Haberin Kapısı

Aşure Günü, Orucu ve Tatlısı

İSLAM VE KÜLTÜR

İstisnasız yeryüzündeki her din, inanç sistemi ve ideoloji, bazı tarihleri, günleri veya geceleri diğer zaman dilimlerinden farklı olarak kutsal, önemli veya daha itibarlı kabul etmektedir. Bu, İslam dini ve Müslümanlar için de geçerlidir. Müslümanların, aralarında birtakım farklar olsa da, ortak olarak kutsal saydıkları önemli günlerden biri de aşure günüdür.

Aşûre Günü

İstisnasız yeryüzündeki her din, inanç sistemi ve ideoloji, bazı tarihleri, günleri veya geceleri diğer zaman dilimlerinden farklı olarak kutsal, önemli veya daha itibarlı kabul etmektedir. Bu, İslam dini ve Müslümanlar için de geçerlidir. Müslümanların, aralarında birtakım farklar olsa da, ortak olarak kutsal saydıkları önemli günlerden biri de aşure günüdür.

"Aşûre" kelimesi, Arapça kaynaklarda tam olarak "Âşûrâ" şeklinde geçmektedir. Bu kelimenin, on sayısı ile ilgili olan "aşr" ve "âşir" veya develerin güdülmesiyle ilgili "ışr" kökünden türemiş Arapça bir kelime olduğunu kabul edenler olduğu gibi, bu dilde "fâûlâ" vezninin bulunmadığını ileri sürerek, kelimenin İbranice'den geldiğini söyleyenler de vardır. Ancak dil bilginlerinin çoğunun bu görüşe katılmadığı ve kelimenin Arapça asıllı olduğunu benimsediği anlaşılmaktadır.1 Kelime, Türkçe'mizde ise "aşûre" olarak ifade edilmektedir. Kaynaklarda, kendisinde pek çok tarihsel olayın gerçekleştiği ifade edilen ve bundan dolayı farklı din ve mezheplerin önem verdiği muharremin onuncu gününe verilen bu ismin, İslam'dan önce dönemlerde bu adla kullanılıp kullanılmadığı konusunda bir fikir birliği olmadığı görülmektedir. Aşûre gününün, kutsallığı ve menşei İslam öncesinden daha önceki bir tarihe kadar gittiğini ve bu konuda tarihî kaynaklarda pek çok farklı rivâyetin bulunduğunu belirtmek gerekir.

Bunları kısaca özetlemek gerekirse, Aşûre günü, Hz. Âdem'in tövbesinin kabul edildiği, Hz. Nuh'un gemisinin tufan sonrası Cûdî Dağı 'nın tepesine oturduğu ve inananları n kurtulmalarına karşılık şükür orucu tutmasıdır. Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun'un zulmünden kurtulduğu ve bu nedenle Yahudilerin oruç tutmakla yükümlü olduğu bir gün olarak geçmektedir.2

