Haberin Kapısı

Sadreddin Konevi’nin Eserlerinde Estetik ve Tasavvur

BİLİM TEKNOLOJİ

Estetik ve sanat genel olarak insanın ruhundaki güzelliklerin dışavurumu olarak tanımlanabilir. Eğer İslam estetiği ve sanat anlayışı tanımlanacak ve geliştirilecek ise, insanların düşüncelerini ifade etme biçimi olan Belagat ve ruhunun derinliklerine inen Tasavvuftan da bahsetmek kaçınılmaz olacaktır.

Pek çok büyük sanat eseriyle kendini gösteren Türk ve İslam sanatının estetik ve sanat felsefesine dair yazılan kaynaklar günümüz literatürüne henüz kazandırılmış değildir.

Günü gününe hatıralarını yazdıran Mimar Sinan’ın dahi günlüklerine tam olarak ulaşabilmiş değiliz. Var olanlar ise eski yazı ile müzelerin ve kütüphanelerin tozlu rafları arasında saklanmaktadır.

Avrupa’ya, Ortaçağ karanlığından kurtulmasında ve Rönesans’la yeniden doğuşunda üstatlık etmiş olan pek çok Müslüman alimin sanat ve estetik hakkındaki düşüncelerinden habersiziz.

Sanatın ve estetiğin tanımlanması, güzellik gibi çirkinliğinde estetik ve sanat içinde bir yeri olduğunu, sanatın insan ruhundaki güzellikten doğduğunu, doğal güzelliklerin sanat güzelliği olarak değerlendirilmesi gerektiği, soyut güzellik, yansıma, anlatımcılık, duygusal etkileşim ve biçimcilik gibi sanat kuramlarını aydınlatacak fikirlerini serdettiğini ve bu konularda Batılı sanat ve estetik adamlarını ulaştıkları bilimsel verilere benzer sonuçlara ulaştığını görmekteyiz.

Batı Estetiği ve İslam Estetiğinin Temelleri

Batı estetiği, felsefenin bir dalı olduğu için temelleri akla dayanır. Gerçi estetiğin alanı intellektif bilgi ve sensitiv bilgi olarak ikiye ayrıldığı için akılcılığın yanı sıra duyusal ve duygusallık ta önemli bir argüman olarak estetiğin içeriğine dahil edilmiştir.

İslam estetiği ise vahye dayandığı için temelleri kitap, sünnet, kıyas-ı fukaha ve icma-i ümmette dayanır. Yani herhangi bir önerme ve yargı için öncelikle Allah’ın kitabına, sonra peygamberin sözlerine ve uygulamalarına bakılır. Daha sonra alanında uzman alimlerin kıyas ve görüşlerine başvurulur. En son ise İslami toplumun kamuoyunun kabulüne dikkat edilir. Eskiler “bir fikre davet cumhur-u ülema’nın kabulüne bağlıdır yoksa davet bidattır” diyerek alan uzmanlarının ve kamuoyunun hassasiyetine dikkat çekmişlerdir.

Batı estetiği ben merkezci bir yapıya odaklanır. Ego ve ide, hatta idefiksler sanatçının ve izleyicinin sanatı ve sanat eserini algılamasında ve yorumlamasında en önemli faktörlerdir. Hedonist ve zevkçi bir yaklaşımla sübjektif beğeni ve yargılar önem kazanır. Sanatçı ortaya koyduğu kavramlar ve yapıtlarıyla egosunu da ön plana getirir.

İslam estetiğinde ise Yaratıcının beklentisi ve rızası esastır. Sanatçı yetenekleri ve sanatı ile İlahi sanatın ve isimlerin bir aynası durumundadır. Sanatçının keşfetmesi ve başkalarına da göstermesi gereken gizli hazineler vardır. İlahi sanatın öğrencisi ve öğretmeni olmak gibi sorumluluklar taşır. Eserine imza atmakta zorlanır. Gurur ve benlikten kaçınmak, tevazu ve alçakgönüllülük İslam estetiğinin en duygusal yaklaşımlarından biridir. İlahi güzellikler karşısında duygusal etkileşime girip İlahi sevginin ve aşkın muhatabıdır.

Estetik

Estetik, Yunanca “aisthesis” ya da “aisthansthai” kelimelerinden gelir. “Asisthasis” hissetmek manasına geldiği gibi, “aisthansthai” duymak, algılamak anlamına da gelir. Zıddı ise tıp literatüründe “anestezi” olarak yer alan hissetmemektir (Tunalı,1989,13).

Batıda Estetik biliminin kurulması ve bu adın verilmesi çok eski devirlere uzanmaz. Bu bilimi kuran ve adını veren Alman felsefeci Aleksander G. Baumgarten (1714-1762) olarak bilinir. 1750 yılında yayınladığı Aestetica adlı eseriyle bu bilimi ilk kez bilimsel bir alan olarak ele alır (Sena,1972,28).

