizre’nin Kale Mahallesinde hem kendi çocuklarına hem de kardeşleri Şeyh Abdulhakîm Hz.leri ve Şeyh Muhammed Nuri Hz.lerinin çocuklarına da birer ev almış idi. Şeyh Reşid ed-Dirşevî’nin büyük kerimesi Halime hatun (doğumu h. 1276/m. 1895 Cizre’nin Hoser Köyü; vefatı h. 1349/m. l931 Cizre) aileye ait arka Kubbe veya Şeyh Muhammed Nûrî Kubbesi denilen âile kabristanlığının kıble tarafında bulunan avlusunun 24 no’lu kabir numarasında medfundur.

Arka Kubbe veya İlk Kubbe ve çok sonradan da Şeyh Muhammed Nûrî Kubbesi de denilen Kubbenin içinde sırasıyla şu zâtlar defedilmiştir:

Şeyh Abdülhakîm ed-Dirşevî Hz.leri (m.l905/h.l323), Şeyh Reşid Hz.lerinin büyük mahdumu olup, bu bina onun için inşa edilmiştir. Binanın ilk sağ girişinde medfûndur.

Şeyh Muhyiddin el-Cezerî Hz.leri (m.l914/h.l333), Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.lerin büyük mahdumu olup, Kubbenin içinde binanın sonunda sol tarafta defin edilmiştir.

Şeyh Siracuddin el-Cezerî ( h. 1339 / m. 1920 ), Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.lerinin ortanca mahdumu olup, Kub­benin içinde binanın sonunda sağ tarafta defin edilmiştir.

Şeyh Muhammed Nûrî ed-Dirşevî Hz.leri (m.l924/h.l342), Şeyh Reşid ed-Dirşevî Hz.lerinin küçük mahdumu olup, Kubbenin ilk girişinde sol tarafında defedilmiştir.

Şeyh Abdullah Efendi (m.l943/h.l362), Şeyh Muhammed Nûrî ed-Dirşevî Hz.lerinin büyük mahdumu olup, Kubbenin içinde pederi ve amcası arasındaki boşlukta ilk girişte sağda defedilmiştir.

Aişe Hatun, Şeyh Abdülhakîm Hz.lerinin zevcesi olup, Şeyh Abdullah Efendinin sol tarafında yani onunla Şeyh Abdülhakîm Hz.lerinin arasında medfundur.

Şeyh Muhammed, Şeyh Abdülhakîm Hz.lerinin oğlu olup, Kubbenin içinde sağ tarafta babası ile Kubbe duvarı­nın arasındaki boşlukta defin edilmiştir.

Zeliha Hatun, Şeyh Hüseyni Basretî’nin kerîmesi olup Şeyh Muhyiddin-i Cezerî’nin zevcelerindendir. Beyi Şeyh Muhyiddin-i Cezerî Hz.lerinin solunda defin edilmiştir.

Ömer ve Sâlih, Şeyh Muhammed Saîd Seydâ-i Cezerî ve eşi Rabia Hatunun çok küçük yaşlarda ölen iki çocuğu, Zeliha Hatun ile Şeyh Siracuddin-i Cezerî’nin arasında yatmaktadırlar.

Mezkûr Kubbenin avlusunda bulunan kabirlerde her üç aileye mensup kimseler yatmaktadırlar. Yani Büyük Kubbenin kıble tarafındaki avlusunda Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.lerinin kerîmesi Amine Hatun ve Şeyh Ömer Hz.lerinin bazı torunları ile Şeyh Reşid ed-Dirşevî Hz.lerinin bazı torunları ve Şeyh Hüseyin el-Basretî’nin bazı evlad ve torunları bu Büyük/Arka Kubbenin kıble tarafında bulunan avlusunda defnedilmişlerdir.

Adı geçen Büyük Kubbenin batı tarafına bitişik olan ve Halime Hatunun çocuklarına satın aldığı evin bir bölümü­nü de kapsayan âile mezârlığı ise şimdi sadece Halime Hatunun küçük mahdumu Şeyh Muhammed Sâid Seydâ el-Cezerî Hz.leri ve onun evlad ve ahfâdına âit olarak kullanılmaktadır Bu Kubbeye ise Ön Kubbe denildiği gibi Şeyh Seydâ’nın Kubbesi de denilmektedir.

Şeyh Muhammed Sâid Seydâ Hz'lerinin yattığı beyaz taştan yapılmış bu kubbenin içinde, kendisi ve kendisin­den sonra postnişîn olan mahdumu Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî ile Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî’nin ikinci hanımı ve aynı zamanda Şeyh Muhammed Nûrî ed-Dirşevî’nin kerîmesi Rabia Hatun ve Şeyh Muhammed Sâid Seydâ’nın ortanca hanımı ve aynı zamanda Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî’nin de validesi Taybet Hanım bulunmaktadırlar.

