Haberin Kapısı

Şeyh Seydâ (KS) El-Cezerî'nin Zikir ve Evradları

TASAVVUF

Zikir, yapılış şekline göre ferdî ve toplu olarak da adlandırılmaktadır. Ferdî zikir, sayısı, şekli ve süresi bakımından mürşidin belirlediği bir vazifedir. Ferdî zikirler genellikle günlük ya da haftalık yapılan zikirlerdir. Müride verilen günlük zikre “vird” veya çoğulu ile “evrâd” adı verilmektedir.

Zikir, “hatırlamak, yâd etmek, anmak ve unutmamak” anlamlarına gelen Kur’ân kaynaklı bir tasavvuf kavramıdır. Bu kavram birçok mutasavvıf tarafından tasavvuf ve tarikat yolunun temel esası kabul edilmiştir. Zikrin tasavvuf yolunda temel esas olmasını sağlayan özelliklerinden biri de belli bir vakte bağlı olmaksızın yapılabilmesidir. Bu da zikrin devamlılık ilkesine işaret etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de “Onlar ki ayakta, oturarak ve yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler.” [Ali imran/3/191] ayeti de bu devamlılığın sınırsızlığını ifade etmiştir. [1]

Kur’an-ı Kerim’de ki “İçinden, yalvararak ve korkarak âşikâre olmayan hafif bir sesle rabbini zikret de gafillerden olma!” [2] ayet-i kerimesi de zikirsizliğin neticesini gafillik olarak ifade etmiştir. Kalplerin ancak Allah’ın zikri ile tatmin olup sükûnete ereceği de yine Kur’ân-ı Kerim’in dikkat çektiği hususlardan biri olmuştur. [1-2-3]

Zikir, Hadis-i Şerifler’de de çokça yer almış, aynı zamanda tavsiye ve teşvik edilmiş bir uygulamadır. Zikredenle zikretmeyen kişiler, ölü ile diri kimselere benzetilmiştir. [4] Zikir ile ilgili bazı hadisler de şunlardır: “Size amellerinizin en hayırlısını haber vereyimmi? Allah’ı zikretmek...” [5] “Bir topluluk oturup Allah’ı zikrederse melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar..” [6] “Cennet bahçelerini gördüğünüz zaman onlardan istifâde ediniz. Cennet bahçeleri zikir meclisleridir.” [7]

Zikir, yapılış şekline göre ferdî ve toplu olarak da adlandırılmaktadır. Ferdî zikir, sayısı, şekli ve süresi bakımından mürşidin belirlediği bir vazifedir. Ferdî zikirler genellikle günlük ya da haftalık yapılan zikirlerdir. Müride verilen günlük zikre “vird” veya çoğulu ile “evrâd” adı verilmektedir. [8]

Toplu zikir, her tarikat tarafından ayrı ayrı adlandırılan ve farklı şekillerde icra edilen bir zikir türüdür. Meselâ bu tür zikre Mevlevîler semâ, Kâdirîler deverân, Nakşibendîler de hatme-i hâcegân gibi farklı isimler vermektedir.[9] Mutasavvıfların bir kısmı toplu zikri, cemâatle kılınan namaza benzetmek sûretiyle ferdî zikirden daha etkili görmüştür. [10] Şeyh Seydâ da bu konuda müridlerine toplu zikri tavsiye etmiştir. Kendisi de her gün sabah ve yatsı namazlarından sonra hatme-i hâcegânı bizzat okumuştur. Sağlığı elvermediği zamanlarda ise uygun olan halifelerinden birini görevlendirmiştir. Toplu zikre önem vermiş ve yapılmasını tavsiye etmiştir. [11] Mürîdleri ziyaretine geldiği zaman onlara sorduğu en önemli sorulardan biri “Hatmeye gidiyor musunuz?” sorusu olmuştur. Bu soruya verilen olumlu cevaplar onu memnun etmeye yetmiştir. [12]

Şeyh Seydâ halifesi Şeyh Musa el- Mardinî’ye yazmış olduğu bir mektubunda; Ramazan ayı içerisinde hatme-i hâcegân uygulamasında zamansal olarak değişiklik [5-6-7-8-9-10-11-12] yapılmasını bildirmiştir. Bu değişiklik normal zamanda yatsı namazından sonra yapılan gece hatmesinin Ramazan ayı içerisinde ikindi namazından sonra yapılmasını içermektedir. Ramazan ayı bitince tekrar eski uygulama zamanına dönülmesi gerektiğini bildirmiştir. [13]

Halifelerinden Seyyid Şeyh Muhammed Beşir, Şeyh Seydâ’ya yazmış olduğu bir mektubunda; hatmeye gelipte yer bulamayan bir müridin ne yapması gerektiği ile ilgili bir sorusu üzerine Şeyh Seydâ cevaben şöyle demiştir: “Hatmeye gelipte yer bulamadığı zaman, sükûnetle, huşû ve hudû ile, zillet içinde sabretsin. Zirâ kapısında zillet çekmek faydalıdır. Ta ki yer buluncaya kadar. Yer bulamazsa halkanın arkasında, miskince, hâlini Allah ’a havale ederek beklemek ne tatlı. Belki o zaman en güzeli, en evlâsı yapılmış olur. Çile çekenlerin hâline sizin gibi miskinlerin hâline en uygun olanı da budur.” [14] Bu sözleriyle hatme-i hâcegân zikrinden tevâzu ve hiçlik duygularıyla, kendini ön plana çıkarmadan, manevî olarak istifâde edilmesini tavsiye etmiştir.