Estetik; sanat felsefesi ve güzelliğin bilimi olarak tanımlanır. (Webster Seventh Dic. Das Grashce Deutsche, Petit Robetr vs.),(Doğan,1975,8). Fakat bu bilim hakkında ortaya atılan teoriler Baumgartenden binlerce yıl öncesine uzanır. Estetik ve güzellik üzerine yazılan düşünceler Platon (M.Ö.427-M.Ö.347) zamanına kadar gider. Erken dönemlerinde bedensel güzellik üzerinde duran Platon, olgunluk döneminde ruh güzelliğini ön plana getirir (Tunalı,1989,143).

Platonun idealar alemine dayanan tamamen metafiziktir. O, bu dünya bir yansıma dünyası olarak görür. Burada gördüğümüz güzellikler aslında birer yansıma ve gölgedir. Asılları ise idealar olarak tanımlan İlahi güzellikler olmalıdır. Sanat eserlerinde tasvir edilen güzellikler ise gölgenin gölgesi yani ikinci elden mimesistir (Balcı,2005,45).

Aristo (M.Ö.384-M.Ö.322) ise daha gerçekçi bir dünya betimler. O, sanatın tabiatı aynen taklit etmediğini belki yorumladığını varsayar. Ayrıca “khatarsis” olarak adlandırılan arınmadan, yani insanların sanat yoluyla bastırılmış kötü arzularından kurtulduğundan bahseder (Sena,1972,23).

Plotinos (M.S.204-M.S.270) varlık felsefesini “Birlik” e dayandırır. Bütün varlıklar yaratılmadan önce sadece “Bir” vardır. O her yerdedir ve her şeyi yaratandır. Bir şeyin güzel olarak görülmesi ve anlaşılması, ruhun güzelliğinin maddeye yansıması olarak görülebilir (Balcı, 2005,47).

Sanat ve güzellik üzerine eski Mısır, Hint, Çin ve İslam medeniyetlerinde de çok düşünceler gelişmekle birlikte, mevcut literatürde bunlara ait yeterince bilgi ve kaynağa ulaşmak mümkün görülmemektedir. Estetik; Osmanlıca literatürlerde “Bediiyyat” olarak geçer. Bediiyyat, Arapça hayret verici güzellikte olan, acayip ve garip olan, beğenilen, insanın dikkatini çeken, yeni keşfedilmiş olan, gibi manalara gelmektedir (Yeğin,1992,55).

Estetik üzerine ilk bilimsel teoriler geliştiren Baumgarten, estetiği duyusal bilginin bilimi olarak tanımlar. Ona göre estetik, özgür sanatlar teorisi, güzel üzerine düşünme ve mantık yürütme bilimidir (Tunalı,1989,15).

Sensitiv bilgi açık seçik olmadığı için kesin olarak bir tarifinin yapılamaz. Mantık; açık ve seçik olan intellektif, yukarı bilgi alanını araştırırken, Estetik; açık ve seçik olmayan, sensitif, duyusal olan aşağı bilgi alanını inceler (Tunalı,1989,14).

Bediyyat-İslam Estetiği

Eski medreselerde bir ilim olarak okutulan “Belagat”, Fenn-i Maani, Fenn-i Beyan ve Fenn-i Bedi dallarına ayrılır. İnsan zihnindeki kavramların ifade edilmesinde içerik, biçim ve estetik gibi ayrıntıları ayrı ayrı ele alan bu fenlerin kökeni bin yıl önce bunları kaleme alan Sekkaki, Zemahşeri ve Cürcani gibi alimlere dayanır (Eren,2001,13).

Osmanlı son dönem ve cumhuriyetin ilk yılarında güzel sanatlar ve felsefe alanlarında yayınlanan eserlerde estetik anlamında “Bediiyyat” kelimesi kullanıldığı görülür.

Bedi kelimesi, anlam olarak estetik olan manasına geldiği gibi, Osmanlıca sözlüklerde garip ve alışılmadık olan, yeni ve ilk defa yapılan (“İbda” kelimesi de aynı kökten gelir ki ilk defa yaratılan demektir), harika olan, eşi ve benzeri olmayan, göze ve duygulara hoş gelen gibi anlamlara gelir (Yeğin,1992,55).

Bedî‘ kelimesinin sözlük anlamı örneksiz ve modelsiz olarak yapılan ve icat edilen, örneği ve modeli olmadan yaratılmış olan demektir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîmde, “O göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır” (el-Bakara 2/117) meâlindeki âyette yer alan bedî bu anlama gelmektedir (Hacımüftüoğlu,1992,320).

El Cahız, “bedi” kelimesini, “ibda” köküne dayandırarak bir şeyin örneksiz ve modelsiz olarak ilk defa ortaya koyulması olarak tanımlar. Bir belagat terimi olarak bedi, beyan ve meâni ilmine uygun olan sözlerin, biçim ve estetik olarak ta kusursuz olmasının kurallarını inceleyen bir bilim dalıdır (Karuko, 2014, 245).

