Haberin Kapısı

İbadetlerden haz duymuyorsan, Allah Resûlü’ne uymakta eksikliğin var demektir

EĞİTİM

Ya kıyamet günü Allah’ın huzuruna geldiğin zaman haksız kazançlar, namuslu kimselerin onur ve namusuna iftirada bulunmak ve benzer günahların sebebiyle yüz binlerce insa nın, senden haklarını almak üzere geldiğini bir düşün! Halin nice olur?!

Sana önem verilmemesi ve senin bir başına kendi haline terk edilmen, ancak Allah Resûlü (s.a.v.)’ne uymaktaki ihmâl ve gevşekliğinden dolayıdır. Allah katındaki derece ve makamının yükselmesi de, yine ancak Allah Resûlü (s.a.v.)’ne uymakla mümkündür.1 * 3

Allah Resûlü (s.a.v.)’ne uymak iki biçimde gerçekleşir:

  • Aşikâre uymak
  • Gizlice uymak

Allah Resûlü (s.a.v.)’ne aşikâre uymak; Namaz, oruç, zekât, hac, cihad ve benzer ibâdetleri yerine getirmekle olur.

Allah Resûlü (s.a.v.)’ne gizlice uymak ise; Namazda cem’i, Kur’an kırâatı esnasında tedebbür’ü2 gerçekleştirmekle meydana gelir. Namaz ve Kur’an okuma gibi ibadetleri yaparken, kendinde cem ve tedebbür halini bulamazsan, muhakkak bil ki sende; kibir, enaniyet ya da başka manevî bir hastalık var demektir.

Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım." 3

Bu halinle sen, ağzındaki şekerin tadını acı bulan sıtmalı hastaya benziyorsun.

Eziklik ve mahcubiyetle işlenen günah, izzet ve kibirle yapılan ibadetten daha üstündür. Allah, Hz. İbrahim’in şöyle dediğini haber vermiştir;

“Şimdi kim bana uyarsa o bendendir."4
Ayetin anlamı şudur: İbrahim’e tâbi olmayan ondan değildir.

Yine Allah, Hz. Nuh’un (üzerine ve bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa üzerine salât-ü selâm’ın en hâlisi olsun) şöyle dediğini bize haber vermektedir:

“Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ademdendir.”8
Allah ise onun bu sözüne şöyle karşılık vermiştir
“Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir.”5

Tâbi olma eylemi, tâbi olan kişiyi, tâbi olduğunun bir parçası yapar. Hatta bu kişi, Selman el-Farisî gibi yabancı bile olsa... Resûlullah (s.a.v.) Selman hakkında şöyle buyurmuştur: 

“Selman bizim ehl-i beytimizdendir."

Halbuki Selman İranlıydı. Allah Resûlü (s.a.v.)’ne tâbi olunca, onun bir aile ferdi oluverdi.

Allah Resûlü (s.a.v.)bu gerçeği bu sözüyle anlatmış oldu.

Tâbi olmak, yakınlığa sebep olduğu gibi; tâbi olmamak da uzaklığa sebep olur. Allah bütün iyilik ve güzellikleri bir evde toplamış ve Hz. Peygamber’e tâbi olmayı da o evin anahtarı yapmıştır.

O halde Allah’ın senin hakkındaki takdirine razı olup, zühd ve takvaya sarıl, dünya zevklerini azımsa. Fuzûli söz ve davranışları bırak, Allah Resûlü (s.a.v.)’ne tâbi ol. Her kime bu kapı açılmışsa, bu onun hakkında Allah’ın onu sevdiğine bir işarettir. Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’6

Bütün iyilik ve güzellikleri elde etmek istersen, şöyle dua et: “Allah’ım! Her söz ve hareketimde Resûlü’ne tâbi olmayı bana nasip eyle.”

Hz. Peygamber’e tâbi olmak isteyen kişi, insanların mallarına göz dikmekten, namus ve şereflerine dii uzatmaktan ve her türlü haksızlıktan kaçınmalıdır.

Şayet insanlar birbirlerine zarar vermekten, haksızlık yapmaktan sakınabilseler, elbette Allah’a ulaşırlar. Fakat onlar, büyük miktarda borçlanmış tacir gibi, kendilerini ara yan kimseler tarafından engellenirler.

