Haberin Kapısı

19. Yüzyıldan Günümüze Mardin’de Nakşibendi'ye Tarikatı

TASAVVUF

Mardin’de etkili olan Hâlidiyye ise, iki farklı kola dayanmaktadır. Bunlardan birincisi Şeyh Halid Cezerî’nin halîfesi Şeyh Hâmid’e (v. 1882) nisbet edilen Hamidîlerdir. Mardin’de etkili olan Bâsret Dergâhı’nın diğer kolu ise Şeyh Seydâ’ya (v. 1968) nisbet edilen Seydâî koludur.

19. yüzyıla gelindiğinde ise Sanayi devrimi ve Fransız ihtilali neticesinde tüm dünyada ve dolyısıyla incelelediğimiz bölgede her alanda önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu asırda halk savaşlardan bunalmış, yeni üretim araçlarının girmesiyle sanayi toplumuna ısınma faaliyetleri artmış ve milliyetçilik akımları ve felsefi görüşler sökün etmeye başlamıştır. Nakşinbdendilik’in bu olumsuzlukların yaşandığı Osmanlı toplumuna yeni bir sığınma kapısı olduğu görülmektedir.[1]

Tüm dünyada etkisi hissedilen bu hadiselerin yanında 19. yüzyılda Osmanlı’nın bölgedeki aşiretleri tasfiye etmek istemesiyle otorite boşluğu doğmuştur. Çıkan bu huzursuzluk ortamında bu tarikatın pirleri halkın çare aradığı merciler olmuştur. Mardin, Aşiret-Cemaat-Devlet isimli eserde bu konu ile alakalı şunlar kaydedilmiştir: “ 1830’lardaki idari reformlarından sonra, Anadolu’da âyanı hedef alan merkezi yönetim, geleneksel Kürt hanedanlarını da tasfiye sürecine girdi. Reformların ardından bölgede aşiretler arasında yeni rekabet dönemi ve aşiret kavgaları başladı. Emirlerin yerlerini alan hükümet görevlileri yeterli öngörü, güç ve meşruluğa sahip olmadıklarından, çatışmaları kontrol altına alıp yeni düzenlemeler getirmeyi başaramadılar. Devletin yetki verdiği aşiretlerle, yetki verilmeyen aşiretler arasında rekabet ve yetki almamış aşiretlerin isyanları başladı.

Aşiretlerin anlaşmazlıklarının yanında silahlı soygun, hırsızlık ve kundakçılık artmış halkın can ve mal güvenliği kalmamıştı. Otoritesi aşiretler üstü olan, toplumu iyi tanıyan, geniş çapta saygı gören yani aranan niteliklerin hemen hepsini taşıyan sadece şeyhler vardı. Şeyhler kürttü, toplumu iyi tanıyor ve tüm çıkar çatışmalarını biliyorlardı. Dini lider olmaları nedeniyle de, Kürt halkının gözünde herhangi bir seküler otoriteden daha meşruydular. ”[2]

Bu otorite boşluğu ve daha önce değinilen batıdan gelen yeni fikirler karşısında halkın güvenli limanının tasavvuf ehlinin olduğu görülmektedir. Tüm doğuda olduğu gibi Mardin’de de en başta etkili olan şeyhler Nakşi-Hâlidi şeyhler olmuştur. Bu zevat, aşağıda görüleceği üzere dini hayata canlılık getirecek ve medreseler açacak dolaysıyla daha önce bir ayrıcalık olarak görülen medreseleri halkın ayağına getirecektir. Bu tarikatın bölgede faaliyet gösteren zatları ve faaliyetleri tanıtılmadan evvel tarikatla ilgili genel bilgi vermek yararlı olur.

