Haberin Kapısı

Cumhuriyet Hiçbir Anlam İfade Etmiyor

TARİH

Cumhuriyet, arabî bir kelime. Çoğunluk manasında... Cumhuriyet için, "Adalet, meşveret ve kanunda inhisarı kuvvetten ibarettir" diyor bir mütefekkirimiz. Olmazsa olmaz şartı, hürriyet...

Devlet sistemlerinin genel gelişme çizgisi: Mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet... Mutlakiyette hükümdarın mutlak iradesi hakim. Meşrutiyette hükümdarla birlikte halkın belirlediği meclis hükümferma. Cumhuriyette ise hükümdar yok, ancak seçimle iş başına gelen temsilciler var.

Cumhuriyeti ilan etmek demek onu uygulamak demek değil elbet. Sovyet Rusya da bir zamanlar cumhuriyet olduğunu söylüyordu. Demokrasinin bulunmadığı yerde, devlet biçiminin cumhuriyet olması hiçbir anlam ifade etmiyor. Demokrasi ise, bir temel ilkenin adı. Kendini kendine has kurumları ve kurallarıyla ifade ediyor.

Bizde çok partili sistem meşrutiyetle başladı. Gel gör ki, biz demokrasiyi hazmedemedik, kuralları ve kurumlarıyla uygulayamadık. Bunun sebebi de, meşrutiyet devresine tarihi bir vetireyi izleyerek gelmeyişimizdi. Onu hak etmemiştik.

Bugünkü manasıyla cumhuriyetin temeli meşrutiyet yıllarında atıldı. Belki o zamanlar nüve halindeydi, ama siyasi düşünce tarlamıza düşmüştü bir kez. Her tohum gibi, onun gelişip serpilmesi de zamanla oldu.

Bizde cumhuriyetin ilanı bir milletin ortak kararı olarak kabul edilmeli. istiklal harbi yapan bir milletin iradesi böyle tecelli etti. Cumhuriyet, meşrutiyetin bir adım ilerisidir. Şu anda ingiltere meşrutiyetle idare ediliyor. Bu sebeple, cumhuriyet öncesi gelinen noktayı gözardı etmemek gerek.

Tek partili bir sistemin ne hakiki bir cumhuriyetle bağdaşır tarafı vardır, ne de demokrasiyle. Cumhuriyetin ilk yirmi beş yılında, meşrutiyet senelerinde ulaşılan noktanın bile gerisine düştük. Bu arada kurulan ve kısa süre sonra kapatılan partiler, sadece muhalifleri temizleme aracı olarak kullanıldı.

Hürriyet, müsavat, uhuvvet kavramları ittihat ve Terakki tarafından bayraklaştırılmış, paraların üstüne bile bu kelimeler kazınmıştı. Malum büyük ihtilalden sonra ortaya çıkan kavramlardı bunlar, bizimkiler de ondan etkilenip, almışlardı. Birden fazla parti vardı, hür seçimler yapılmaya çalışılıyordu, meclis ihdas edilmişti, kabineler kuruluyordu. Temel problem, bu yeni sistemin hazmedilememesiydi. Tecrübesizdik, alt yapıyı oluşturmamıştık, halkı şuurlandırmamıştık, demokrasi için gerekli olan "birey" henüz ortalarda yoktu. Ne iktidar olmayı becerebiliyorduk, ne de muhalefet yapmayı. Sistemi de kısa zamanda kendimize benzetmiştik. Ancak, bunlar getirilen sistemin meselesi olmaktan ziyade uygulayıcıların liyakatsızlığıydı.

Hürriyet, müsavat, uhuvvet söylemleriyle iktidara gelen ittihat ve Terakki Fırkası, bir süre sonra bu söylemlere hiç mi hiç uymayan bir hale geldi, abartarak tenkit ettiği mutlakiyet dönemini mumla aratacak bir istibdada başladı. Muhaliflerine tahammülü yoktu. Onları susturmak ve sindirmek için tek vasıtası vardı elinde, o da şiddetti.

Ardından büyük bir savaş yaşadık ve herşey yerle bir oldu. Ne örümcek kaldı, ne sinek. Can derdine düşmüştük. Sistem düşünecek halimiz kalmamıştı. Savaş devam ederken meclisin ihdası ve hemen ardından da cumhuriyetin ilanı bir toparlanmanın göstergeleriydi.

Savaş sonunda tam bir demokrası beklenebilirdi. Bazı mütefekkirlerimizde dine hürmetkar bir cumhuriyet ve onun temel şartı olan demokrasi için temenniler vardı. Belki demokrasi kavramı bugünkü gibi telaffuz edilmiyordu, ama söylenen sözlerin maksudu buydu. Onlar hürriyeti istiyorlardı, hukukun üstünlüğünü istiyorlardı, mecliste dinin de emri olan meşvereti istiyorlardı...