Kaynakların bu konuda verdiği bilgileri iki noktada toplamak mümkündür. Birincisi, aşûre, Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun'un zulmünden kurtulduğu ve Yahudilerin oruç tutmakla yükümlü olduğu bir gündür. Daha çok müsteşriklerin benimsedi ği bu görüşe göre Müslümanları n mübarek bir gün olarak kabul edip oruç tuttukları aşûre, aslında Yahudi geleneğine dayanmaktadır. İkincisi, aşûre, Hz. Nuh'tan itibaren bütün Sâmî dinlerde mevcut olan ve Câhiliye devri Araplar arasında da, Hz. İbrahim'den beri önemli görülüp oruç tutulan bir gündür. Aşûrenin kaynağıyla ilgili bu iki yorum dışında bazı tarih, hadis ve fıkıh kitaplarında yer alan rivayetlerde ise bu gün, Hz. Yunus'un balığı n karnından çıkarılmasıdır., Hz. Musa ve İsa'nın doğduğu ve Hz. İsa'nın semaya yükseltildiğidir. Hz. Süleyman'a mülkün verildiği, Hz. Davud’un tövbesinin kabul edildiğidir. Hz. Peygamber'e, Allah tarafından geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceğine dair teminat verildiğidir. Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği gün olarak ifade edilir.3 Ne var ki bu tarihî olayların, vuku bulduklarını Kur'ân-ı Kerim'den öğrenmekle birlikte, tarih olarak bu günde gerçekleşmiş olmalarını ilmen doğrulama imkân ı yoktur ve bunlardan bir kısmının da yanlış olduğu görülmektedir. Örneğin, Hz. Muhammed'in Medine'ye hicreti 10 Muharrem'de değil 12 Rebîülevvel'de gerçekleşmiştir. Açıkçası bu kadar önemli pek çok olayı n aynı güne denk gelmiş olması, bizi öncelikle takdir-i ilahiyi düşünmek yerine, bu kaynakları kaleme alan alimlerin nasıl bir tarih felsefesine sahip olduklarını düşünmeye ve irdelemeye sevk etmektedir. Zira tüm bu olayların, ay takvimine göre Muharrem'in 10. gününde gerçekleştiğine dair rivayetlere yer veren tarihî kaynakları n hiçbir bilimsel veriye dayanmadığı açıktır. Anlaşılan, Müslümanların, Yahudi ve Hristiyanlarla zaman zaman bir arada bulunmalarının bir sonucu olarak, bu günde yaşandığı varsayılan olaylarla ilgili söylencelerin, önce sözlü geleneğe, ardından da hiçbir tenkide tabi tutulmadan yazılı kaynaklara aktarılmış, İsrâiliyat kabilinden rivayetler olmaları kuvvetle muhtemeldir.4 Gölpınarlı ise konuya farklı bir bakış getirmiştir. Ona göre, H. 61. yılı 10 Muharrem günü, İmam Hüseyin, Muaviye oğlu Yezid'in emriyle Kerbelâ'da, Kûfe ve Şam ehlinin büyük bir ordusu tarafından, kendisine uyanlarla beraber şehit edilmiştir. Bu acıyı unutmayan ve her yıl bu yası tazeleyerek Emevilere karşı düşmanlığı güçlendiren Ehlibeyt taraftarlarına karşı Emeviler, o günü bir bayram günü olarak sunma gayretine düşmüştür. Bu bağlamda, Âdem Peygamber'in o gün yaratıldığı, yerlerin, göklerin, Cebrail'in, meleklerin o gün halk edildiği, İsmail Peygamber'in o gün kurban edilmekten kurtulduğu, Nuh Peygamber'in o gün tufandan kurtulduğu, Yusuf'un o gün zindandan çıktığı, Yakub'un gözlerinin o gün açıldığı, Yunus'un balığın karnından o gün halas olduğu gibi birçok haber uydurulmuştur. Hülasa, tüm peygamberlerin, bilumum dertlerden, belalardan o gün kurtulmaları ve bu günün bir bayram günü olması... Bu gün sürme çeken göz ağrısı görmez, ehline-ayâline, evine yiyecek içecek alan darlık çekmez, şeklinde hadisler, Emeviler tarafından uydurulmuş ve böylece insanların bu günü kutlamaları teşvik edilmiştir.5 Gölpınarlı'nın bu yaklaşımı, İmamiyye Şiası'nı n bu konuya bakışını yansıtması bakımından önemli görülebilir.

Aşûre Orucu

İslam dininin temel ibadetlerinden biri olan, şekil ve süresi farklı da olsa geçmiş ümmetlere de emredilmiş bir ibadet olan oruç, hicretten bir buçuk yıl sonra Şaban ayında farz kılınmıştır. Orucun farz kılınmasının hikmeti, Allah'ın emrine boyun eğmekle kulluk zevkini tatmak; ruhu, riya ve gösteriş hastalıklarından arındırarak ihlâsı arttırmak ve kendisini Allah'ın korumasına teslim etmek için nefis ile mücadele etmektir.6

"Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız."7 ayetinden öğreniyoruz ki oruç bütün ümmetlere emredilmiş bir ibadettir. Ramazan ayında oruç tutma ise Hz. Muhammed'in ümmetine has bir durumdur. Oruç ibadetini diğer ibadetlerden ayıran en önemli özellik, Allah'ın onu kendi zatına nispet etmiş olmasıdır. Bir hadiste " Âdemoğlunun bütün amelleri kendisi içindir, oruç müstesna. O benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim."8buyurulur. Orucun Allah'ın zatına nispet edilmiş olmasının sebebi, hiçbir insanın Allah'tan başkası adına oruç tutmamasıdır.9

Aşûrenin menşei konusunda yukarıda verilen iki temel görüş, aslında bugünün önemi yanında bu günde oruç tutulmasına da vurgu yapmaktaydı. Hadislerde teşvik edilen nâfile oruç tutma günlerinden biri de Muharrem ayının onuncu günü olan aşûre günüdür. 5 6 7 8 9 Esasen bugünü gündeme taşıyan hususların başında bu günde tutulan oruç ve bu orucun niteliği gelmektedir. Bu günde oruç tutulmasına dair görüşlerden biri, Hz. Âişe ile Abdullah b. Ömer'in rivayetlerine dayanmaktadır. Buhari'de, Hz. Âişe'den nakledilen rivayet şöyledir:

"Câhiliye Devrinde Kureyş kabilesi aşure günü orucu tutarlardı; Peygamber de tutuyordu. Medine'ye hicret edince, hem kendisi tuttu hem de başkalarına tutulmasını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca, kendisi aşûre gününde oruç tutmayı bıraktı ve 'dileyen tutsun, dileyen tutması n' dedi".10 Abdullah b. Ömer'in aynı konudaki rivayeti ise şöyledir: " Aşûre Câhiliye Devri insanlarının oruç tuttuğu bir gündü. Fakat ramazan orucu farz kılınınca Resûlullah'a aşûre konusu soruldu, o da, 'Aşûre, Allah'ın günlerinden bir gündür, dileyen bugünde oruç tutsun, dileyen tutmasın' buyurdu".11