Tarikat, “Şah-ı Nakşibend” olarak anılan Muhamed Bahâuddin Nakşibend Buhâri (v.1389) tarafından kurulmuştur. Şah-ı Nakşibend’in sohbet ve irşad şeyhi Emîr Külâl, Şah-ı Nakşibend’den yıllar önce vefat eden Abdulhâlık Gucdüvânî (v. 1199) ise onun üveysî mürşididir.[3]

Tarikatta topluca yapılan zikre “Hatm-i Hâcegân” denilmektedir. “kebîr” ve “sagîr” olmak üzere iki kısma ayrılan bu zikir tarzını diğer tarikat âyinlerinden en önemli farkı sadece mensupları arasında yapılmasıdır. Tarikatta esas olan hafî zikirdir.[4]

Nakşibendilikte râbıta da öne çıkan ritüellerdendir. Râbıta, mürşidin suret ve sîretini göz önünde bulundurmaktır. Rabıtada, mürşidin hâl ve vasıfları her an göz önünde bulundurulacağından bu hallerin müride geçmesi hedeflenmekte ve bu duruma “fenâ fi’ş-şeyh” denilmektedir. Rabıtanın nihai hedef ise “fenâ fi’r- Resûl”dan sonraki merhale olan “fenâ fillâh” tır.[5]

Bilindiği gibi bazı tarikatlarda kıyafete fazlaca önem verilmiştir. Dervişin giydiği kıyafetten hangi tarîkata mensup olduğu anlaşılabilmekteydi.

Nakşibendiyye Tarîkat’ında ise kıyafete önem verilmemiş, sade ve temiz giyinmekle yetinilmiştir.[6]

Bazı prensiplerine kısaca değindiğimiz tarikat, Şah-ı Nakşibend’den sonra halîfeleri Muhammed Pârsâ (v. 1420) ve bilhassa Alâeddin Attâr (v. 1400) vasıtasıyla yayılmaya devam etmiş ve zamanla İslâm dünyasının her alanına yayılmıştır. Anadolu’ya Nâkşiliği ilk getiren Molla Abdullah İlâhî’dir (v. 1491).[7] Nakşibendiliği Anadolu’da asıl yayılmasını sağlayan zat ise Mevlânâ Hâlid Bağdâdî’dir (v. 1826). Nakşibendilik Mevlânâ Hâlid’den sonra Hâlidiyye olarak anılmaya başlanmıştır.

Bu tarikatın Mardin bölgesinde de yaygınlaşması da Nakşi-Hâlidi zevatın eliyle olduğu görülmektedir. Mardin’de etkili olan Hâlidiyye ise, iki farklı kola dayanmaktadır. Bu kollardan birincisi Bâsret Dergâhı koludur. Bâsret Dergâh’ı da iki farklı koldan Mardin’de etkili olmuştur. Bunlardan birincisi Şeyh Halid Cezerî’nin halîfesi Şeyh Hâmid’e (v. 1882) nisbet edilen Hamidîlerdir. Mardin’de etkili olan Bâsret Dergâhı’nın diğer kolu ise Şeyh Seydâ’ya (v. 1968) nisbet edilen Seydâî koludur. Mardin’de bu tarikattan etkili olan kollardan ikincisi ise Şeyh Seydâ ile aynı devirde yaşayan Şeyh Ahmed el-Haznevî’ye (v. 1949) nisbet edilen Haznevîliktir.

Önce bu kollar kısaca tanıtılıp daha sonra bu kollara mensup ve bölgede faaliyet gösteren mutasavvıflar, bu zatların faaliyetleri ve faaliyetlerine devam ediyorsa dergâhın bugünkü durumu hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.

Ahmet Arslan

Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı
Tasavvuf Bilim Dalı

-----------------------------------

[1] Hür Mahmut Yücer, XIX. Asırda Anadolu’da Tasavvuf, (Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitütüsü), İstanbul 2001, s. 172.

[2] Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, Mardin Aşiret-Cemaat-Devlet, s. 315.

[3] H.Kâmil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 257.

[4] Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 387.

[5] Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 384.

[6] Özköse (Ed.), Tasavvuf El Kitabı, s. 237.

[7] Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 260.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.