Beyaz taştan yapılan ve Şeyh Seydâ Kubbesi de denilen kubbenin içindeki zevatların sıralaması şöyledir:

1-Şeyh Muhammed Saîd Seydâ-i Cezerî Hz.leri (doğum h.l308/m. 1890-1891 Cizre; vefat h. 8 Şevval 1308/m. 7 Ocak 1968 Cizre), Nakşî Hâlidî Seydâî kolunun kurucusu ve bu mektubâtın sahibi 5. postnişîn olup beyaz taş binanın sonunda solda yatmaktadır.

2-Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ-i Cezerî Hz.leri (doğum m. 1949 Cizre; vefat h. 15 Şaban 1405/m. 5 Mayıs 1985 Pazar Cizre), Şeyh Seydâ-i Cezerî’nin mahdumu ve kendisinden sonraki 6. postnişîn muhterem pederinin sağında yatmaktadır.

3-Taybet Hatun (doğum h.l338/m.l919 Botân’ın Basret Köyü; vefât h. Muharrem 1425/m. Şubat 2004 Cizre), Şeyh Muhammed Sâid Seydâ’nın ortanca hanımı ve Şeyh Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî’nin validesi olup, mahdumunun sağında yatıyor.

4-Rabia Hatun (doğum h.1309 Cizre; vefat m. Ocak 1986 Pazar Cizre), Şeyh Muhammed Saîd Seydâ Hz.lerinin ilk zevcesi olup ilk girişte solda yatmaktadır.

Şeyh Seydâ ve âilesine çok hizmet etmiş vefakâr komşusu ve sadık mürîdi Hacı Mıhemed-i Boze (21 Şubat 1986), aileye çok yakınlığından dolayı Şeyh Seydâ Hz.lerinin halîfesi Seyyid Ali-i Fındikî diye bilinen zâtın evladı ve kendisinin de çok sevdiği ve çocuklarına müderris olarak kabul ettiği nadide talebesi olup, Cizre’nin eski müftüsü- Seyyid Abdurrahman (ERZEN) (25 Şubat 1986), Şeyh Seydâ Efendi’nin büyük Mahdumu Muhammed Ataullah’ın Bahattin adındaki oğlunun kızı Sacide Seydâ da Şeyh Seydâ Kubbesi denilen kubbenin avlusunda âile mezârlığına defnedilmiştir.

Allah (c.c.) hepsine rahmet etsin!

[8]- Nitekim Şeyh Hâlid-i Zîbârî Hz.leri ve Şeyh Ömer ez-Zengânî Hz.lerinin vefatlarından sonra Şeyh Ömer’in büyük mahdumu Şeyh Muhyiddin Hz.leri, Şeyh Hâlid Hz.lerinin postnişin olacak mahdumu Şeyh Hüseyin el-Basreti’nin büyük kerîmesi Zeliha, onun vefatı üzerine de küçük kerîmesi Rahime adındaki iki kızıyla evlenmiş olup Ancak takdîr-i İlâhî bu iki evlilikten de evladı olmamıştır.

Daha sonra da Şeyh Ömer Ez-Zengânî Hz.lerinin en küçük mahdumu, Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezeri Şeyh Hâlid ez-Zîbârî Hz.lerinin torunu, yani Şeyh Hüseyin Hz.lerinin kerimesi Şeyh Mıryema. (1. Meryem) Hatun ile evlenmiş olup bu evlilikten de çocukları olmamıştır. Bu evlilikleri “fermana şexa” yani şeyhlerin tehciri denilen malum dönem sonrasına kadar da devam etmiştir. Hicretlerini Cizre’ye sadece 150 km. uzaklıkta olan Musul’da geçiren üç aile, yani Şeyh Hüseyin el-Basretî âileleri, Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî âileleri ve ed-Dirşevi aileleri, ortalık yatışınca bir kısmı memleketleri olan Cizre’ye dönmüşlerdir. Memleketlerine dönenler arasında Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî de bulunduğu gibi Şeyh Hüseyin el-Basretî’nin ortanca oğlu Şeyh Celaleddin (ORAN) Efendiler de bulunmaktaydı.

