Haberin Kapısı

Şeyh Muhammed Nurullah Seyda "Esrarut-Tasavvuf" Eseri

TASAVVUF

Muhammed Nurullah Efendi eserini henüz 18 yaşındayken, posta yeni otururken kaleme almış ve te’lif etmiştir. Şeyh M. Nurullah (ra) bu eserle herkesi ilim ve ma’rifet ile aciz bırakmıştır. Şeyh M. Nurullah kitabında tasavvufun doğuşundan, gaye ve maksadından bahsetmektedir.

Eserin orijinal nüshası, müellif tarafından 73 sayfa olup arapça yazılmıştır. Eser h. 1395, miladi 1975 yılında İstanbulda Kamış’lı matbaasında basılmıştır. Eserin Arapçası 84 sayfa müellif tarafından yazılmıştır. Arapçadan Türkçeye İbrahim Öztürk tarafından tercüme edilmiştir. Eser ilk defa türkçe dilinde 1991 yılında Zaman Yayıncılık tarafından basılmıştır. Türkçeye tercüme ise 184 sayfadır. Eserin girişinde 28 Mart 1971 yılında arapça dilinde takriz yapan Cizre Müftüsü Abdurrahman Erzendir. Bu şahıs Muhammed Nurullah Efendinin Hocası ve babası Şeyh Muhammed Saıd Seydanın halifesidir. Eserin başında Abdurrahman Erzen, Cizrede yetişmiş alimlerden bahsetmektedir. Cizrenin mübarek bir belde olduğunu, bu beldede faziletli din adamlarının ve büyük alimlerin yetişmesinde tükenmez bir kaynak olduğunu vurgular. Muhammed Nurullah Efendinin ahlak ve sıfatlarını medh eder. Ziyaretçiler kendisini gördüklerinde “Tahminlerimin çok üstünde” demekten kendilerini alamiyorlardı ve “Muıdiyi bizzat görmek duymaktan daha hayırlıdır” diye ifade eder. Takrizin devamında ise, Muhammed Nurullah Efendiden hem ilim hem tarikat icazetini alan büyük alim Seyyid Ali El-Funduki onu medhettiği ve kendi Divanında O’na ovgüler yazdığını ifade eder. Dolayısıyla Seyyid Ali El-Funduki divanından bir bölümünü mealen aktarır. Abdurrahman Erzen takrizin sonunda Muhammed Nurullah Efendi’yi şu sözlerle över:

“O babasının sıret ve süretindedir. O hem zamanımızın hem istikbalin şahsiyetidir. O kâmil mürşid ve liderdir diyerek övmemize lâyıktır.” Aynı zamanda Cizre bölgesinin alimler ve şeyhler silsilesinden oluşan ve büyük bir cemaat oluşturduğunu vurgular.[1]

Muhammed Nurullah Efendi eserini henüz 18 yaşındayken, posta yeni otururken kaleme almış ve te’lif etmiştir. Müellif bu eserle herkesi ilim ve ma’rifet ile aciz bırakmıştır. Müellif kitaabında tasavvufun doğuşundan, gaye ve maksadından bahsetmektedir. Tasavvufun gayesinin, kalbini ıslâh etmek, onu zikrullah ile süsleyıp korumak olduğunu açıklamaktadır.[2] Tasavvuf ilminin ortaya çıkmasının kaynağı ve temelinin hadisi şerifler üzerine bina edilmiş olduğunu söyler. Alimlerin Kur’anın esrarından istinbat etmiş, ariflerin ise Hz. Peygamberimizin nurlu yolundan almış olduklarını beyan eder.[3]

Tasavvufun insandan ve insanlıktan bahsettiğini vurgular. İslâmın ışığı altında iyi bir ahlâka ve beşeri faziletlere dönüştürmede Tasavvufun en iyi vesile ve en keskin tedbir olduğunu söyler.[4]

Tasavvufun; Kur’anın, dinin,ve nübüvvetin esaslarından birini yüceltiyor olmasını ondan “tezkiye” lafzıyla bahsederek açıklar. Bunu Cüm’a süresinin ikinci ayetiyle te’kid eder. Bu esas nefisleri tezkiye etmek, onu faziletlerle donatıp rezalet ve aşağılıktan kurtarmakt olduğunu vurgular.[5]

Peygamberlik lisanının İslâm ve iman üzerindeki bir dereceden bahsettiğini ve ona ihsan adını verdiğini açıklar. İhsanı ise, “Senin Allahı görüyormuş gibi ibadet etmendir, her ne kadar sen Allahı görmüyorsan da, şüphesiz Allah seni görür”, hadisiyle te’kid eder.[6]

Müellif eserinde zikirden çok bahsetmektedir. Zikrullahın nasıl elde edileceğini izah eder. Kul her şeyden önce, Allahu Tealanın bütün amelleri bildiğini, kişinin kalbinde gizlendiği şeyleri, O’na gizli olmadığını göz önünde bulundurmalıdır. Allahı zikretmenin sadece dil, lisan ile olmayıp, zikir, ilmi murakabe ile, tefekkür ve tezekkür ile meydana geldiğini vurgular. İnsanları ihsan şuuruna teşvik eder. Her zikrin kalbte muşahede edilebilen bir te’sirinin olduğunu açıklar. Kur’an okumak, namaz kılmak ve diğer ibadetlerin tekrar etmesi, Allahı kalbde hazır bulundurmak için birer sebep olduğunu ve istihzarın kalbe hayret verici ve muşahede edilebilen eserlerinin var olduğunu ifade eder.[7]

Müellif eserin sonunda “Dokuz Nükte Risalesi” altında üstad Bediuzzaman Said Nursinin; “Bu zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanıdır”, sözünün açıklamasını yapmıştır. Bu sözü şuna benzeterek açıkladı; Eğer bir insan, kış bütün dünyayı kapladı derse, bu sözden kışın bütün dünyayı kaplamış olması gerekmez. Çünkü bazı kıtalarda halk hiç kış yüzü görmez. Dolayısıyla bu sözün bulunduğu yerdeki zamanla kışın kapladığı yer ve zamanla tefsir edilmesi gerektiğini açıklar.[8]

Midat TOKHTAROV Bursa/2012

---------------------------

[1] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, Tasavvufun Sırları, s. 10.

Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 17.

[3] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 18.

[4] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 16.

[5] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 20.

[6] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 21.

[7] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 108.

Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî, a.g.e., s. 159.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.