TASAVVUF

Şeyh Halid-i Cezeri Talebeleri ve Halifeleri

Güneydoğu şehirlerinde, özellikle tekkeler kapatılıncaya kadar medresede okumak çok yaygın bir gelenekti. Bu durum, medreselerin kapatılmasından sonra da aynı şekilde 1970’li yıllara kadar devam etmiştir. Ancak bu yeni durumda, medrese ve dergâhların faaliyetlerini daha gizli yahut yüksek dağların arasında veya üzerinde bulunan köylerde yaptıkları görülmektedir. Ayrıca Irak ve Suriye’de bulunan medrese ve dergâhlara yoğun bir yönelme olmuş birçok ilim talibi bu iki ülkeye daha fazla gitmişlerdir.

Cizre, her iki ülkenin kesişim noktasında bulunduğu gibi tarihi süreç içerisinde bir ilim merkezi olagelmiştir. Bu yönüyle de ilim taliplerinin uğrak noktalarından biridir. Bu açıdan Şeyh Hâlid-i Cezerî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den icâzet alıp tekrar Cizre’ye döndüğünde ve Basret’te çok sayıda tâlibi olmuştur.

Birçok tanınmış âlim Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin yanında medrese okumuş ve tasavvufî eğitimden geçerek ondan icâzet almıştır. Burada kendisinden sonra dergâhın postnişîni olan Şeyh Sâlih-i Sıpkî, Mardin ve çevresinin irşâdı için görevlendirdiği Şeyh Hâmid-i Mardinî ve Gavs-ı Hizânî olarak tanınan Sıbğatullah Arvâsî’nin Basret günleri hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.

Şeyh Sâlih-i Sıpkî (ö. 1852)

Bitlis iline bağlı Sıpki Köyü ve aşiretinden ve bölgede “Üstad-ı Azam” olarak tanınan Molla Resul Sıpkî’nin yeğeni[1] Şeyh Salih-i Sıpkî, Botan bölgesinin ünlü medreselerinden biri olan Tanzeh Medresesi’nde[2] okumuştur. Tedrisini ve tasavvufî eğitimini Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin yanında tamamlamış ve icâzet almıştır. Hocasının damadı da olan Şeyh Salih, onun vefâtından sonra Basret Dergâhı’nın postnişîni olarak görev yapmış ve 1852 yılında vefât etmiştir. Mezarı hocası gibi Basret köyündedir.[3]

Şeyh Sâlih-i Sıpkî’nin üç büyük halifesi bulunmaktadır. Bunlardan ilki “Şeyh-i Hazîn” lakabıyla tanınan Muhammed Fersafî (1892)’dir.[4] İkinci halifesi Muhammed Ahtebî, üçüncüsü ise kendisinden sonra Basret Dergâhı’nın şeyhliğini üstlenen Şeyh Muhammed Aynî’dir.[5]

Şeyh Hâmid-i Mardinî (ö. 1882)

Şeyh Hâmid-i Mardinî, 1802 yılında Siirt’te doğdu. Aslen Kufe’den gelerek önce Musul’a, daha sonra da Siirt’e yerleşmiş olan seyyid bir aileye mensuptur. Ailesi Siirt’te yaşarken Şeyh Hâlid-i Cezerî tarafından Mardin’in irşâdı ile görevlendirilmesi neticesinde yaklaşık kırk yıl bu şehir ve çevresinde görev yapması nedeniyle Şâh-ı Mardin diye anılmaya başlanmıştır.[6] Seyyid nesep olan Şeyh Hâmid-i Mardinî, Siirt Ulu Camii vaizi ve Erzurumlı İbrahim Hakkı’nın talebesi olan Abdullah Efendi’nin oğludur. Tahsiline babasının yanında başladıktan sonra Molla Halil-i Siirdî’nin yanında devam etti ve medrese icâzeti aldı. Ardından Şam’da Şeyh Hasan el-Baytar, Medîne’de Şeyh Yusuf es-Sâvî, Halep’de Şeyh Ebu’l-Vefâ el-Halebî ve Şeyh Dâvud-i Bağdâdî’den ders okudu.

