Haberin Kapısı

Cîrane Mescidi

TARİH

Hac veya Umre ziyaretine giden müslümanların, Mekke’de ihrama girip, niyetlenmek için gittikleri yerdir. Buranın tarihi önemi ise şöyledir: Huneyn Gazvesi, Mekke fethinden onaltı gün sonra, Huneyn vadisinde yapıldı. (6 Şev­val 8/27 Ocak 630). Huneyn vadisi, Mekke ile Tâif arasında bulunuyordu.

Hevâzin, Arap yarımadasında yaşayan en büyük Arap kabilelerinden bir ka­bileydi. Bu kabile, daha Mekke fethinden önce, diğer Arap kabilelerini müs- lümanlar aleyhine kışkırtmakta idi. Hâlbuki müslümanlık, Hudeybiye barı­şından sonra, Arabistanın her tarafına yayılmış, hatta puta tapıcılığın merkezi olan Mekke, müslümanların eline geçmiş, Kâbe deki putlar bile yıkılmıştı. Bu hal, Hevâzin kabilesine fena dokundu. Aynı âkıbetin kendi başlarına da geleceğini hesaplayarak propagandaya başladılar: “Muhammed, harb usulünü bilmeyen Kureyşîlere üstün geldi. Bizleri Mekkeliler gibi mi sanıyor?” diyor­lar, müslümanlara karşı saldırmak için hazırlık yapıyorlardı.

Rasûl-i Ekrem, düşmanın bu teşebbüslerini haber aldı. Ayrıca tahkik de et­tirdi. Huneyn vadisinde birikmiş olan düşman kuvvetlerini dağıtmaya hazır­landı. On iki bin kişilik bir kuvvetle harekete geçti. Mekke’den kalktı, düşma­na karşı yürüdü.

Islâm ordusu, sayıca ve malzemece üstün bir durumda görülüyordu. Bu hal, birçoklarının kalblerine gurur getirmişti: “Bu ordu, artık yenilmez!” diyenler oluyordu. Hâlbuki her bakımdan maddî sahada üstünlüğü sağlamakla bera­ber, maneviyatı ihmal etmemek, başarıyı Allah’tan dilemek gerekiyordu. Bu durum Kur’an da şöyle ifade edilmektedir: “Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisin geriye dönüp kaçmıştınız. Sonra Allah, Rasûlü ile mü’minler üze­rine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu, inkâralarm cezasıdır.” (Tevbe, 25-26)

Huneyn Savaşı oldukça çetin geçmişti. Neticede düşman mağlup olmuş ve geride çok miktarda ganimet bırakmıştı. Efendimiz savaştan elde edilen ga­nimetlerin Cîrane’de toplanmasını emretti. Toplanan ganimetler müslümanlar arasında burada taksim edilecekti.

Bunlar dağıtılırken Allah Rasûlü, daha ziyade Mekkelileri gözetir gibi dav­ranmış, ganimetlerin çoğunu onlar arasında dağıtılmış, bazı şahıslara hususi­yet arz edecek şekilde paylar vermişti. Bunlar, kalplerinin İslâm’a ısındırılma- sında büyük fayda ve zarûret olan insanlardı.

Verilen deveydi, altındı, gümüştü; fakat korunmak istenen, dindi ve fertlerin gönüllerinin İslâm’a ısındırılmasıydı. Zira Mekke’nin fethi, çok kısa bir za­man önce gerçekleşmiş ve Mekkelilerin bazılarında bir burukluk hâsıl olmuş­tu. En azından herkesin, az da olsa onuru, gururu kırılmıştı. Oysa Mekkeliler için onurları her şeyleri idi.

Ancak bu taksim, Ensar’dan bilhassa gençleri biraz rahatsız etmişti. Hatta bazıları; “daha onların kanı kılıçlarımızdan damlıyor, hâlbuki en fazla payı da onlar alıyorlar” demişlerdi. Bu ise, fitnenin başlangıcıydı. Eğer bu fitne, durdurulamazsa, önü alınamaz bir yangın haline gelebilirdi. Kaldı ki, Allah Rasûlü’ne karşı yapılacak en küçük bir itiraz, insanı dinden, imandan eder ve ebedî hüsrana uğratır. Bu ise, birinci fitneden daha büyük bir musibettir.

Sa’d b. Ubâde (r.a.), bu durumu derhal Allah Rasûlü’ne bildirdi. Gerçi söy­leyenler hep gençlerdi; yaşlılardan hiçbirinin aklından böyle bir şey geçme­mişti; ancak bu fitnenin önü alınmazsa iş büyüyebilirdi.