Köydeki mürîdleri için, daha hafif olması açısından genellikle İmâm Rabbâni el-Fârûkî’nin hatmesini tercih etmiştir. Kendi dergâh ve mescidinde ise Gucduvânî ve Behâî hatmesini okumuştur. Çoğu zaman da râbıtadan sonra bir Fâtiha, üç İhlas-ı Şerifi okumayı yeterli görmüştür. Ardından da yarım saat ya da daha fazla zaman duâ etmiştir. Özellikle ileri yaşlarında bu şekilde uygulama yapmayı tercih etmiştir. [15]

Hatme-î Hâcegân ile ilgili de şu sözleri söylemiştir: “Hatmeden kesilmek, müridin Allah’a olan seyrini geciktirir. Velev ki kendi başına çok zikretsin.” Yine demiştir ki: “Kalp kandil gibidir. Zikre devam etmek ona yağ koymak gibidir. Hatmeye gelmek ise, kibrit çakıp yakmak gibidir. Nur arayan için yağ ve kibrit kaçınılmaz iki ana maddedir.” [16] Şeyh Seydâ, çok acil işi olanların dışında kimsenin hatmeden geri kalmamasını istemiştir. [13-14-15-16]

Zikir uygulaması yapılış şekline göre cehrî (açıktan) ya da hafî (gizli) olmak üzere de ikiye ayrılmıştır. Şeyh Seydâ, hafî yani sessiz zikrin yapılmasını tavsiye etmiştir. Hafî zikri; zikr-i celâl olarak ifade etmiş, bu zikrin dil ile değil kalp ile yapıldığını belirtmiştir. Ancak doyum noktasına ulaşan müridin ya da boş zamanlarında lisânı zikri yani cehrî zikri uygulayanların ayrıca bir kazanç elde edeceğini belirtmiştir. Bunu da kârlı bir ticarete benzetmiştir. Şeyh Seydâ, cehrî zikir için de mürîde günde yüz defa “Lâ ilâhe illallah” zikrini tavsiye etmiştir. Yine gün içinde yüz kere salavât-ı şerife, yüz kere istiğfar ve yüz kere kelime-i tevhidi, yapılacak cehrî zikir olarak belirtmiştir. [17] Yine o, müride verilecek günlük dersleri, müridi dinleyerek her müridin kendi durumuna göre vermiştir. Hatta bazılarına sadece günde bir kez lafza-i celâli vird olarak vermiştir. [18] Hâlidî Seydâî Tarîkatında zikir esnasında kişinin başını bir örtü ile örtmesi tavsiye edilmiş ancak zarûri olarak görülmemiştir. [19]

Şeyh Seydâ müridlerinin letâif derslerinin değişimini belli bir sayı, zaman ya da gördüğü bir rüya üzerine değil, müridin davranışlarına, firâsetine ve basîretine göre değiştirmiştir. O, “önemli olan, lâtifelerin üzerinden geçmek değil, aksine kalbi mâsivâdan boşaltmak ve muhabbetullah ile süslemektir. Yalnızca bir letâifi zikredip kalbi mâsivâdan temizlemiş ve muhabbetullaha ermiş bir mürid, sadece letâif geçen binlerce müridden daha hayırlıdır.” diyerek, letâifleri sözde ya da yüzeysel olarak geçmek değil, özde ve içselleştirerek geçmenin önemine işaret etmiştir. Yine ona göre, letâifler içinde en önemlisi, kalp letâifidir. Geriye kalan ruh, sır, hafî ve ahfâ gibi letâifler tafsîlât ve tamamlayıcı olarak kabul edilmiştir.[20]

Şeyh Seydâ özellikle nefy u isbât diye bilinen tehlîl [21] zikrine dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu zikrin hedeflere ulaştıran, kilitleri açan en doğru yol olduğunu ifade etmiştir. “Keşke bütün örtülü kalpler bu zikirle amel etselerdi” diyerek de bu zikrin önemine işaret etmiştir. [22]

Şeyh Seydâ, zikir uygulamasında zamana da dikkat çekerek, kalp zikrinin en faziletli olduğu zamanın seher vakti olduğunu bildirmiştir. Daha sonra sabah vakti, ardından akşam ile yatsı namazı vakitlerinin arası, ardından ikindi namazı sonrası ve en son diğer vakitler diyerek zamana göre fazilet sıralamasında bulunmuştur. Şeyh Seydâ’nın çoğu zaman yaptığı zikrin hararetinden, geceleri Dicle Nehri’ne girip saatlerce içinde kaldığı belirtilmiştir. Tâ ki zikrin harâret hâli kendinden gidinceye kadar. [23]

