FİTNE DÖNEMİNDE MÜSLÜMANA GEREKEN ŞEYLER

1. Sözden önce söz söyleyenin niyetine bakmak

2. Söz getiren veya söz söyleyenin çizgisini bilmek

3. Gelen sözleri; söyleyeni, getireni ve sözün kendisini tahlil etmek

4. Hata, gaflet ve hıyanet açısından insanları sınıflandırmak ve her birisine farklı tavır sergilemek

5. Fitne çıkaran merkezle merkeze alet olanların kesiştiği ve ayrıştığı yönleri isbat etmek ve insanlar arasında adaletle hükmetmek

6. Anlaşmazlıklarda, kavgalarda; anlaşmazlığa ve kavgaya karşı çıkmak fakat kim haklı ise hakkı ortaya koymak ve âdil davranmak ve âdilâne hüküm vermek

7. Müslümanın bu zamanda genel tavrı en azından, Müslümanları kardeş ve dost bilmek, kardeşliğin ve dostluğun gereği nasihatte, emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünkerde bulunmak, ıslahçı olmaktır.

1. Sözden önce söz söyleyenin niyetine bakmak

Kalp ve dil ayrı olunca hüküm kalbe göredir. Bu genel bir kaide ve genel bir hükümdür.

Söz söyleyenin; önceki sözlerinden, taraf ve karşı olduğu tavırlarından, takip ettiği çizgisinden niyetini çıkarmak ve anlamak mümkündür.

İşte bundan dolayı, Hz. Ali (r.a.)’ye çok diller döken bir Hâricîye karşı “söz hak, niyet bâtıl” diye cevap vermesinden şunları anlamamız mümkündür:

a) Kişinin niyetini nice karinelerle anlamak mümkündür

b) Öyle olduğu bilinen kimseye karşı öyle olduğunu söylemek caizdir

c) Bilinen delillerle niyetinin ne olduğunu anladığından dolayı kendisine aldanmadığını ve tedbirli olduğunu o kişiye bildirmesi gerekir.

Söz söyleyenlerin gücünü kırmak ve kötü niyetli olanların kötü niyetlerini kursaklarında bırakmak ve tesir altında kalacak kimselerin de yanlışa veya hıyanete alet olmalarını engellemek için, niyetlerini ifade eden fiillerini, eserlerini isbat ederek deşifre etmek gerekir.

“Vücutlarımız bahçemizdir… Niyetlerimiz de bahçıvanlarımız.”

W. Shakespeare

“Ahlâkın ana temeli iyi niyettir ki, o da tabiatı gereği yalnızca doğruya yönelik olabilir.”

Goethe

2. Söz getirenin veya söz söyleyenin çizgisini bilmek

Sözden önce fiile ve esere bakmak gerekir. Kendilerini iyi eser ve doğru fiil ile isbat ederlerse ve bu hallerini de kötüye alet etmezlerse yani bu durumlarını istismar etmezseler, o zaman sözleri ve niyetleri birbiri ile örtüştüğünden dolayı sözlerine güven olunur.

“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”

Ziya Paşa

Söz ve niyet birlikteliği varsa, fitneye sebep olmayan doğru söz, yeryüzünü aydınlatan güneşten daha fazla işlev görür.

“Güneş, ülkeleri aydınlatır; sözler, milletleri…”

Cemil Meriç

3. Gelen sözleri; söyleyeni, getireni ve sözün kendisini tahlil etmek

Sözü dinleyen, söz söyleyen hakkında; bu sözü bu zamanda niye söyledi diye bakmalı, o sözü getiren ve aktaranı da niçin bu sözü aktarıyor ve niçin bu sözü söylüyor diye gerekli tahlillerden sonra değerlendirmelidir.

“Ne söylediğini, kime söylediğini ve ne zaman söylediğini unutma.”

Hz. Ebu Bekir (r.a.)

3. Gelen sözleri; söyleyeni, getireni ve sözün kendisini tahlil etmek

(Devamı)

Ağızdan çıkan sözler, ok gibi yaydan çıkınca, oku atan oka mahkûm olur. Neticeden de sorumlu olur. İşte bundan dolayı kişi her duyduğunu ve her bildiğini söylememelidir.

“Söz, ok gibidir. Senden çıktı mı, artık sen ona değil, o sana hâkim olur.”

İmam Şâfiî (rh.a.)

“Her bildiğini söyleme; her söylediğini bil.”

Claudius

Kişi, her duyduğunu söylerse, söyleyenin borazanı olur. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Her duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeter.”