Döndükten sonra, Şeyh Hüseyin el-Basretî’nin kerîmesi Şeyh Mıryema (1. Meryem) Hatun vefatına yakın bir zamanda beyi Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî’ye şöyle bir vasiyette bulunur:

- “Ben ölürsem benim yerime mutlaka âdemden birisiyle evlenmeni isterim. Eğer âilemden birisiyle evlenirsen bana âit olan Cizre’nin Sınati Köyü’nün bana âit olan yarısını âilemden evleneceğin olan hatuna vermenizi istiyorum Takdîr-i Huda Cizre’de vefât eden Şeyh Mıryema (1.Meryem) Hatun, Cizre’nin Kale Mahallesindeki Büyük/Şeyh Muhammed Nûrî Kubbesi denilen âile kabristanlığının kıble tarafındaki avlusunda 28 no’lu mezârda defnedilir. Onun bu vasiyeti üzerine muhterem beyi Şeyh Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî, Şeyh Mıryema (1.Meryem] Hatunun erkek kardeşi Şeyh Celaleddin Efendinin kerîmesi Taybet Hatun ile evlenir. Taybet Hatun, Şeyh Hâlid Zîbârî’nin oğlu Şeyh Hüseyin Efendi’nin oğlu Şeyh Celaleddin Efendilerinin kerimesidir. Şeyh Muhammed Said Seydâ el-Cezerî’nin Taybet (ORAN) Hatun ile olan bu mübârek evliliklerinden dördü kız, dördü erkek olmak üzere sekiz çocukları olmuştur. Taybet Hatunun hem kâimanasının ismi hem de anasının ismi Halime Hatun olup, annesi olan Halime Hatun Hz. Ömer (r.a.)’in soyundandır. Taybet Hatunun babası Şeyh Celaleddin Efendi ise Şeyh Hüseyin-i Basretî Hz.İerinin Dirşev Aşireti’nin başı Amer Ağanın kız kardeşinden olan oğludur.

(Daha sonra 49. Sayfalarda Şeyh Mıryema (1.Meryem) hakkında bazı daha ilave malumatlar verilmiştir.)

1926’daki Şeyhlerin Fermanı/tehcirlerinde Taybet Hatun daha bir yaşına bile girmemişti. Bu tehcirden dolayı Şeyh Hüseyin-i Basretî’nin âilesi, İngilizlerin işgalindeki Irak’a kaçarlarken yakalanmamak için gece gündüz yola devam ediyorlardı. Bölük pörçük olan âile, hızlı bir şekilde hududa doğru yolculuklarına en hızlı bir şekilde ve kimseye görünmeden ilerlemeye çalışıyorlardı. Irak’a 15 km. kalırken son gecede Cizre’nin Mema Aşîreti’nin Hoser (Düzova) Köyü’nün sınırlarına vardıklarında bebek Taybet hastalanarak çok ağlamaya başlar. Anasının sırtında öyle ağlar ki gecenin zifiri karanlığında tam bir sessizlik içinde yollarına devam etmek zorunda oldukları halde bebek Taybet’in bu ağlamaları onları tam bir tehlikeye atıyordu. Herkes bebeği susturmaya çalışmış ama bebeğin çığlıkları gittikçe fazlalaşıyor tüm ovada ses adeta yankılanıyordu. Bu durum üzerine Taybet’in anası Halime Hatun bebeği güzelce kundağına sarıp, kulağına da bir çift güzel altın küpe ve göğsüne de iğne ile bir lire altın iliştirerek onu kar ile düz olmuş bir çalılığın arkasına bırakmak zorunda kalır. Bebek Taybet’in anası bu küpeyi ve altını iki amaç için bebeğe takıyor. Birinci sebep ola ki birileri bu bebeği bulursa bu takıları satıp bir nebze de olsa takıların parasıyla geçinirler ve bu sayede bebeğe bakarlar. Zira mevsim kıtlık idi. İkinci sebep ise, eğer tanıdık birileri bebek Taybet’i bulurlarsa sonradan bebeği tanımada işaret olsun diye takmıştır. Bebek Taybet terk edildikten sonra ağlama sesi ki metrelerden duyuluyordu, Tüm Aile fertleri bu durumdan dolayı için için ağlıyor ama ne çare ki hepsinin hayatı söz konusu olduğundan onu bırakmaktan başka çareleri olmadıklarını da kesin biliyorlardı. En sonunda Ailenin bu "kafilesi (öldürülmek için aranan veya yakalanan topluluk) tabiri caizse ise binbir sıkıntı meşakkat ve tehlikelerden sonra Irak’ın, şimdi Dicle üzerinde kurulan barajın altında kalan Çittik Köyüne ulaşırlar.