1940’ta Maarif Vekilliği yani Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Charles Lalo’nun “Bediiyyat” kitabı ve İbrahim Alaaddin Gövsa’ın 1925’te yayınlanan “Bedii Terbiye” kitabı örnek olarak gösterilebilir.

1918 yılında Abdülhak Hamid Mülahazat-ı Felsefiye eserinde bediiyatı şöyle tanımlamaya çalışır. “Bediiyât ile rûhiyât, vâkıa o noktada birbirine temas eder. Fakat nokta-i nazarları büsbütün başkadır. Bediiyât, tabiatı tahlil etmez, heyecan-ı bediîyi ikâ edebilen âsâr-ı sanatın evsâf ve şerâitini tedkik ve tahkik eder (Uçmani,1984,335)

Eğer İslam estetiği ve sanat anlayışı tanımlanacak ve geliştirilecek ise, insanların düşüncelerini ifade etme biçimi olan Belagat ve ruhunun derinliklerine inen Tasavvuftan da bahsetmek kaçınılmaz olacaktır.

İslam estetiğinin temelleri tevhide, kitap, sünnet, cumhur-u ulema ve icma-i ümmete dayanır. Şüphesiz Kuranda güzellikten, güzel sözden ve ilahi sanattan bahseden ayetler İslam sanat ve estetiğin temellerini teşkil eder. Hz. Peygamberin, güzellik ve sanat ile ilgili sözleri ve uygulamaları bu alanda önemli esaslardır. İslam tarihi boyunca alimlerin ve mutasavvıfların öğretileri, cumhur-u ulemanın geliştirdikleri ortak kodlar olarak icma-i ümmetin kabulüne ve terbiyesine kaynaklık etmişlerdir.

Batı dünyasında maddeye ve nefsin arzularına dayanan, zevkçi, ben merkezci ve şöhrete meftun bir sanat anlayışı hakimdir. İslam dünyasında ise Allah rızasına dayanan ve mütevaziliğinden eserine imza bile atmaya çekinen maneviyata dayanan bir sanat gelişmiştir.

İslam sanatı ve estetiği, tabiattaki güzellikleri İlahi sanatın ve esmanın yansıması olarak görür. İnsan kendi cüzi sanatı, ilmi, gücü ve iradesi ile sonsuz ilim, irade, kudret ve sanata ayine olmaya çalışır.

Sadreddin Konevi

Asıl adı Sadreddin Muhammed b. İshak b. Muhammed b. Yusuf b. Ali el-Konevî'dir. Konya'da yaşadığı ve ikamet ettiği için Konevi lakabı ile anılmaktadır. 1209 yılında Malatyada doğmuştur. Babasının ismi Mecdüd'din İshak,(ö.1209) olarak kayıtlıdır.

Anadolu Selçuklu döneminin yetiştirdiği büyük alimlerden biri olan Konevi, kendini ilme ve tasavvufa vermiştir. Şam, Mısır, Hicaz gibi devrinin bilim ve eğitim merkezlerinde bulunmuş ve devrinin önemli alimlerinden ders almıştır.

Muhyiddin-i Arabi ile de yakın ilişkileri olan Konevî, miladi takvime göre 1254'ten vefatına kadar Konya'da yaşamış ve 1274 yılında Konya'da

vefat etmiştir (Mollamehmetoğlu,2018,13-14).

Konevi ve Estetik

Konevi gibi din ve tasavvuf büyükleri insanın mistik dünyasını ele alırken, ruh güzelliği ve inceliğini de ele almışlardır. Estetik güzelliğin bilimi olarak tanımlanırken, düşünce inceliği ve ruhun güzelliğinin yansıması gibi kavramları da içerir. Güzelliğin algılanması ve duyumsanması, tasavvuftaki zevk ve şuhud mertebelerinin zayıf birer gölgesi olarak düşünülebilir.

Konevi’ye göre insan, “en güzel surette yaratılmış” (Tin, 5) olduğu için güzelliğe ve kemale meftundur. Kuranda da geçen, Evvel, Ahir, Zahir, Batın isimlerinden yola çıkarak insanı vücub ve imkan hükümlerini birleştiren berzahi bir varlık olarak tanımlar. İbn-i Arabi’nin “O ezeli, hâdis insandır ve ebedî-daim yaratılıştır.” İnsan, bu açıdan bütün varlıklardan daha önce ve kıdemlidir” (2014,18). Sözüne gönderme yaparak insanı, ilahi hüküm ve eserlerin (esma ve sıfat) yaratıcnın kendisinden çıktığını ve insanda son bulduğunu yani zahiri ve batını onda toplamış olduğunu izah eder. Şu halde İlahi yardım ve feyz varlık alemine inerek insanda temerküz eder. Böylece kesretten vahdete ulaşan insan, bu özellikleriyle en güzel yaratılmış sırrına da ermiş olur.