(Müslim, Mukaddime, 5.)

Sözün tesiri, silahın tesirinden daha beterdir. Silah bedene; söz ruha dokunur. Silahı yönelten, ancak karşıdaki bir kişiyi esir alabilir, sözler bir orduyu teslim alabilir. Hele bugün yayın vasıtaları ile belki orduları teslim alabilir.

“Kılıç darbelerinin beni kaçıramadığı yerde, sözlerin kaçırdığı oldu.”

W. Shakespeare

“Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız.”

Konfüçyüs

“Churchil, kelimelerini seferber etti, savaş meydanına yolladı ve savaşı kazandı.”

John Kennedy

4. Hata, gaflet ve hıyanet açısından insanları sınıflandırmak ve her birisine farklı tavır sergilemek

Bu üçü de her insandan çıkabilir. Çünkü insan masum değildir.

Davanın lideri veli bile olsa yanılabilir, yanıltılabilir.

Hata ve gafletin her normal insandan çıkması normaldir. Ama hata ve gafletin liderden çıkması, uyarılmasına rağmen hataya ve gaflete devam etmesi, affedilemez.

Herhangi bir kişinin veli de olsa hata etmesi normaldir.

Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ isimli kitabında (IX/9.), Ubeydullah b. el-Haseni’l-Anberî’nin talebesi Abdurrahman b. Mehdî’nin şöyle dediğini bahsediyor:

“Bir cenazade idik, üstadıma bir mesele hakkında sordum. Üstadım o soruya cevabında hata etti. Ben o zamanlar gençtim ve Allah seni islah etsin, verdiğin cevap doğru değil! Bu konuda doğru olan söz şöyle şöyle dedim. O biraz durdu ve sonra başını kaldırıp: “Doğru söylüyorsun evladım. Bu durumda ben hakka boyun eğerek senin görüşüne dönüyorum. Bâtılda baş olmaktansa hakta kuyruk olmayı tercih ederim” dedi.

(Risâletü’l-Müsterşidîn, Muhâsibî, thk. Abdülfettâh Ebû Ğudde, Kâhire, 1421, s. 109.)

İnsaf ehli, hakkı düşmanında da görse hakkı kabul eder; batılı dostunda da görse batıl olduğunu söyler ve reddeder. Çünkü insaf ehlinin hak ile arasında düşmanlık olmaz. Hak, kimde ise hakkı kabul edip hakka tâbi olur.

Bu ârifâne cevaptan şunları anlamamız mümkündür:

a) Büyük âlim de hatta veli de olsa yanılabilir, hata edebilir.

b) Büyük âlim veya veli olan zat, hatasını kabul eder ve hatadan vazgeçer. Eğer aksi isbat edilmesine rağmen hâlâ hatada inat ediyorsa, o kimseye kendisini büyük zanneden küçük denebilir.

c) Avamdan bile olsa, bilinmesi dînî zarûrî olan bir şeyi bilmesi gerekir ki edebe uygun uyarıda bulunabilsin.

d) Avamın uyarısını kabul eden zat, seviyeli ve insaflı zat demektir.

4. Hata, gaflet ve hıyanet açısından insanları sınıflandırmak ve her birisine farklı tavır sergilemek

(Devamı)

Hata edene karşı aynı hatayı işlemek de hatadır. Hata, o hatanın çıktığı kimsenin konumuna göre de önem kazanır. Hata edene uyarıda bulunmak ve nasihat etmek gerekir. Hataya devam ediyorsa, hata hıyanete dönüşebilir.

Gaflet edeni uyarmak gerekir. Gaflettekini uyarmak belge ve bilgi ile olmalıdır.

Gaflette olduğu ispat edilir de hâlâ gaflete devam ediliyorsa, bu yaptığı hıyanete girer. Zaten gafletle hıyanet, netice itibariyle birdir.

Asker silah deposunu beklerken uyursa düşman gelir silah deposunu soyar. Hain ise silah deposunu düşmana teslim eder. Netice itibariyle her iki durumda da silahlar düşmana gider. İşte bu neticeden dolayı “gafletle hıyanet, netice itibariyle birdir” diyoruz.

Hıyanet edene, bu yaptığının hıyanet olduğu ispat edildikten sonra, "Hıyanetten vazgeç" denilir. Belki hıyanetten vazgeçilmeyince âleme de deklare edilmelidir.

