Haberin Kapısı
2016-12-10 19:57:14

Mavi Marmara Yâda Bir “Tüccar Siyaseti”

Fatih Kanlı

10 Aralık 2016, 19:57

Bizim delikanlılık çağlarımız İslami Camianın hep bir mücadelesi içerisinde geçti. Bosna’da savaş yaşanırken sabah namazlarında toplanır topluca dualar yapılır ardından yürüyüşler organize edilir hem toplumsal ve ümmet bilinci diri tutulur hem de Ümmetin sağlam kementlerle birbirine bağlı kalması sağlanırdı.

Hiç unutmam, Srebrenitsa’da 5000 Müslüman’ın çoluk çocuk demeden Sırplar tarafından topluca katledilmesi gece vakti duyulur duyulmaz sivil inisiyatiflerin çağırısıyla on binlerce kişi Fatih Camiinde sabah namazında buluşmuş aynı günün öğle vaktinde Taksimde miting yapılıp Edirnekapı şehitliğine kadar sloganlar eşliğinde yürüyüş yapılmıştı. O yürüyüşlere İslami Camianın her kesiminden insan katılmıştı. Ülkücüler, Milli Görüşçüler, İBDA’CILAR, kendilerini “Radikal” olarak tanımlayanlar… Kısacası herkes orada vardı. Yani bir Müslüman’ın ayağına diken battığında acısını tüm Müslümanlar olarak ciğerimizde, kalbimizde, beynimizde hissederdik. O dönemler de öyle sosyal medya falanda yoktu, kimse öyle afili tweetler, mesajlar yayınlanmazdı. O dönemde ki en büyük mesaj; “Allah’u Ekber’di” çünkü “Allah en büyüktür” deyince bilirdik ki, o’nun gücü her şeye yeter, olmazları oldurur, zalimlerin zulümlerini başlarına geçirir, Müslümanların kalbine bir sekinet ve bir cesaret verirdi. O zamanlar tekbir getirilirken ne akıllarda “alınacak ihaleler” ne de herhangi bir yetkilinin gözüne girip “Devlette bir köşe kapabilir miyim” duygusu olmazdı. O zamanlar tekbir getirilirken ihlâsla tekbir getirilirdi.

O dönemlerde Afganistan, Çeçenistan, Filistin ve İslam coğrafyasının kanayan yaraları için geceler düzenlenir “İslam Birliğinin” biran evvel kurulması gerektiği vurgulanırdı. Hükümette de ya DYP-CHP koalisyonu ya da ANAP olurdu… Doğal olarak da her şeyin sorumluluğu onların üzerine bırakılırdı. Çünkü bilinirdi ki Türkiye Devleti tüm İslam Coğrafyasının ağabeyi hükmündeydi ve bir işaretiyle tüm Müslüman ülkeleri bir araya getirir Dünyada ki tüm akan mazlum kanlarını durdurabilirdi. Bunu yapmadığı için bütün suçlu Ya Özal, ya Demirel ya da Mesut Yılmaz olurdu…

Ne zaman ki Müslümanlar Belediyeleri kazandılar maddi anlamda palazlanmaya başladılar hayata bakışları da yavaş yavaş değişmeye başladı. Bakış açısının değişikliği sosyal ve siyasi yaşantıda reformları getirdi. Dünyevi rahatlık, parayla, makamla ve kadınlarla tanışma Müslümanların kanına bir virüs gibi girmeye başladı. Peşinden gelen “28 Şubat Sebataist Cunta Darbesi” üst kademede ki Müslümanları biran da yıldırdı. Çünkü rahatlık direnç gösterme kabiliyetlerini ellerinden almıştı. Tabanda ki Müslümanlar para ile henüz tanışmadıkları için “Başörtüsü Eylemleri” devam etmiş ama devam ederken de yalnız bırakılmalarını sağlamıştı. En nihayetinde bir şiirle gelen hapis cezası ve ardından kapatılan Refah Partisi olayı “Makam Mevki” sahiplerinde “Parti kapatmak için parti kurulmaz” mantığının gelişmesine sebep oldu.

İşte bu mantık Rahmetli Erbakan Hocayı birilerinin gözünde “ Antika Değer” mesabesine düşürmüş ve artık kenarda köşede durması gereken bir lider konumuna getirmişti. Çünkü onun mantığıyla siyaset yapılamıyor kurulan partiler kapatılıyor sözde “bir arpa boyu yol” alınamıyordu.

Artık sistemin egemenleriyle başarılmalıydı, biz aslında Yahudi düşmanlığı yapmamalıydık, aslında biz “Anti-Semitist’tik”, biz “Kazan Kazan” formülünü geliştirip “Tüccar Siyaset” mantığını tüm politik hayatımıza egemen kılmalıydık. Hem biz “İslam’ı da kendimize referans almamalıydık” zira biz sadece Müslümanlardan değil toplumun tüm kesimlerinden oy almalıydık. Bu şekilde yola çıkanlar ilk önce ne idüğü belirsiz bir kavram ürettiler, kendilerine “Muhafazakâr Demokrat” dediler neyi muhafaza edecek hangi konu da kâra geçeceklerdi kendilerinin bile bildiği kanaatinde değilim.