Allah Rasûlü, hemen Ensar’ın bir yerde toplanmasını ve aralarına başka kimsenin de alınmamasını emretti. Ensar toplandı ve Allah Rasûlü, onlara şu hutbeyi irad buyurdu: “Ey Ensar Topluluğu! Duydum ki, gönlünüzde bana karşı bir kırgınlık hâsıl olmuş.”

Söze böyle başlaması, kitle psikolojisi açısından müthiş bir başlangıçtı. Çünkü hiç beklemedikleri, çoğunun da toplanma sebeplerinin ne olduğundan habersiz olduğu bir topluma, ilk defa böyle bir sözün söylenmesi, aniden vu­rulan tokat gibi, herkesi kendine getirici mahiyette idi ve getirdi de.

Sahabe, zaten Allah Râsulü’ne itiraz edemezdi. En fazla, kalplerinde bir burukluk hâsıl olabilirdi ki, bu da Resulullah’ın tedbiriyle her zaman gideri­lebilirdi.

Evet, Allah Rasûlü’nün bu ilk cümlesi, kalplerinde burukluk olanlara müt­hiş şekilde tesir etmişti. Derhal herkeste bir toparlanma oldu ve gözler Rasû- lullah’a yöneldi. Herkes, dikkat kesilmiş, söylenecekleri merakla bekliyordu. Allah Rasûlü’nün bu ilk cümlesi, istenen faydayı temin etmişti ama üst üste birkaç hamle daha yapması gerekmekteydi. İşte Allah Rasûlü’nün hamleleri:

“Ben geldiğimde, siz dalâlet içinde değil miydiniz? Allah, benimle sizi hi­dayete erdirmedi mi?”

“Ben geldiğimde, siz fakr-u zarûret içinde kıvranmıyor muydunuz? Allah, benim vesilemle sizi zenginleştirmedi mi?

“Ben geldiğimde siz, birbirinizle düşman değil miydiniz? Allah, benimle sizin kalplerinizi telif etmedi mi?”

Efendimiz, her cümle ve soruyu bitirdikçe Ensar’dan topluca şu ses yükse­liyordu: “Evet, evet, minnet Allah’a ve Rasûlü’nedir!..”

Efendimiz, tam zamanında ve yerinde sözün mecrasını çevirdi. Hisler gale­yana geldiği şu handemde derhal Ensar namına da yine kendisi konuştu. On­ların diyebileceği, en kötü ihtimalle, şu sözler olabilirdi ve işte o sözleri Allah Rasûlü söylüyordu. Zaten bir Müslüman, kendi peygamberine karşı bu şekilde hitap etmiş olsaydı mahvolur giderdi. İki Cihan Serveri devam etti:

“Ey Ensar Topluluğu! Dileseydiniz, bana başka türlü de cevap verebilir­diniz. Meselâ şöyle diyebilirdiniz: Mekke’den bize yalanlanmış olarak geldin ve biz sana inandık; terk edilmiş olarak geldin, biz sana sahip çıktık; yurdun­dan kovulmuş olarak geldin, biz senin bütün ihtiyaçlarını karşıladık! Bana bu şekilde cevap vermiş olsaydınız, doğru söylemiş olacaktınız. Sizi yalanlayan da olmayacaktı.

Ey Ensar Topluluğu! Müslüman olmalarını istediğim bazı kişilere bir mik­tar dünyalık verdiğim için, kalben gücendi iseniz herkes evine, deveyle, ko­yunla dönerken, siz evlerinize Rasûlullah’la dönmek istemez misiniz? Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, insanların hepsi, bir vadiye, Ensar da başka bir vadiye gitse, ben hiç tereddüt etmeden Ensar’ın gittiği tarafa gi­derim. Eğer hicret meselesi olmasaydı, ben Ensar’dan biri olmayı ne kadar arzu ederdim. Ey Allahım! Ensar’ı, çocuklarım ve torunlarım sen koru!”.

Bu sözler karşısında ağlamayan tek fert kalmamıştı. Herkes, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve güçleri yettiği kadar da “Allah ve Rasûlü bize yeter. Biz başka şey istemiyoruz.” diye mırıldanıyorlardı.

Efendimiz Cirâne’de bulunduğu süre içinde namazlarını mescide giderek kıldı, duada bulundu, sonra da umre yapmak için ihrama girdi. Cirâne’den ayrılarak Ashabıyla Mekke’ye doğru hareket etti. Yol boyunca telbiye getiren Efendimiz, Beytullah’ı görünce telbiyeyi kesmişti.

Bünyamin Albayrak

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.