Haberin Kapısı
2016-10-09 18:21:08

Latifeler

Cüneyt Varol

09 Ekim 2016, 18:21

İkinci bin yılının yenileyicisi Ahmed Farûkî (K.S.) Haz. ve onun yolundan gidenler insanın on latifeden meydana geldiğini tesbit etmişlerdir. Bu on latifeden beşi âlemi emirden, beşide âlemi halk'tandır.

Âlemi emir'den olanlar kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâdır. Âlemi halk'tan olanlar nefis ve anasırı erbaadır. (Anasırı erbaa, insan maddesini meydana getiren toprak,su, hava ve ateştir). Âlemi emir'den olan beş manevî lâtife Allah'u Teâlâ'nın (Kun) ol emri ile meydana gelen latifelerdir.

Âlemi halk'a dahil olan nefis ve diğer dört unsur ise lüzumuna göre ve tedrîcen (yavaş yavaş) halk olunan latifelerdir.Âlemi emir ile âlemi halk iki ayrı âlem olup, âlemi emre giren latifelerin makamı arşın üstündedir.

Bunun için bu latifelere âlî latifeler denir. Âlemi halk'a giren latifelere de süflî latifeler denmekte ve yerleri arşın altında bulunmaktadır.Ne zaman ki, Allah-ü Teâlâ Haz.bir heykel halinde insanın maddî vücudunu yarattı.

Bu on latifeden her birisini, cesede olan ilgileri ve aşkları dolayısıyla yerlerine koydu. Onlar da ceseddeki yerlerini mekân olarak tuttular.Kula Allah-ü Teâlâ'nın inayeti (yardımı) yetişirse, o kulunu bir velînin hizmetine kavuşturur.

O velî de terbiyesine aldığı bu kimseye riyazatlar, (nefsi kırma) mücadeleler,kalbin tasfiyesi ve terbiyesi ile ilgili emirler verir ve hizmetler gördürür. Bu hizmetleri gördürürken, ilk defa huzuruna aldığı sâlikin çok çok zikir yapabilmesi için, latifelerine teveccühte bulunur. Bundan sonra sâlikin karşısına üç mühim vazife çıkar.

Bu vazifelerden birincisi zikirdir.

Sâlike ilk önce zikir için ders olarak verilen, ister Cenab-ı Hakk'ın Zât ismi olan(ALLAH) kelimesi olsun, isterse tevhid kelimesi olan (LÂİLÂHE İLLALLAH) olsun eşittir. Sâlike verilen ikinci vazife murakabedir. Feyzin kaynağı olan gerçek feyiz sahibi Allah-ü Teâlâ'nın feyzini almak niyyetiyle sakince bekleyişten ve hangi lâtife üzerine feyiz bekliyorsa, o latifeyi düşünmekten ibaret olan hizmete murakabe denir.

Üzerinde murakabede bulunulan lâtife öyle bir lâtifedir ki, sâlikin feyzi ancak bu latifeden gelir.İşte bunun içindir ki tasavvuf ehli velîler, her makam için bir murakabe tayin etmişlerdir. Yine böylece, imkân dairesi içerisinde, ehadiyyet makamı için de bir murakabe tayin ettiler.

Ehadiyyet makamının murakabesi, noksan sıfatlardan arınmış ve kemal sıfatlarla sıfatlanmış bulunan Zat olan Allah-ü Teâlâ'ya murakabe etmekten başka birşey değildir.

Zat makamından feyzin gelmesi için kalp lâtifesi üzerinde düşünülür. Bazen de kalp üzerinde yapılan Zat isminin murakabesi zikir yapmadan düşünülür. Zikirsiz murakabe fayda sağladığı halde, mürakabesiz zikir sâlikin yükselmesi için birşey ifade etmez.

Sâlike başlangıçta verilen üçüncü vazife rabıtadır. Rabıta, sâlikin şeyhinin suretini aklında veya kalbinde taşıması, yahut da şeyhi için bir suret tasavvur ederek, onu düşünmesidir.

Sâlikin rabıtası zamanla gelişir ve kuvvetlenirse,şeyhinin suretini herşeyde görmeye başlar. Bu duruma gelen sâlikin haline (Fena fiş şeyh) denilir. Tasavvufta rabıta yolu,yolların gerçeğe en yakın olanıdır.

Rabıta, salikte acaip, garaib hallerin meydana gelişininde başlangıcıdır. Rabıtasız ve fena fiş şeyh'siz yalnız zikir yapmak, sâliki maksadına erdirmez. Fakat sohbet edebine uygun bir biçimde yapılan yalnız rabıta onu maksadına erdirir.

KAYNAK

CAMİU’L-USUL (Seyr u Sulûk Bölümü)

Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî (KS)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.