Konevi’ye göre estetik ve güzelliğin kaynağı Allah’tır. İlahi güzellik ve kemale ulaşan insanın da içinde bulunduğu herşey güzeldir. İnsanlığın yaratılış amaçlarından en önemlisi de kemal ve cemale mazhariyettir. Yani estetik ve güzellik İlahi yaratılışın sırlarındandır (2002b,205).

Konevi, Hz. Adem’in ilâhî mertebeye tahsis edilmesinin ihtisas sırrını ve vahdaniyete ulaşması sırrını şöyle açıklar. Adem’in mânâ açısından önceliği, sûret açısından sonralığı, vücûb hükümlerinin kaynağı olan vahdaniyet özelliğindeki hakîkat ile imkân hükümlerinin kaynağı olan kesret hükümlerini kendinde toplamasıdır. Herşey zıddı ile bilinir. Yani uluhhiyetin sıfat ve esmasını, acz, zaaf ve fakr gibi zıdları vasıtasıyla idrak etmek Konevi’nin tabiriyle, haddi aşarak zıddına ulaşmaktır (2014,17).

Adem’in isimleri öğrenme (Talim-i Esma) mucizesinden, isimlerin farklılığına, ondan da varlık derecelerinin farklılığına atıf yapar. “Allah, Adem’i kendi sureti üzerinde yaratmıştır” hâdisinin sırrından, “suretin kabulü istidatların farklılığıdır” hükmünü çıkartır. Buradan Hz. Adem’de çekirdek olarak bütün istidat ve kabiliyetlerin dercedildiği de anlaşılabilir (Age,21).

Çekirdekten ağaca, meyveden tekrar çekirdeğe varlığın mertebeleri olduğu gibi güzelliğin ve kemalin de mertebeleri farklı farklıdır. Modern estetik bilimi varlığın bilinmesini intellektif-akılcı bilgi ve sensitiv-duyusal bilgi olarak ikiye ayırır. Akılcı bilgi açık alanı oluştururken duyusal alan kapalı bilgi alanını oluşturur. Yani sırlarla dolu olan bu bilgi alanını Konevi, ilimlerin en büyüğü, en kapalısı ve en değerlilerinden birisi olarak tarif eder. “Yaratmanın ve maddenin bilinmesi, ilimlerin en büyüğü, en kapalısı ve en değerlilerinden birisidir” (Age,21). İşte estetik ve sanat ta tam olarak burada başlar. İnsanda çekirdek olarak var olan istidatların inkişafı. Farkındalık, bilinç, tasavvur ve dışavurum.

Konevi’ye göre insanın bir şeyi hayal ve tasavvur ederek tasarıma dönüştürmesi, “eşyayı taakkul etmesinden ibârettir. Bu taakkulun bir benzeri, sûretlerinin ilim ile zihninde taayyün etmelerinden önce insanın nefsindeki tasavvurudur” (Age,22). Yani sanat terminolojisinde yaratıcılık olarak isimlendirilen estetik tasavvur ve tasarım, sanatçının zihninde ve ruhunda yansıyan güzelliğin tasavvuru ve dışavurumu olarak anlaşılabilir. Hatta Konevi bu tasavvuru, “mâhiyetlerin taakkul edilmesi, “irtisam/resmedilme” mertebesi” olarak tarif eder. “Eşya, Hakkın nefsinde nakşedilmiştir/irtisam” (Age,23) (yani resmedilmiştir) diyerek, herşeyin önce hakkın nazarında ve ilminde yani Levh-i Mahfuzda yazılmış olduğuna ima eder.

“Bütün sıfâtları birleştiren/câmi’ mertebe, bütün isim ve sıfâtları tahakkuk eden kimsede resmeder; bu resmetme, ondaki, yani tahakkuk sahibindeki ilâhî resmedilmeye/irtisam “benzer” olarak değil, zâtî bir resmedilmedir. Böylece sıfât ve isimlerin eserleri, bu sıfât ve isimlerle tahalluk edenlerde ve diğer tecellîgâhlarda zuhûr eder ve icra olunur; söz konusu tecellîgâhlar, bu isim ve sıfatların eserlerinin mahalli olan insanlar ve diğer varlıklardır” (Age,38). Konevi, İlahi isim ve sıfatların yansıdığı, ilahi bir resmedilmeden bahseder. Sanatta ve sanatçıda buna benzer bir tecelli yani yansıma olur. Aslında Konevi’ye göre bütün varlıklar ilahi bir resmedilme ve tecelligahtır.

Konevi insan zihninin tasavvur ve tasarım gücünün iç ve dış etkilerden etkilendiğini söyler. Bazen de insanın zihni ve ruh dünyası tasavvur ve hayal gücünü etkiler. Belki de tasavvur ve tasarım kabiliyeti insanın yaratılışında var olan zihin, hayal, akıl, mizaç ve kişilik gibi kişisel özellikleriyle çok alakalıdır. Ona göre, “mânâların, misâl alemine yansıması, bazen mutabık olur bazen ise olmaz. Bu durum, dimağın şeklinin uygunluğu ve bozukluğu, mizâcın itidâli ve itidâlden uzak olması/inhiraf, musavvire gücünün kuvvet ve zayıflığına bağlıdır”(Age,41).