Sabahleyin Cizre’nin Hoser Köyünden Hacı Çaçan oğlu genç bir çoban olan Osman (ERDOĞAN), bebek Taybet’in bırakıldığı tarafta sürüsünü otlatmak için gittiğinde, hâlâ yüksek sesle hiç ara vermeden ağlayarak acılar içinde kıvra­nıp duran bir bebek sesi işitir. Kendisi ile köpekleri sesin geldiği tarafa koşarak vardıklarında bebek Taybet’in ölmeküzere olduğunu görür. Hemen bebek Taybet’i kucağına alarak keçeden olan çoban kepeneğine sarıp onu hemen köye getirir. Çok akıllı ve köyün ileri geleni sayılan çoban Osman’ın babası Hacı Çaçan bebeği hanımına teslim ederek, güzel bir elbiseye sarılan ve beraberinde bulunan altın takılardan bebeğin kimlere âit olabileceğini düşünür. Bilinen tehcirden dolayı bu bebeğin şeyhlerin fermanı sebebiyle kaçan Şeyh Hüseyin-i Basretî Hz.lerinin âilesinden müteşek­kil kafileden olduğu kanısına varır. Hacı Çaçan âilesi tam bir sene bebek Taybet’e bakar, âilece üzerine titrer ve daha sonra onu sâlimen İngilizlerin işgalinde bulunan Irak’taki âilesine ulaştırmayı başarırlar. Hacı Çaçan’ın ölümünden sonra bebek Taybet’i bulan oğlu Osman, Hoser Köyü’nün büyüğü olur ve Allah (c.c.) ona hac ziyaretini de nasip ede­rek Hacı Osman-i Hacı Çaçan diye şöhret bulur. Hacı Osman, Mart 1982’de Hoser (Düzova) Köyünde vefat eder.

Yukarıda zikredilen hadiseyi detayları ile anlatan Hacı Osman’dan bizzât kendim defâlarca dinledim.

[9] Şeyh Seydâ’nın anası Halime Hâtun’un anneannesi aslen Mardin Midyat’ın Tor Bölgesinin Becirman Köyünden evlâdı Resûl olan meşhur Seyyid Bilal Hz.lerinin İsmail Koluna bağlı, Seyyid Kemal’in torunudur. Ancak seyyid olan bu âile, Botân Aşireti’nin Ere Köyünde çok uzun zamandan beri kaldığı için Botân’da bu seyyid kolu Ere Seyyidleri olarak bilinmektedir. Halime Hatun bu kolun bir alt kolu olan Seyyid Mahmud-i Mendicana ve “Bab e Feqe” diye de bilinen zâtın kerîmesidir. Dolayısıyla Halime Hatun’un anneannesi, Becirman Köyündeki meşhur Seyyid Bilal soyundan olup ahfad-ı Resûl’dendir. Şeyh Mahmud-i Mendican’ın mezârları Cizreden Şimak’a giderken kasrik boğazından sonra sağ tarafına düşen yamaçta bir ormanlığın içinde olup yoldan görünmektedir.

10- Bölgede namaz kılanların ve takva sahiplerinin çokluğundan dolayı her su kenarında taşlardan döşenmiş bir namazgâh yapılıyordu. Bu tür basit taşlardan yapılmış namazgahlara ferş denilir.

[11] Mele Muhammed-i Zılfe’nin Basret Postnişînin elçisi olarak Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn Hz.lerinin ana dergâhı Şam’a gidişi ve onun bu seferdeki başından geçmiş olayları ve Basret Dergâhı’na tekrar dönüşlerine kadar içeren malumatları ben Muhammed Baki Seydâ el-Cezerî- muhterem merhume annem Şeyh Hüseyin el-Basreti'nin oğlu Şeyh Celaleddin (ORAN)’in kerîmesi Hacı Taybet Hanımdan işittiğim gibi buna benzer malumatlar da muhterem annemin amcası meşhur edip ve âlim Şeyh Muhammed Şefik Hz.lerinin 1935’te âile biyografyası olarak yazdığı el-Ahvâlu’d-Dürriyye ve’l-Ahbâru’l-Miskiyye adlı Arapça kitabının orijinal nüshasının doksan ikinci sayfasında da takriben mevcuttur.

[12] Şeyh Hâlid-i Zülcenaheyn eş-Şehrezûri el-Bağdadî Hz.lerinin vefâtlarından sonra kendi emir ve vasiyetleri üzerim kendisi hayattaymış gibi Şam’da bu ana dergâhı her türlü izin ve ruhsata sahip idare edecek ve Mevlânâ Hz.lerinin vasiyetlerini yerine getirecek heyetin beş üyesi olan bu zevât:

1- Mevlânâ Şeyh Hâlid-i Zülcenaheyn eş-Şehrezûri Hz.lerinin muhterem yaşlı hanımı,

2- Mevlânâ Şeyh Hâlid-i Zülcenaheyn eş-Şehrezûrî’nin kızından olan torunu Şeyh Muhammed Hâlid,

3- Babası Birinci Hani Şeyh Muhammed’ten sonra, Hazreti Mevlânâ’nın vekili İkinci Hanî Şeyh Muhammed,

4- Şeyh Ömer el-Hâlidî,

5- Hazreti Mevlânâ Hâlid-i Zülcenaheyn eş-Şehrezûrî’nin dergâhının sorumlusu Şeyh Yusuf en-Nakşibendi’den müteşekkil idiler.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.