Bunun için ilk önce Küresel Siyonizm’in “Ilımlı Hocaefendileriyle” dirsek temasına geçtiler. Beraber Asya Finansın açılışına katıldılar. Hele o açılışta “Hocaefendilerinin” etrafında fır dönmeleri var ki senelerce ders olarak gösterilse izletilse yeridir. Tam bir ibretlik! Tabi fır dönmeler cezaevi hayatının önüne geçemedi ve asıl dirsek temasları o dönemde başladı. Siyonist Lobilerin temsilcilerinin biri gidiyor biri geliyordu “Medrese-i Yusufiye’ye…” Ardından Cezaevinden sonra dönemin kudretli İş adamlarından Mehmet Emin KARAMEHMET’İN helikopteriyle “İş Adamlarıyla” buluşma seansları başladı. Amerika’da Siyonist Lobileriyle gerekli görüşmeler yapılmış, Türkiye’de ki uzantıları iş adamlarıyla gerekli görüşmeler yapılmış her şey rayına oturtulmuştu. Ve artık yeni parti kurulabilirdi.

“Erbakan başarısızdı, çağı yakalayamıyor 70 lerin, 80 lerin, 90 ların siyaset mantığı ile siyaset artık yapılamazdı.” Hem Erbakan Partide adeta diktatör gibi hareket ediyor kendini adeta padişah zannediyor, gençlerin önünü ise hiç açmıyordu… Zaten Erbakan, Tayyip ERDOĞAN’I İl Başkanı yaptığında gençlerin önünü açtığından dolayı değil adam bulamadığından İl Başkanı yapmıştı. Hem Erdoğan Belediye Başkan adayı olduğunda da masaya yumruğunu vurup öyle aday olmuştu.

Hâsılı kelam gençlere Milli Görüş hareketinde yaşam hakkı yoktu, biran evvel kurtulunması gerekiyordu. Çağrı netti: “Tayyip ERDOĞAN bir Padişah” değil tam aksine bir “Demokrattı!” Zaten tüm söylemlerde bunun üzerine gelişti. Her yerde buna atıf yapıldı bu vurgulandı. Hem Tayyip ERDOĞAN genç ve halkın dilinden anlayan bir liderdi, Erbakan ise kendini anlatmayı beceremiyordu.

Ve Ak Parti tüm bu söylemler içerisinde kuruldu. Ciddi bir kitle Milli Görüşten kopup “Gömlek çıkartma” yoluna gitti. Bu yaşanan süreç öyle bir süreç oldu ki bu evrede Müslümanların Dünyaya bakış açıları tamamen değişti. Müslümanlar sekülerleşti, dinlerini hayatlarından yavaş yavaş soyutlamaya başladılar. Sekülerleşen Müslümanların kılık kıyafetinden konuşma tarzına, oturup kalktıkları yere varana kadar her şeyleri değişti. Bazı “HARAMLAR” onlar için mübah olmaya başladı ve peşinden boşanmalar ve diğer pislikler ardı ardına yaşanmaya başladı. İhalelere fesat karıştırmalar, yolsuzluklar, rüşvetler, adam kayırmalar, kadrolaşmalar ve liyakatsiz insanların görevlere getirilmesi…

Müslümanların kulağına şeytanları vasıtasıyla şunu fısıldadılar “her şey biranda olmaz yavaş yavaş olacak.” Oysa o yavaş yavaş olacak şeyler olmalarının sırasını beklerken koskoca bir Camianın içinde ki ruh söndü, inanç kırıldı, yaşam tarzı değişti ve evlatlara söz geçirilemez oldu. İslami camia ait ailelerin Erkek çocuklarının kız arkadaşları, kızların erkek arkadaşları normal karşılanır oldu. Hatta kızlar erkek arkadaşlarını aileleriyle tanıştırabilme noktalarına kadar geldiler. İslami Camia bu kadar “Geniş Aileler” olmaya başladı. Zira kursaktan bir kere haram lokma girmeye başlamıştı…

Artık ruh sönmüştü, amaç yok olmuştu, hem biz “5 vakit namaz kılan bir Başbakanımız olsun istemiyor muyduk?” Ne gereği vardı “Irak’ın işgal edilmesine” karşı çıkmaya. Biz 1 Mart Tezkeresi meclisten geçince ve Bağdat’a ilk bombalar düşünce alacağımız Milyar dolarlara bakmalıydık. Artık Batıya entegre olmuş, çürüyen sistem Müslümanlar eliyle rekdifiye edilmişti. Artık Ne İslam Birliğine ihtiyaç vardı ne de başka bir şeye hem onlar için acele etmeye de gerek yoktu. Dedik ya her şey yavaş yavaş olacaktı.