Konevi’ye göre, Batın ismine mazhar olan misal aleminin Zâhir isminin mazhârı olan görünen alemin sûretine nispeti yani kıyaslanması, insan zihninin ve hayalinin kendi sûretine, cismaniyetine nispeti yani kıyaslanması gibidir. İnsanın düşünce ve duygu dünyasının yaptığı işe ve tasarıma yansıması da bunlara benzetilebilir. Görünen madde alemi görünmeyen misal alemine göre çok kısıtlı cemal ve kemal yansıtan bir aynadan ibarettir. Bütün güzelliklerin asıları ve membaları görünmeyen alemde gizlidir. Konevi “İnsanın musavvire gücü, bu alemdeki kuvvetin nüshasıdır” der (Age).

“İnsanda müsavvire kuvveti, rûhunun ve daha önce öğrenmiş olduğu şeylerin nûraniliğine tâbidir. Böylelikle, insan, zâtı ile bu bilgiyi musavvire kuvvetine imla ettirir. Musavvire gücü de, dimağın durumunun cömertliğine/cevdet, mizâcının düzgünlüğüne, bozukluğuna, mekân ve zamanın özelliğine göre o şeyin benzerini meydana getirir” (Age,42). Konevi, insanın hayal ve tasavvur gücünü, ilham ve keşiften aldığını ileri sürer. İnsanın tasavvur yani tasarım kuvveti, ruhunun ve daha önce öğrenmiş olduğu şeylerin, nuraniliğine yani inceliğine tâbidir. Böylelikle, insan, kişisel yetenekleri ile bu bilgiyi tasavvur kuvvetine dönüştürür. Tasavvur gücü ise, zihnin açıklığına, anlayışın düzgünlüğüne, mekân ve zamanın özelliğine göre o şeyin benzerlerini meydana getirir.

“İnsanın mukayyet hayallerinin misâl alemine nispeti, derelerin büyük ırmağa nispeti gibidir. Dereler, büyük ırmaktan çıkmış ve bir tarafları ile de ona bitişiktirler” (Age,42).

Konevi, insanın sınırlı hayallerinin misâl alemine nispetini, derelerin büyük bir ırmağa nispeti olarak tarif eder. İnsanlar kendilerini tanıdıkları oranda yaratıcılarını da tanıyacaklardır. İnsanlar kendi sanat kabiliyetleriyle ilahi sanatı idrak edeceklerdir.

Konevi, İnsanın aklına, dimağına gelen ilham ve tasavvurların kaynağı olarak kalbi görür. Kalp ise İlahi güzelliğin yansıdığı bir aynadır. Estetik tasavvuru da insanın kalbine ilham olunan İlahi güzelliğin yansıması olarak düşünülebilir. Ancak bunu her insan şuurlu olarak bilemeyebilir (Age,44). Da Vinci sanatçı tabiattaki güzelliğin öğrencisidir derken belki de şuuru taalluk etmediği böyle bir İlahi güzelliği hissediyordur. Ancak bunu şuurla tasavvur edebilmek tavhid ve imanla olabilir.

Konevi’ye göre, “her mukayyet hayalde tecessüd eder; bu alemdeki tecessüdü, musavvire kuvvetine, mahalle, idrâk edenin hallerine, ona hâkim olan zaman ve idrâk sıfâtlarına bağlıdır” (Age). İnsanın sınırsız zannedilen hayal gücü aslında mukayyet yani sınırlıdır. İnsan bilgi, birikimi ve benzerlik ilkesiyle hayal edip tasavvur edebilir ve eserlerine yansıtabilir. Estetik muhayyilesi ve tasavvuru ancak misal aleminden kalbine yansıyan ilham ile avangard tasarımlara yol açabilir. Günümüzde buna sanat ve estetik biliminin diliyle, yaratıcı tasarım veya sanatta yaratıcılık denilmektedir.

Konevi, Hz. İbrahim ile İsmail’in Kabe’yi inşasını, alemin ilk yaratılışının bir benzeri olarak ele alır. İnsanın enesinde mindemiç olan cüz-i ilmi ve kesbi sanatçığı ile bir bina inşası, Yaratıcının külli ilim, irade, kudret ve sanatı ile alemi yaratmasının bir aynasıdır (Age,47).

Muhyiddin-i Arabi, “Akl-i evvel, başka bir sıfattan değil, sadece kudret sıfâtından yaratılmıştır. Bunun için, ‘Kalem’ diye isimlendirilmiştir. Çünkü Kalem, ele ilavedir, el ise, kudret sûretidir” (Age) der. İnsanın akli melekesini ve estetik tasavvurunu, kalem veya fırça ile sanatına aktarmasını sonsuz ilmin yansıması olarak anlayabiliriz. Tabi buradan herşeyin varlık alemine önce Levh-i mahfuzda çıktığı sonra insana ilham olduğu düşüncesi de anlaşılabilir.