Medrese ilimlerini tamamladıktan sonra tasavvufî hayata yönelen Şeyh Hâmid-i Mardinî, o dönemde Güneydoğu’da daha yaygın olan ve babasının da müntesibi olduğu Kâdiriyye tarîkatına intisab etti. Sonra Şam’a giderek orada Şeyh Hâlid Hakşibendî’den ve dönüşte Şeyh Abdulkâdir Bilvânisî’den Nakşbendiyye zikri dersleri de almıştır. 1833 yılında hac yolculuğu sırasında da Haleb’de Şeyh Hâlid-i Halebî’den Kâdirî hilafeti aldı.[7] Şeyh Hâmid-i Mardinî’nin hayatına baktığımızda sürekli bir arayış içerisinde olduğunu görmekteyiz. Zamanı tam olarak belli olmamakla birlikte 1933 yılındaki hac ziyaretinden sonra Basret’e Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin yanına gelerek seyr u sülûka girdi ve Nakşbendiyye icâzeti aldı.

Seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra kendisine icâzet verilerek Mardin ve çevresini irşâd etmek ve tarîkat hizmetlerini yaymak üzere görevlendirildi.[8] 1844 yılında Mardin’e giden Şeyh Hâlid-i Mardinî, kırk yıl kadar ilim ve irşâd ile uğraştı ve 1882 yılında seksen yaşında Mardin’de vefât etti ve orada defnedildi.

Şeyh Hâmid-i Mardinî, değişik alanlarda birçok eser kalem almıştır.

Bunlardan bazısı şu şekildedir:[9]

er-Risâletü’l-vehbiyye fî süneni’s-salavâti’r-rubâiyye

Hâşiyetu alâ tefsîri Kâdı Beydâvî

Hâşiye alâ Nuhbetü’l-Fiker

Urcûzetü’t-tullâb fi’z-zurûf ve’l-câr ve’l-mecrûr ve’l-i’râb

Fethu’l-Vehhâb şerhu urcûzetu’t-tullâb

Hâşiyetu alâ Fevâidi’d-Diyâiyye

er-Risâletü’z-zehebiyye fî akâidi ehli’s-sünneti ve cemâati’l-Muhammediyye

Şeyh Sıbğatullah Arvâsî

Aslen Bahçesaray ilçesine bağlı Arvas (Doğanyayla) köyünden olan ve Gavs-ı Hizânî diye tanınan Sıbğatullah-i Arvâsî, medrese ve tasavvufî eğitiminin bir kısmını Basret köyünde tamamlar. Tâhâ el-Hakkârî’nin yanında eğitimine devam ederken hocası tarafından Basret köyünde bulunan Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin yanına gitmesi ve mânevî eğitimini onun yanında tamamlaması söylenir. Bu emir üzerine Basret’e giden Sıbğatullah Arvâsî, burada başta Şeyh Hâmid-i Mardinî ve Salih-i Sıpkî olmak üzere birçok mürid ile birlikte dergâhın temizlik gibi hizmetleri dâhil yaparak dört yıl sürecek mânevî eğitimi tamamlar. Bu süreçte Tâhâ el-Hakkârî, Horoslu Molla Murad’ı Basret Dergâhı’na göndererek “Kendi evine gel” diye haber yollar.[10] Bunun üzerine Şeyhi Hâlid-i Cezerî, ona icâzet vermez ve tekrar Tâhâ el-Hakkârî’nin yanına Şemdinli’nin Nehri (Bağlar) kasabasına gitmesini emreder. Sıbğatullah Arvâsî’ye, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî tarafından Tâhâ’l-Hakkârî’ye hediye edilen bir hırka giydirilerek[11] kendisine bir icâzet verilir.[12] Ancak Sıbğatullah Arvâsî, Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin vefâtından sonra Basret Dergâhı’nın postnişîni olan Şeyh Sâlih-i Sıpkî’nin yanına gelerek iki yıl kadar daha sohbetlerde bulunur. Bunun neticesinde Şeyh Sâlih-i Sıpkî teberrüken dahi olsa ona icâzet vermez ve hocası gibi kendisinin de buna ehliyetli olmadığını ifade eder.[13] Bunun neticesinde Arvâsî, memleketine döner ilim ve irşâd ile uğraşır. Sıbğatullah Arvâsî, 1870 tarihinde vefât etmiştir. Kabri Bitlis’e bağlı Hizan ilçesinin Gayda köyündedir.