Davanın lideri durumundaki zat, icmaya ters, cumhura muhalif olan yanlış bir ictihada göre hareket ediyorsa, bu durum daha da tehlikelidir. Doğru yaptığını zannedenin yanlışını terk ettirmek mümkün değildir.

Bunun çaresi de belki şu olabilir:

Bu yanlış anlayışın sakatlığı, âleme delilleri ile birlikte âlimler nezdinde müzakeresi yapılması suretiyle deklare edilir. Bu suretle belki mahalle baskısı ile yanlış anlayışın doğru anlayışa çevrilmesini sağlamak mümkün olabilir.

5. Fitne çıkaran merkezle merkeze âlet olanların kesiştiği ve ayrıştığı yönleri ispat etmek ve insanlar arasında adaletle hükmetmek

Fitne çıkaran, fitneci olarak ortaya çıkmaz. Belki ıslahçı olarak ortaya çıkar. Çok güzel yaldızlı sözler de söyleyebilir. İnandırdığı kimseler de olabilir.

Fitne merkezine âlet olan kimseler olmazsa belki de o fitne olmayacaktır. Fitneye âlet olan fitne merkezinden daha tehlikelidir. Çünkü herkes onları iyi de görebilir. Bu iyi görüntüsü, zehiri bala katıp vermek gibi olur. Bal olmazsa zehiri vermek hayli zordur. Bal, zehir kadar işlev görüyor, belki zehirden daha fazla işe yarıyor.

“Bir kez fitne tohumu düştü mü bir kalbe, kolay kolay çıkıp gitmez oradan. Kötülük adına ne varsa çağırır, kendisini büyütür de büyütür.”

Beydeba

Fitne çıkarana, hıyanet merkezine âlet olduğu ispat edilir de âlet olan kişi o hıyanet merkezinden ayrılırsa, hatasından dönme erdemini göstermiş olur.

Kim olursa olsun, dosta veya düşmana karşı adaletle hükmetmek, kim haklı ise ona haklısın demek, düşmanımız da olsa... Kim haksızsa, dostumuz da olsa sen haksızsın demek huzur sebebidir. Çünkü adalet, hâkimiyetin de huzurun da temelidir.

“Hayatımın en mühim prensibi, hiç kimseye hiçbir şekilde adaletsiz davranmamaktır.”

Sokrates

6. Anlaşmazlığa ve kavgaya karşı çıkmak; fakat kim haklı ise hakkı ortaya koymak, âdil davranmak ve âdilâne hüküm vermek.

Anlaşmazlıklara ve kavgalara karşı çıkılacaksa, toplumda sözü dinlenen kimselerin hemen devreye girmesi gerekir.

İnsanlar arasında özellikle Müslümanlar arasında kavgaya ve anlaşmazlıklara seyirci olmak zulümdür. Çünkü zulme rıza, zulüm olduğundan dolayı seyirci kalmak da zulümdür.

Müslümanlar arasında kavga haram, küs olmak haram, bu harama seyirci olup küsleri barıştırmamak da haramdır.

Küs duran kimseler hakkında Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Her Pazartesi ve Perşembe günü ameller Allah’a arz olunur. Din kardeşi ile arasında düşmanlık bulunan kişi dışında Allah’a şirk koşmayan her kula günahları bağışlanır. (Meleklere) siz şu iki kişiyi, birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin, buyurulur.”

(Müslim, Birr, 36; Ebû Dâvûd, Edeb,55.)

“Kim, din kardeşini bir yıl terk edip küserse, bu onun kanını dökmek gibidir.”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 55.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gün sahabeye: “Oruç, namaz ve sadakadan daha üstün olan bir şeyi haber vereyim mi?” buyurdu. Sahabe: Evet haber ver, dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.):

“İki kişinin arasını bulmaktır. İki kişinin arasının bozuk olması (dini kökünden) kazır.” buyurdu.

(Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Kıyâmet, 57, H. No: 2511.)

Devreye giren kimselerin şu iki âyet-i kerîmeye göre hareket etmeleri gerekir:

“Eğer mü’minlerin içinden iki gurup çatışıp savaşırsa (derhal müdahele edip) onlar arasında barışı sağlayın; ama sonra, iki (grup)tan biri diğerine haksız şekilde saldırırsa o saldırganla, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar, haksızlık yapan taraf ile savaşın; (yaptıklarından) vazgeçerlerse adil bir şekilde aralarını bulun ve (onlara) eşit davranın! Çünkü Allah, eşit/âdil davrananları sever! (Unutmayın,) müminler (birbirlerine düşman olamazlar, onlar) ancak kardeştirler. O halde, (mü’minler arasında çıkan anlaşmazlıklara seyirci kalmayın; din) kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan (gelen ilkeleri çiğnememe konusunda son derece titiz ve dikkatli davranın; mü’minlerin birlik ve beraberliğini bozup İslâm toplumunu zayıflatacak her çeşit olumsuz davranıştan) sakının ki, O'nun rahmetine nail olasınız.”