“Bilinmelidir ki: İşaret edilen muhakkik ile başkaları arasındaki fark, bil-kuvve olanın, bil-fiil hâle gelmesi; eşyayı kesin bir ilimle bilmesi ve başkalarının aksine bunun ispâtına muttali olmasıdır” (Konevi,2002a,96)

“Allah, ulvî alemin sûretlerinin istidâtlarını ve ehlini bildiği gibi, süflî alemin istidâtlarını ve ehlini de bilir” (Konevi,2014,50). İnsanın istidatları bilkuvve ve bilfiil olarak ikiye ayrılır. Dünyaya gelen bir insan büüyüdüğü süreç içerisinde istidat ve kabiliyetleri neşvü nema bulur, kuvveden fiile çıkar. Ancak bir kısmı da söner ve unutulur (Age,51). Alemde tecelli eden İlahi güzellik ve sanatı tamaşa eden ve tefekkür eden her sanatkar yaratılışının da sırrına ulaşmış olur. Yoksa Necip Fazıl’ın dediği gibi onun uğraşısı sadece çelik çomak oyunundan ibaret kalır.

“İlâhî isimler de kâbiliyetlerden taayyün etmişlerdir ve bunlar sayesinde ve bunlar cihetinden eserler, Hakka izafe edilirler” (Age,55). Buradan her şeyin İlahi isimlerin yansıması olması ve insanın kabiliyetlerinin de İlahi isim ve sıfatların enede derc edilmiş nümuneleri ve yansıması olması anlaşılabilir. “Mümkünlerin yaratılmış kâbiliyetinin mutlaklığı, onların, varlığın kendilerinde zuhûru için ayna makâmında bulunmaları ve varlığın eserlerinin zuhûru ve onlar ile varlığın zuhûrlarının farklılaşması ile, her şeyi kuşatmıştır” (Age,60). İnsanın maddi ve manevi kabiliyetleri ve bu kabiliyetlerin inkişafı İlahi isim ve sıfatlara ayna olmak olarak özetlenebilir.

Konevi’ye göre, “hayaline hâkim olan kimse, hayalinin kaynağını, kökenini ve alem-i misâl’den membaını bilemez, -ona ulaşma imkânı bulunsa da- şuhûd ve ilim ile ona ulaşamaz” (Age,72). Her insan sahip olduğu istidat ve mazhar olduğu ilhamın kaynağının İlahi isim ve sıfatlar olduğunun farkına varamayabilir. Şüphesiz tevhid ve inanç ile bu şuura ulaşılabilir.

İnsanın muhayyilesi ve tasavvuru maddi ve manevi iki aleme de bakar. Ancak insanın hayal alemi maukayyet yani sınırlıdır. “Bu alemde zuhûr eden sûret, mukayyet hayal sahibinin iki taraftan olan nispetine göre değişir: Eğer nispeti, rûhlar veya daha üst alemler tarafına daha güçlü ise, tahayyülleri gerçek, mevcut, sahih, nûrani ve ilmi olur”(Age,69). Keşf, şuhud ve ilhama mazhar olanlar madde aleminin ötesinde mana alemlerinden beslenir ve güç alırlar.

“Rüyada gösterilmek ve belirtilmek istenilen mânâ ile onu temsil eden sûret arasında uyumsuzluğa sebep olan bozukluklar, rüya sahibinin bâtınının kirliliğine, mizâcının ve dimağının yapısının bozukluğuna ve hissî hallerinin kötülüğüne delildir”(Age,72-73). Burada rüya için serdedilen bu haller estetik tasavvur ve sanat için de düşünülebilir. İnsanın ruhunda ne varsa eserine de o yansıyacaktır. Modern sanat ve özgür tasarım adına yapılan her türlü müstehcenlik ve ahlaksızlıklar bilinçaltındaki idefikslerin (kötü arzular) yansımasıdır. Batı Sanatı bunun örnekleri ile doludur.

“Hüsun ve kubuh, şerîat ve akıl mertebesine münasip olan şeye, tâbiat ve amaç açısından olan uygunluğa racidir”(Age,80). Burada güzellik ve çirkinlik tanımı ile bir çeşit estetik kuram ortaya koyulduğu düşünülebilir. Güzellik, hem intelektiv yani akıl hem de hikmet ve amaç açısından bir uyum olarak tanımlanıyor.

“Maddenin etkiyi kabul etmesi için hazırlanması; diğeri ise bi’l-kuvve olan şeyi bi’l-fiile çıkartarak, tasarrufun kemâle ermesi”(Age,86). Bir sanat eserinin ortaya koyulabilmesi için İlahi yaratmayı tarif eden şu cümleden yararlanarak şöyle bir önerme çıkarılabilir. Sanatçı bilkuvve ruhunda, hissiyatında ve aklında tasavvur ettiği estetiik kaygı ve sanatsal tasarımı, sanatını dışavuracağı maddeleri işleyerek bilfiile çıkartabilir.