Düşün ki: Sen hükümdarın özel bir memuru olsan ve alacaklının biri alacağını almak üzere sana gelse, borç önemsiz bir miktar da olsa, bu durum seni ne kadar sıkar ve rahatsız eder değil mi?

Ya kıyamet günü Allah’ın huzuruna geldiğin zaman haksız kazançlar, namuslu kimselerin onur ve namusuna iftirada bulunmak ve benzer günahların sebebiyle yüz binlerce insa nın, senden haklarını almak üzere geldiğini bir düşün! Halin nice olur?!

Asıl felâkete maruz kalmış kimse şu insandır ki, günah ve şehvetler onu öylesine yıpratmıştır ki, âdeta eskimiş bir su kırbasına dönmüştür. Bu öyle talihsiz bir insandır ki, bütün yemesi, içmesi ve hazları, sadece tuvaleti kirletip, hanımının gönlünü yapmaktan ibaret olmuştur. Hiç değilse onlar helâl yollardan elde edilmiş ve yerine getirilmiş olsaydı.

Manevî mevkilerin ilki tevbedir. Ameller ancak tevbe sayesinde kabul edilir. Kul, günah işlediği zaman, ateşe yeni konmuş bir tencereye benzer. Altında bir süre ateş yakıldığı zaman islenir ve ardından kararmaya başlar. Fakat tencereyi vakit geçirmeden ateşten alır ve yıkarsan, isten ve siyahlıktan eser kalmaz. 

Şayet onu sürekli ateşin üzerinde bırakır ve bu halde içerisinde yemek pişirmeye devam edersen, is ve siyahlık tencerede öyle bir yer tutar ki, artık kırılana kadar hiçbir şekilde onu temizleyemezsin. Tevbe bir manevî temizlik aracıdır. Günah nedeniyle kararmış kalbi is ve siyahlığından temizlediği gibi, amellerden de bu temizlikten dolayı rıza kokusu yayılır. 

Öyleyse Allah’tan her zaman tevbeni kabul etmesini iste. Eğer buna muvaffak olursan, saadet ve huzura erersin. Çünkü tevbeye muvaffak olmak, Allah Teâlâ’nın bir bağışıdır ki, dilediği kullarına onu ulaştırır.

Çok defa topukları yarılmış köle buna muvaffak olur da efendisi olamaz; kadın muvaffak olur da kocası olamaz; delikanlı muvaffak olur da ihtiyar kişi olamaz.

Eğer sen tevbeye muvaffak olduysan, bu, Allah’ın seni sevdiğinin göstergesidir.

Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur :

“Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.”7

Bir şeyi, ancak onun kıymetini bilen kimse aşırı derecede arzu eder. Hayvanın önüne bir miktar arpa ile bir parça yakut konulsa, elbette arpa ona yakuttan daha sevimli ve hoş gelir.

Artık şu iki gruptan hangisinden olduğunu sen düşün: 
Tevbe edersen, sevilirsin; etmezsen zalimlerden olursun.

Ibn Ataullah el-Iskenderî

---------------------

1- Açıklama için bkz. s. 130-132

4- Cem: Tasavvufta bir makam. Fena ve sekr (manevî sarhoşluk) makamı da denir. Cem' makamında Cenâb-ı Flakk’ın varlığı zuhur ve istilâ edip, sâlik (tasavvuf yolcusu) kendi mevhum olan varlığını yok sayar. Mütercim.

5- Bir şeyin üzerinde düşünmek, tefekkür etmek. Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki: “Onlar, Kur'ân-ı Kerîmi tedebbür etmezler mi? Yoksa (münafıkların) kalbleri üzerinde (kat kat) kilitler mi var?” (Muhammed sûresi: 24). Kur'ân-ı Kerîmi tedebbür, onun emirleri ve yasaklarını düşünmek demektir. Bu ise, kalb huzuru ve Kur'ân-ı Kerîmi okurken zihni toplamakla olur. Tedebbür, huzûr-ı kalbden yâni, kalbin dünyâ meşgâlelerinden kurtulmasından sonra gelir. Kur’ân-ı Kerîm okumaktan maksad, O'nun âyetleri üzerine tedebbür etmektir. Bunun için, Kur'ân-ı Kerîmi ağır okumak sünnettir.-Müterci

6- Âl-i İmrân. 31

7- Bakara, 222

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.