Ancak ikinci Meclis ile birlikte aksi bir durumla karşılaştılar. Meşrutiyet öncesinde ve meşrutiyet yıllarında şikayetlerinin temelini oluşturan "istibdat" belasıyla karşı karşıya geldiler. Sadece adı değişmişti istibdadın. Ve önemli bir farkı daha vardı öncekinden: Daha da şiddetlenmişti. Tenkide bile tahammülü yoktu artık. Cumhuriyet elitleri de ellerine iktidarı alır almaz seleflerinin yolunu tutmuşlardı. Bunların, ittihatçılardan artakalanlardan oldukları hatırlanırsa yaptıklarını anlamak daha kolay olur.

Hasılı, totaliter sistem davetsiz bir misafir gibi ansızın gelmiş ve milletin üstüne bütün sıkletiyle oturuvermişti. Demokrasinin önemini kavrayamamış bütün toplumlarda ortak özelliktir: Kuvvet kimdeyse hakimiyeti o alır. Aynı oyun bir daha oynandı. Böylece, adı cumhuriyet, muhtevası istibdat olan bir sistem silahların gölgesinde, top sesleri arasında geldi ve bu yurdu mekan tuttu. Hürriyet, adalet, uhuvvet, meşveret ve müsavat ise, bilinmez diyarlara giden bir gemiye bindirilip sürgüne gönderildi.

Kula kulluk etmekte mahir olanlar bu duruma da kolayca uyum sağladılar. Önünde saygıyla rüku edecekleri, kavuk sallayıp susta duracakları kişilerin ünvanları değişmişti sadece: "Padişah"lar gitmiş, "paşa"lar gelmişti. Artık, "padişahımız efendimiz" demeyeceklerdi de, "paşa hazretleri" diyeceklerdi! Ne farkederdi ki? ittihatçılar zamanında da benzeri bir durum olmamış mıydı?

Ve bu paşalar dönemi kulları, kurumları ve kurallarıyla hep devam etti.

Kemalî bir saltanata başladılar.

ismetle yaşayanlar baskı altında tutuldular.

Celalin gölgesinde bir parça nefes alındı.

Cemalden güzellikler beklediler, ama umduklarını bulamadılar, celal cemal olmuştu, cemal de celal.

Gür seller aktılar, yıktılar da yıktılar. insanlar yassıldılar, ıslatıldılar, kanları kurutulmak istendi, asıldılar, basıldılar.

Ay sundular, güneşi göstermediler, günü kararttılar.

Gürlerken gökler paşalar paşaları kovaladılar, hayır, onlar sivilleri kovaladılar.

Fahri görevler kabul ettiler, vaziyetten vazifeler çıkardılar.

Kenan illerine kadar sürdü bu kovalamaca. O illerde yusuflar kuyulara düştüler, kuyulardan alındılar, götürüldüler, kilitlendiler. Göz rengine bakmadılar, baktılarsa da göremediler, görseler de sevemediler. Damarlarındaki soylu kan hızlı akmayanlara pirim vermediler, uluslararası koşamadılar, ulus içi bayrak yarışında yarıştılar.

Çevikçe koşanlara ödüller verdiler, sevdiler, okşadılar. Koştular, kovaladılar, tırmandılar, tırmaladılar, dişlediler, kanattılar, yaladılar, yaltaklandılar, yoruldular, bittiler, tükendiler. Arkalarında ayak sesleri duydular, döndüler, baktılar, tişört, flört, blücin, kot, pop, hak, rak, salat, hamburger, kompüter, zaping, reyting, iletişim, bilişim, girişim, özgürlük, internet gördüler.

Yakubun koyunlarını kaybettiler, onları ararken bireyleri farkettiler, sürü sandılar, süngülediler, bireyler güdülmek istemediler, her biri bir güdücü olmak istediler, kendilerini gütmekti niyetleri, hizaya gelemediler, hafızaları zayıftı ezberleyemediler, şapkalıları kızdırdılar.

Sivil yollarda yürüyor, sivil binalara giriyor, sivil sularda yüzüyor, sivil sözleri dinliyor, sivil dilleri konuşuyorlardı. Ne istiyorlardı, ne istemiyorlardı, insanca yaşamak istiyor, itilip kakılmak istemiyor, kendileri olmak istiyor, fişlenmek istemiyor, düşünmek istiyor, ezberlemek istemiyor, konuşmak istiyor, susturulmaktan tiksiniyor, inanmak istiyor, anlamsız bir hayat yaşamak istemiyorlardı.

Yeterli bulmadılar, tutkuluydular, fazlasını kazanmalıydılar, barıştan yanaydılar, yatırımcıydılar, yatırım yaptılar, geçmişi verdiler, şimdiyi yatırdılar, geleceği kazandılar, alnı ak çocukları, başı dik torunları, özgür bireyleri, çalışkan, girişken, didişken, saygın, saygılı nesilleri bekliyorlar, ayak seslerini dinliyorlar, seviniyorlar, hep sevinmek istiyorlar!

ÖMER SEVİNÇGÜL

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.