Abdurrahman-ı Tâğî, Oğlu Bahaaddin, Siirt’in Şirvan ilçesinden Hâlid-i

Ölekî ve Abdurrahman-ı Meczûb Arvâsî’nin hilâfet vermiş olduğu kimselerdir.[14]

Doç. Dr. İbrahim BAZ

Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

-------------------------------

[1] Şeyh Salih-i Sıpkî, ilköğrenimine amcasının yanında başlamasına rağmen onunla yaşadığı bir sorun nedeniyle önce Tanzeh medresesine ardından Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin yanına gitmiş ve nihayet Basret Dergâhı’nın postnişini olmuştur. Amcası Molla Rasul Sıpkî, bundan sonra kendini tanıtmadan Basret’e gelmiş yeğeni ile sohbet etmiş ve hatta onu imtihan etmiş, onu ilmen ve irfânen başarılı bulmuş ve iltifat etmiştir. O da amcası ve ilk hocasına hürmetle davranmıştır. Amcası, yeğeninin halinden hoşnut şekilde Basret’ten ayrılmıştır. Bk. Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 6-7.

[2] Tanzeh, Botan bölgesi olarak bilinen coğrafyanın önemli yerleşim alanlarından biridir. Bugün Siirt iline bağlı Eruh ilçesinde yer almaktadır.

[3] Muhammed Şefik Zibârî, el-Ahvâlu’d-dürriyye ve’l-ahbâru’l-miskiyye fi’s-silsileti’z-Zibârîyye, s. 30.

[4] Şeyh Hazin olarak tanınan Muhammed Fersâfî, Sâlih-i Sıpkî’den sonra Tâhâ’l-Hakkârî’nin yanına, onun da tavsiyesi üzerine Irak’ta Osman Tavilî’ye giderek ondan da tarîkat icâzeti almıştır.

[5] Abdurrahman Memiş, Hâlid-i Bağdâdî ve Anadoluda Hâlidîlik, s. 134; Abdulkadir Bingöl, Kulilken Baxe Botan, s. 166-167.

[6] Abdulhalim b. Şeyh Musa el-Mardinî, eş-Şeceretü’d-dürriyye fî menâkıbı sâdâti’l-Hâmidiyye, İstanbul 1412, s. 115.

[7] İbrahim Coşkun, “Hâmid el-Mardinî ve er-Risâletü’z-zehebiyye fî akâidi ehli’s-sünneti ve cemâati’l-Muhammediyye adlı eseri”, İbrahim Hakkı ve Siirt Uleması Sempozyumu, ed. Ahmet Erkol - Abdurrahman Adak, İstanbul (ts.), s. 393.

[8] Muhammed Şefik Zibârî, el-Ahvâlu’d-dürriyye ve’l-ahbâru’l-miskiyye fi’s-silsileti’z-Zibârîyye, s. 29; Abdurrahman Memiş, Hâlid-i Bağdâdî ve Anadoluda Hâlidîlik, s. 133; Abdulkadir Bingöl, Kulilken Baxe Botan, s. 179-180.

[9] Musâ el-Mardinî, eş-Şeceretü’d-dürriyye fî menâkıbı sâdâti’l-Hâmidiyye, s. 116.

[10] Arvâsî, Sıbğatullah, Minah, Ayyıldız Matbaası, İstanbul 1982, s. 10.

[11] Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Tâhâ’l-Hakkârî’ye biri uzun diğeri kısa olmak üzere iki hırka hediye ettiği, uzun olanını kendisinin giymesi, kısa olanını da zamanı gelince sahibine hediye edersin dediği ve bunun şeyhi tarafından Sıbğatullah Arvâsî’ye icâzet hırkası olarak giydirildiği nakledilmektedir. Bk. Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 6.

[12] M. Şefik Korkusuz, Nehri’den Hazne’ye Meşâyıh-i Nakşibendi, İstanbul 2010, s. 44-45; Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 6.

[13] Sıbğatullah Arvâsî’nin Minah isimli eserinde Şeyh Sâlih-i Sıbkî’den hilâfet aldığı kaydedilmektedir. Bk. Sıbğatullah Arvâsî, Minah, s. 10.

[14] Sıbğatullah Arvâsî, Minah, s. 13-14.