“Misâli tasavvurlar, zâhir ve hissî sûretlerin neticesi olduğu için... ”(Age,96). Buradan, estetik tasavvurun ortaya çıkmasını, maddi ve manevi, zahir ve batın, akli ve hissi, asli ve misali suretlerin tecellisi olduğu çıkartılabilir.

Konevî, tasavvur mertebeleriyle ilgili çeşitli açıklamalarda bulunur. Miftahü’l-Gayb adlı eserinde şöyle der. “Tesir mertebeleri dörttür. Birincisi, müessirin nefsinde tesiridir. İkincisi zihinde, üçüncüsü histe, dördüncüsü ise bu zikredilen üç mertebeyi kaplayan mertebedeki tesirdir. Bunlar, aynı zamanda tasavvur mertebeleridir. Tasavvur mertebelerinin birincisi, ruhî, fıtrî ve bedihî olan mutlak tasavvurdur. Sonra zihnî ve hayalî tasavvur gelir. Üçüncüsü hissî tasavvur, dördüncüsü ise, hepsini kapsayan tasavvurdur” (2002a,103).

Konevi, ayrıca, vicdani ve şuuri tasavvur, bedihi tasavvur, hayalî-zihnî tasavvur, hissî tasavvur gibi çeşitlerden de bahseder. Ona göre tasavvur mertebelerinin ilki, vicdani ve şuuri tasavvurdur. Bu şuur, alimin kendi kesretine ait hükümlerin perdelerinin ardından, zâhirinde ve bâtınındaki her şeyi kuşatma sırrına, nûr ve feyzin ilmi mertebedeki şualarına muttali olmasıyla gerçekleşir. Bu, ilmi bir tasavvur değildir, sadece doğa ve alışkanlık perdesinin ardından rûhanî ve özet bir idrâktir. Bu kısmın ilim mertebelerine dâhil edilmesi, fiile yakın bil-kuvveliğinden kaynaklanmaktadır (Age,46). Sanat ve estetik tasavvur da şuurlu bir tasavvur ve bilinçli bir tasarımın sonucu olarak gelişir. Sanatçının ruhunda ve istidadında bilkuvve var olan estetik tasavvur tasarım ve eseri ile bilfiile çıkar. “Her insanın kendisine ait bil-kuvve ve bil-fiil cem’iyeti vardır. Bir şahsın cem’iyet hükmü umumi, fiil, infial, tafsil ve icmal olarak bütün eşyayı tam olarak kapsar”(Konevi,2002b,126).

Konevi, bâsit tasavvur ile idrâk olunan nefisteki mücerret mânâların ortaya çıktığını söyler. Bunu, mânâların ve kelimelerin sûretlerinin zihinde canlandırılması takip eder; işaret olunan bu hareket, ortaya çıkarılmak istenilen şeye ilişen irâdenin hükmüdür. Üçüncü olarak, harfler, lafız ve yazı veya bunların yerini alan uzuvlarla veya araçlarla veya bunlar bulunmadan yapılan işâret ve imalar ile ortaya çıkan tasavvurlardır (2002a,110).

Konevi’nin, ”tecellî, kendisine ulaştığı kimsenin hâliyle, uğradığı mertebelerin, vaktin ve mekânın hükümleriyle vb. boyanır” (Age,112) sözü ile ifade ettiği gibi, tasarım ve tasavvurda kişinin hal ve ahvali, maddi ve manevi gelişmesi, zaman, mekan ve durum etkisi şüphesizdir. Varlık aleminde bir şeyin tasarımı, meddi ve manevi sebeplerin bir araya toplanması, zıtlıkların ve farklılıkları tasarrufu, tahlil ve terkib, oartaya çıkan görünüm ve dışavurum ile varlıklarda meydana gelen değişme, aslında İlahi hikmet ve kudrete nazaran cüz’î şekillenmeler ve sûretlerdir. Görünen alemde ortaya çıkan cüzi ve somut biçimler aslında külli ve gaybi hakikatlerin mazharı yani aynasıdırlar.

Sanat ve estetik olarak ortaya koyulan her eser tasavvur ve tahayyül ile tezahür eden soyut güzellik ve hikmetin somutlaşmasından ibarettir. Her şeyi madde ile açıklamaya çalışanlar, sûretlenen ve şekillenen şeyi değil, sûret ve şekilleri görebilirler. Gerçekten de teşekkül eden şey sadece şekil ile görülebilir. Ancak bu hakikate vasıl olmayan kimse, tasavvur edilen hakikati sadece teşekkül eden şey olduğunu zanneder, hâlbuki teşekkül eden şey sadece şekil vasıtasıyla görülebildiği gibi, şekil de teşekkül eden şey ile görülebilir (Age,122-125).