(Hucurât sûresi 49/9-10.)

Her zamanda ve her konuda, düşman da olsa, herkes hakkında âdil davranmak bize Allah Teâlâ’nın emridir.

İşte âyet-i kerîme:

“Ey iman edenler! Allah için (gerçeğe) şâhitlik ederek adâleti tam yerine getiren (dosdoğru) şâhid(ler ve hâkim)ler olun; bir (kişi veya ) topluma karşı duyduğunuz öfke, (onlarla ilgili vereceğiniz kararlarda) sizi adâletsizliğe sevk etmesin! Siz (her zaman, herkese karşı) âdil davranın! Çünkü (Allah’ın sevgisini kazanmak yani iyilik ve) takvâya (ulaşmak için) en uygun olan (davranış, düşmanlarınıza karşı bile olsa) adâletten (zerre kadar) ayrılmamaktır. O halde, Allah’tan (gelen ilkeler doğrultusunda hayata yön vererek, kötülüklerden titizlikle) sakının! (İyi bilin ki) Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.”

(Mâide sûresi 5/8.)

“Dost ve düşmanınıza adâletle muamele edin!”

Hz. Ali (k.v.)

“Kötülüğü adâletle; iyiliği de iyilikle karşılayın.”

Konfüçyüs

“Tek tarafı dinleyerek verilen karar, doğru olsa bile, hiçbir zaman âdil olamaz.”

L. A. Seneca

7. Müslümanın bu zamanda genel tavrı en azından, Müslümanları kardeş ve dost bilmek, kardeşliğin ve dostluğun gereği nasihatte, emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünkerde bulunmak, ıslahçı olmaktır.

Allah Teâlâ, mü’minleri kardeş olarak ilan etmiştir. Kardeşlere karşı, kardeşlik hukuku geçerlidir. Hiçbir haklılık kardeşliği bozmaya yetmez.

Bize gereken, mü’minleri dost bilmektir. Dostluğun bir gereği de birbirimize hem nasihat etmek hem de emr-i bilma’rûf ve nehy-i anil’l-münker görevini yerine getirmektir.

Bu konuda en şefkatli ve en merhametli olan Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostları/velileridirler. Ma’rûfu/ iyiliği emrederler, münkerden/kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır. Şüphesiz, Allah, (üstün ve) güçlüdür, hüküm (ve hikmet) sahibidir.”

(Tevbe sûresi, 9/71.)

Hâinlere söylenecek söz ve tavır farklıdır; gâfillere söylenecek söz ve tavır elbette farklıdır.

Hâinlere karşı, milletle ilgili olunca affetmeyip adâletli olarak ceza vermelidir.

Şahsa yapılan hıyanet ise, kendisine hıyanet edilen şahsın affetmesine bağlıdır.

Genel kaide şudur: Af, suçu ve suçluyu artırırsa caiz değildir. Suçluya ceza ise adâlettir.

Gâfillere karşı uyarı yapıp daima ıslah tarafını tercih etmek faydalıdır. Savaşı değil, sulhu; ifsadı değil, ıslahı; sû-i zannı değil, hüsn-i zannı; kötülük etmeyi değil, iyilik etmeyi; zulmü değil, affı tercih etmek ıslahçı olan büyüklerin kârıdır, işi ve ahlâkıdır.

Islah edenlerin en önemli özelliği, kendilerinin açığı olmaması veya açığının az olması; ıslaha kendilerinden başlamış olmalarıdır.

“Nefsine vaaz et; nefsin vaazın gereğini yerine getirince, sonra insanlara vaaz et!" diyen çok doğru söylemiştir.

“Başkalarını ıslah etmek için, kendinizi ıslah etmeniz icabeder.”

Hz. Ömer (r.a.)

“Nasihatçileri olmayan ve nasihatçilerini sevmeyen bir millette hayır yoktur.”

Hz. Ömer (r.a.)

“Dostlarının yerinde nasihatlerine kulak asmayanlar, düşmanlarını memnun ederler.”

Pancatantra

“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,

Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”

Ziya Paşa