Şeyh Seydâ, Halifesi Muhammed Emin Er’e yazmış olduğu bir mektubunda da ferdî zikrin nasıl yapılacağını şu şekilde izah etmiştir: “Zikredecek kişi, iki rekat nafile namaz kılar. Ardından kıbleye doğru oturarak yirmi beş defa istiğfar eder, sonra kabulü için ve güzel hâtime (son) için hem kendine hem şeyhine dua eder. Sonra bir Fâtiha üç İhlâs suresi okuyarak sevabını başta Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e ve Nakşibendî sâdâtlarına hediye eder. Sonra gözlerini yumarak, dişlerini ve dudaklarını birbirine, dilini de damağına yapıştırıp, nefesini keserek istimdât eder. Sonra ölüm râbıtasını, ondan sonrada şeyh râbıtasını, Allah ’ın huzuru râbıtasına kalbini mâsivâullâh’tan temizleyerek yükselir. Bundan sonra gizli olan zikr-i kalbîye geçer. Sayısını tutar, sayısı ise beş bindir. Bine de mümkün olan diğer sayılara da müsâde edilir. Her yüz tesbihin başında, açıktan: “Allah ’ım maksudum sen’sin, istediğimde Senin râzı olmandır. ” sözünü, manâsını da göz önünde bulundurarak söyler. [24]

Zikirdeki amacın en mükemmel şekilde takvâya ulaşmak olduğunu belirten Şeyh Seydâ; talebelerine de zikrin mükâfatını cezâ gününde beklemelerini tavsiye etmiştir. Yine zikirle ilgili şu benzetmede bulunmuştur: “Kalp, ev gibidir. Başkalarıyla uğraşmak topraklı yolların uçuşan tozları gibidir. Nasıl ki bir ev, her gün süpürülmezse tozları birikir ve temizlenmesi zorlaşırsa. Mürîdin durumu da aynen böyledir. Eğer kendine günlük evrâd edinmezse veya zikri azalırsa manevî gaflet pislikleri kalbi kaplar, temizlenmesi zorlaşır.” [25]

Şeyh Seydâ, boş söz ve boş fiili de zikir açısından değerlendirince, bunların kalbi öldürdüğünü ve zikrin kalpte yer etmesini engellediğini belirtmiştir. [26] Kendisi zikrin tasavvuf ve tarîkat uygulamalarında çok önemli bir yere sahip olduğunu gerek şahsında gerekse müridlerine tavsiyelerinde göstermiştir. O, sûfîlerin zikrini bidat olarak kabul eden kişileri, ilimden ve irfandan uzak cahil kimseler olarak görmüştür. Ona göre İmam Şâzelî, İmam Nevevî, Abdulkadir Geylânî ve İbn-i Arabî’nin virdleri bulunmaktadır ve bunların büyük çoğunluğu ayet ve hadislerden alınmıştır. [27]

Fatih Musa ELMALI ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ 2019

-----------------------

  [1] Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, s. 99.

  [2] Âli İmran suresi, 3/191.

  [3] Yılmaz, a.g.e. s. 100.

  [4] A’râf suresi, 7/205.

  [5] Râd suresi, 13/28.

  [6] Buhârî, Deavât, 67.

  [7] Tirmizî, Deavât, 6.

  [8] Müslim, Deavât, 8.

  [9] İbn Mâce, Edeb, 53; Tirmizî, Deavât, 6.

[10] Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, s. 104.

[11] Yılmaz, a.g.e. s. 109.

[12] Yılmaz, a.g.e. s. 108.

[13] 01/07/2018 tarihinde Şamandıra İlim ve Sanat Vakfında Ömer Faruk Seyda ile yapılan mülâkat; Farkınî, Mektubat, s. 208.

[14] Farkınî, Mektubat, s. 209.

[15] Farkınî, a.g.e. ss. 191, 192.

[16] Farkınî, a.g.e. s. 185.

[17] Farkınî, Mektubat, s. 209.

[18] Farkınî, a.g.e. s. 214.

[19] Farkınî, a.g.e. s. 151, 152, 178.

[20] Baz, Şeyh Seydâ veSeydâîKolu, ss. 191, 192, 193.

[21] Baz, a.g.e. s. 201.

[22] Farkınî, Mektubat, s. 210.

[23] Kelime-i Tevhid zikri.

[24] Farkınî, a.g.e. s. 185.

[25] Farkınî, a.g.e. ss. 154, 80, 119.

[26] Farkınî, Mektubat, s. 152.

[27] Farkınî, a.g.e. s. 209.

[28] Farkınî, a.g.e. s. 210.

[29] Baz, Şeyh Seydâ ve Seydâî Kolu, s. 95.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.