“Binaenaleyh her şeyin bir zâhiri vardır ki, o şeyin sûreti ve görünen yönünden ibârettir; bir de bâtını vardır ki, o da, o şeyin ruhu, mânâsı ve gaybıdır.” Varlık aleminde tasavvur edilen ve somutlaşan her suret açık yada kapalı anlamlarıyla şehâdet özelliğiyle nitelenen ez-Zâhir ismine gönderme yapar. Bütün anlamlar ve soyut hakîkatler de, gayba ve el-Bâtın ismine gönderme yapar. Bunlar, çeşitli sebeb ve şartlar ile ortaya çıkan zahiri sûretlerin asıllarıdır (Age,155).

Konevi’ye göre teorik olarak farklı felsefi ve sanat akımlarının gelişmesi, nazariyeci akıl sahiplerinin rasyonel olarak ileri sürdükleri düşüncelerin de birçok görüş ayrılığına düşmelerinden kaynaklanır. Bir şahsa göre doğru olan diğerine göre yanlış kabul edilmekte, birinin doğru kabul ettiği delili diğeri oldukça şüpheli bulabilmektedir. Dolayısıyla bilginin menşei konusundaki teoriler üzerine görüş birliğine varılamamıştır der (Yeşilkaya,2010,29-30).

Sonuç ve Öneriler

Yapılan bu çalışma göstermektedir tasavvuf düşüncesi, İslam estetiğinin temel kaynaklarından birisini teşkil eder. Geçmişte yaşamış ve bu bünün insanı için birer yıldız gibi ışık saçıp yol gösteren manevi rehberler insanların maddi ve manevi değerlerinin gelişmesine katkı sağlarlar. Ancak ne yazık ki manevi değerlerimizin ve rehberlerimizin çoğu ile gelecek nesiller arasındaki köprü henüz tesis edilmemiştir. Kütüphanelerin tozlu rafları arasında bekleyen hazineler, değerlerini bilecek ve değerlendirecek birilerini intizar etmektedir. Türk sanatı ve estetiği Osmanlı son döneminde başlayan batılılaşma süreciyle birlikte yönünü tamamen batıya çevirmiş ve kendi kaynaklarından faydalanmayı ihmal etmiştir. Ancak sahip olduğumuz bu hazineler, arayış içerisinde olanlar ve ihtiyacını tam hissedenler tarafından yeniden keşfedilmekte ve Türk literatürüne kazandırılmaktadır. Hoca Ahmet Yeseviden Mevlana’ya, Sadi-i Şiraziden Konevi’ye tarihimize çok değerli hazineler bırakan kanaat önderlerinin eserleri dikkatlice incelenmekte ve manevi hayatımıza olduğu giibi kültür ve sanatımıza da yol göstermektedirler. Bu açılardan ele alınacak her eser, dini ve tasavvufi içerikleri yanı sıra felsefe ve estetik açısından da geleceğe ışık tutacaktır. Türk sanatının düşünce yapısı olarak İslam estetiği de bu manevi önderlerin eserleriyle daha iyi anlaşılabilecektir. Türk İslam alimlerinin ve düşünürlerinin eserleri üzerine her bir bili dalıaçısından akademik çalışmalar yapılmalı ve mazinin derinliklerinde kaybolmadan önce gelecek kuşaklara aktarımı sağlanmalıdır.

Dr.Öğr.Üyesi Rasim SOYLU

Aksaray Üniversitesi,

Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü, rasimsoylu@hotmail.com

-----------------------------------

Kaynakça:

Balcı, (2005), Y. B. Estetik, Ankara: Gündüz Yayıncılık.

Eren, Ş.(2001), Kur’anda Teşbih Ve Temsiller, İstanbul: Işık Yayınları.

Hacımüftüoğlu,N.(1992), “Bedi”, İslam Ansiklopedisi, Cilt: 5, Sayfa: 320-322 Ankara: TDV. Yayınları.

Karuko, S.(2014), El Cahız Ve Belagat, İstanbul: Etkileşim Yayınları.

Konevi,S.(2002a),Fatiha Süresi Tefsiri, Çev. Ekrem Demirli, İstanbul:İz Yayıncılık.

Konevi, S. (2002b), Tasavvuf Metafiziği,Çev.Ekrem Demirli,İstanbul: İz Yayınları.

Konevi,S.(2014),Fusüsu’l-Hikem’in Sırları,Çev. Ekrem Demirli, İstanbul:Kapı yayınları.

(2018),Sadreddin Konevi’nin Eğitim Düşüncesinde

Münasebet Kavramı, İstanbul: Marmara Ü.Sos.Bil.Enst.Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

Sena,C.(1972), Estetik, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Tunalı, İ.(1989), Estetik, İstanbul:Remzi Kitabevi.

Uçmani,A.(1984), Abdülhak Hâmid Ve Mülâhazât-ı Felsefiyesi, İstanbul Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Yeğin, A.(1992), Osmanlıca Lügat, İstanbul:Hizmet Yayınevi

Yeşilkaya,K. (2010), Sadreddin Konevi’ye Göre Bilgi İman İlişkisi, Konya:Selçuk Ü.Sos.Bil.Enst.Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.