Haberin Kapısı

Gülme Adabı

İSLAM VE KÜLTÜR

Gülmek insan oğlununun genellikle olumlu duygularını dışa yansıtan bir olgudur.

Yani kişinin icab ettiği hallerde gülmesi tabii ve müsbet bir tepkidir. Tabii olmayan ise gerektiği zaman gülmemek veya aşırılık göstererek gülmeyi kontrolde tutamamaktır. Dolayısıyla yerinde ve kararında gülmek, âdab açısından önem arzeder. Malum olduğu üzere gülmenin tebessüm etme, kahkaha atma, fıkırdama gibi farklı şekilleri vardır. Bu hususta tam bir itidal çizgisine ulaşmak için üsve-i hasenemiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tatbikatına bakmak gerekir. Hz. Aişe radiyallahu anha diyor ki:

“Hz. Peygamber’in küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O (ekseriyetle) tebessüm ederdi.”[1]

Cerîr b. Abdillah anlatıyor: “Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem, müslüman olduğum günden beri beni huzuruna girmekten alıkoymamıştı. Ayrıca beni her gördüğünde gülümserdi.”[2]

Abdullah b. Hâris diyor ki, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha çok tebessüm eden bir kimse görmedim.”[3]

Yukarıda kaydettiğimiz nakillerle birlikte başka bir çok rivayetten anlaşıldığına göre Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem genellikle beşûş çehreli, güleç yüzlü idi. Yani o, en sıkıntılı anlarında bile, umumiyetle üzüntülerini belli etmez, yanındakilerin içlerini karartacak bir tavır sergilemezdi. Bilhassa çok sevdiği kimselerle karşılaştığında, tebessümü bir kat daha artardı.

Öte yandan Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem’in hoşuna gittiği bazı sözler veya olaylar karşısında, azı dişleri görünecek kadar güldüğü de görülmektedir.

Mesela Hz. Aişe’nin naklettiği bir rivayette kuraklıktan muzdarip olan halkın şikayeti üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem musalla denen açık bir alanda kısa bir hutbe iradından sonra namaz kılıp, dua etmesinin ardından gök gürleyip şimşek çakmaya başlamış ve bol miktarda yağmur yağmış, seller akmıştı. İşte bu arada insanların yağmurdan korunmak için koşuştuklarını gören Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, azı dişleri görününceye kadar gülmüş ve şöyle buyurmuştur: “Şehadet ederim ki Allah her şeye kadirdir ve ben Allah’ın kulu ve Resûlüyüm.”[4]

Ebû Zer radiyallahu anh anlatıyor: Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “Ben cehennemden en son çıkacak ve cennete en son girecek olan kimseyi yakinen bilirim: Bu öyle bir adamdır ki kıyamet gününde, getirilir de hakkında,

-‘Küçük günahlarını kendisine gösterin, büyük günahlarını ise gizleyin’ denilir. Bunun üzerine ona küçük günahları gösterilir ve,

-‘Sen falan gün şunu şunu, falan günde şunları yaptın değil mi?’ denilir. Adamcağız da inkar edemeyerek,

-‘Evet,’ der. Ancak ardından büyük günahlarının gösterilmesinden korkmaya başlar. Tam bu esnada ona,

-Senin için her kötülüğün yerine bir iylik vardır denilir. Bunun üzerine adam,

-‘Ya Rabbi ben bir kısım (kötü) işler yaptım ki onları burada göremiyorum’ der.”

Ebû Zer radiyallahu anh’ın belirttiğine göre Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu haberi anlattıktan sonra azı dişleri görünecek şekilde gülmüştür.[5]

Abdullah b. Mesûd anlatıyor: Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Ben cehennemden en son çıkacak olan insanın durumunu bilirim. O, Cehennemden sürünerek çıkar. Oradan çıkınca kendisine:

-‘Haydi git ; cennete gir!’ denilir. Bunun üzerine doğru cennetin yolunu tutar; varıp kapısından içeri bakınca; cennet ehlinin tamamen yerlerini aldıklarını, her tarafın dopdolu olduğunu görür  de geri döner ve der ki;

-‘Ya Rabbi, Herkes yerini almış, her taraf tıklım tıklım dolu; girecek yer kalmamış!.’ Kendisine denilir ki:

-‘Burasını vaktiyle yaşadığın dünya hayatı ile mi kıyaslıyorsun?’ o da,

-‘Evet Ya Rabbi!.’ der. Sonra ona,

-‘Öyle ise gönlünden ne geçiriyorsan dile!’ denilir. O da, dilediğini ister. Neticede kendisine,

-‘Sana bu isteklerinin hepsi ve ayrıca dünyanın on katı verilecektir’ denilir. Bunun üzenire adam,

-‘Ya Rabbi, der. Benimle alay mı ediyorsun! Sen ki, şanı yüce bir hükümdarsın!’”

Abdullah b. Mesûd radiyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu hadiseyi anlatıktan sonra azı dişleri görülecek derecede güldüğünü ifade eder.[6]

Hasılı gülme âdâbı hususunda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden, çoğunlukla mütebessüm bir çehreye sahip olmamız gerektiğini, bunun yanında güzel ve hoş bir tutum veya söz karşısında, gülmenin tabii ve yerinde bir davranış olduğunu anlamış bulunmaktayız. Ancak katıla katıla gülmek gibi aşırı bir tavır uygun görülmemektedir. Zira aşırı gülmek şakacılığın, nüktedanlığın veya güler yüzlü olmanın değil, haktan gâfil olmanın bir sonucudur. Nitekim Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem “Çokça gülmeyiniz; gülmenin aşırısı kalbi oldürür[7] buyurmak suretiyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Hatta Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.[8] mealindeki hadisleriyle de ahireti kurtarma endişesiyle ağlamanın gülmeye tercih edilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Çünkü Allah’ın azametini hissedenler ağlayabilir. Çok gülmek ise söz konusu azemetten habersiz olmaktan kaynaklanır.

 

[1]     Buhârî, Tefsîru sûre (46) 2, Edeb, 68; Müslim, İstiskâ, 16.

[2]     Buhârî, Edeb, 68; Müslim, Fedâil, 135.

[3]     Tirmizî, Menâkıb, 10.

[4]     Ebû Dâvûd, Sâlâtü’l-istiska, 2.

[5]     Müslim, İmân, 314; Tirmizî, Sıfatü Cehennem, 10.

[6]     Tirmizî, Sıfatu cehennem, 10. Benzer rivayet için bk. Buhârî, Rikâk, 51; Müslim, İmân, 308.

[7]     Tirmizî, Zühd, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 310.

[8]     Buhârî, Tefsîr (5), 12; Müslim, Fezâil, 134.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.