Evet her şey yavaş yavaş oldu…,

İlk önce bizi eylemsizleştirdiler, ardından amaçsızlaştırdılar ardından da “Reel Politik” mavallarıyla “Şimdi Zamanı değil” masalıyla uyuttular. Uyandırmak isteyenleri ise birer “Mankurt” edasıyla yok etmek istediler. İnandıkları gibi yaşayamadıkları için yaşadıkları gibi inanmaya başladılar.

Artık Amerika Irak’ı işgal ettiğinde Müslümanlar sokağa dökülemez oldu, Iraklı Aişelerin namusunu düşünen Hocalar çoluk çocuklarının mebusluklarını düşünmeye başladılar, Filistin bombalandığında hamasi birkaç nutuğun ötesine geçilemedi. Afganistan işgal edildiğinde herkes üç maymunu oynadı. “Dinler arası dayalog” safsatası artık Devlet eliyle yapılır hale geldi. Üstüne üstlük birde bunu “Medeniyetler İttifakını” eklediler. BOP Projesine eş başkan olundu ama yine ses soluk çıkmadı kimseden. İsrail azdıkça azdı ve Gazze’yi ablukaya aldı. Yok etmek istercesine tüm Dünya ile irtibatını koparmak istediler.

İş kötüye gidiyordu Rahmetli Erbakan Hoca meşhur Gazze Mitinginin yapılmasını istedi ve Milli Görüş önderliğinde yüz binlerce insan Çağlayan Meydanında toplandı. Millette ufaktan bir kıpırdanma yaşandı hemen ardından Davos’ta ki “One mınute” tiyatrosu devreye sokuldu.

Oysa “one mınute” ne ablukanın kalkmasına sebep olmuştu nede Gazzeli Müslümanların kurtulmasına… Sadece gaz almaya yaradı bir de “Çakma bir kahramanın” ortaya çıkmasına… Çakma Kahraman atıp tutmaya devam ederken bir yandan Filistinliler ölmeye devam ediyor Mescid-i Aksa’nın altı oyulmaya da devam ediliyordu. Filistinlilerin “İmdat” çağrısı üzerine Bülent YILDIRIM’IN telefonu çaldı. Bülent YILDIRIM “Alo” dediğinde karşında ki ses:

“Bülent, Gazzeliler zor durumda Filistin’e doğru İnsani Yardım ulaştırmak için Gemi çıkart!”

Emri bizzat veren bizzat Erbakan Hocanın kendisiydi. Yani telefonda ki şahıs ömrünü İslam Birliğinin kurulmasına adamış, gamzesine “Kudüs Gülleri” kondurulmuş talebeleri tarafından “İHANETE” uğramış Erbakan’dan başkası değildi. Derhal hazırlıklara başlandı ve kısa bir süre içerisinde Filolar hazırlandı Filistin’e doğru ablukayı kaldırmak Filistinlilere yardım ulaştırmak için yola çıkıldı. Ancak Katil İsrail Terör Örgütü tarafından Mavi Marmara gemisi durdurulup 10 tane masum insan şehit edildikten sonra dönemin Başbakanı Tayyip ERDOĞAN kendisiyle hiç alakası olmadığı halde biran da Mavi Marmara gemisine sahip çıkmıştı. Hatta kendileri tarafından yola çıkarıldığını söyleyecek kadar da ileri gitmişti. Bu şekilde Mavi Marmara’nın rantını birkaç seçim boyunca yediler rakiplerini “İsrailci” olmakla suçladılar hatta Yollarda beraber yürüdükleri, yağmurlarda beraber ıslandıkları bazı yapıları “Güneyde ki ülke (İsrail) aşığı” ilan ettiler. Şimdi ise 10 tane şehidin aziz hatıralarını hiçe sayıp yüzlerce mağdurun gözü önünde İsrail ile anlaşıp “Dönemin Başbakanına mı sordunuz giderken” diyerek “Tüccar Siyaset” anlayışlarının gereğini yerine getirdiler.

Çünkü bu mantıkla yola çıkmışlardı, “Kazan Kazan” formülü ile Kıbrıs’ı, Ege de 18 adet ada’yı, Türk ekonomisini, Fabrikaları, İslam Ümmetini ve en önemlisi Türkiye’nin onurunu, ruhunu, şahsiyetini “SATTILAR!” Karşılığında ise hiçbir şey kazanamadılar. Sadece Uluslar arası arenada işledikleri pisliklerin bir süreliğine daha ortaya çıkmasını engellemiş oldular. Geriye ise can çekişen ağızlarıyla sadece tepki göstermeye çalışan ruhsuz, gayretsiz, amaçsız, fiiliyatı olmayan Müslümanlar kaldı…

Ya bu şekilde devam edilecek Cenabı Allah Sünnetullahı’nın bir gereği olarak bu milleti tamamen helak edip yerine yeni bir millet yaratacak ya da her zor dönemde olduğu gibi “Ümmet’in gençleri” devreye girip bu “Satılmış Ruhların” elinden İslam Ümmetini kurtarmak için yeni bir “Kurtuluş Savaşı” başlatacak…

Çünkü artık tüm sözlerin tükendiği bir noktadayız…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.