Ashap arası nda ilimleriyle öne çıkan bu iki sahâbînin rivayetlerinden, Câhiliye devrinde, Kureyş'in bugüne saygı duyduğu, Kabe'nin örtüsünü bugünde değiştirdiği ve ona tam saygı duymalarının bir nişanesi olarak da bu günde oruç tuttukları, Hz. Peygamber'in de bu orucu tuttuğu, Ramazan orucunun farz kılınması ile birlikte bugünde oruç tutma yükümlülüğünün kalktığı anlaşılmaktadır.12

Diğer görüşe göre, Hz. Nuh'tan itibaren bütün Sâmî dinlerde makbul sayılan aşûre gününde oruç tutmak Yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Ti şrin'in onuncu gününe rastlayan aşûreyi bayram kabul ederek birtakı m merasimler yapar ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı.13 Hz. Muhammed (a.s.) Medine'ye hicret edince Yahudilerin aşure gününde oruç tuttuklarını gördü. Bu durumu onlara sorunca onlar şöyle dediler:

"Bu gün kutsal bir gündür. Bu günde Allah Hz. Musa ve İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardı. Musa bugünde oruç tuttu.". Bunun üzerine Allah Resûlü: " Biz Musa'ya sizden daha layı kı z".14 diyerek bugünde hem kendisi oruç tutu, hem de başkalarına tutmaları nı emretti. Bu ifadelerden, Hz. Musa'nın Allah'a şükür için bugünde oruç tuttuğu, böylece, hicretten önce bugüne duyduğu saygıya, Hz. Mûsâ'nın bu kaderi de eklenince Hz. Muhammed'in katında bugünün öneminin daha da arttığı, bir veya iki defa bu orucu tuttuğu ve Müslümanlardan da tutmalarını istediği, Ramazan orucunun farz kılınmasıyla bu orucu isteğe bıraktığı anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed'in sadece Yahudilere has olmayan aşûre orucunu emretmesi tabii bir şeydir. Böyle bir tavsiyeden, kendisinin Yahudileri taklit ettiği veya bu orucu Yahudilerden öğrendiği neticesini çıkarmak öncelikle, bütün semavî dinlerin kabul ettiği, 'ibadetlerin şekil ve zamanı nın Allah tarafından tayin edildiği' hususunu ve sonra 'semavî dinlerin aynı kaynağa bağlı olduğu' gerçeğini kabul etmemektir. Kaldı ki Hz. Muhammed, Yahudileri taklit etmemek ve onları n bazı uygulamalarının aynen İslâm bünyesine girmesine engel olmaları konusunda müminleri uyarmış ve onlara sadece aşûre günü değil Muharremin dokuz ve on veya on ve on birinci günlerinde oruç tutmaları nı tavsiye etmiştir.15

Genelde bütün nafile ibadetler, özelde nafile oruç, kulun Allah'a yakınlaşmasını sağlaması açı sından önemlidir. Bunu bazı faziletli günlerde yapmak daha bir önem arz etmektedir. Faziletli günlerin bir kısmı yıl içerisinde, bir kısmı ay içerisinde, bir kısmı da hafta içerisinde bulunur. Yıl içerisinde bulunan faziletli günler Ramazan günleri, Arefe günü, Aşûre günü ve Zilhiccenin ilk on günüdür. Ay içerisinde ayın başı, ortası ve sonudur. Hafta içinde ise Pazartesi ve Perşembe günleridir. Aşure Günü Orucu hakkında Hz. Muhammed'in hem fiilî, hem de sözlü sünneti bulunmaktadır. Zira O, Muharrem'in onuncu günü hem kendisi oruç tutmuş, hem de oruç tutmaları nı ashabı na tavsiye etmiştir. Ancak O'nun aşure günü orucunu diğer nafile oruçlardan farklı ve önemli görmesi, Ramazan orucu farz kılınmadan önceki dönemi kapsamaktadır. Çünkü Ramazan orucunun farz kılınmasından önce Aşure günü oruç tutmak farz idi. Bu orucun farz oluşu, Ramazan orucuyla ortadan kalktı. Hz. Muhammed de ashabını bu günde oruç tutup tutmamakta serbest bıraktı. Ancak aşûre gününün/orucunun, ramazan orucunun farz kılınmasından H. 61/680 yılına kadar geçen sürede ne derece itibar gördüğü konusunda elimizde yeterli bilgi yoktur. Ayrıca Hz. Peygamber'in serbest bırakması sonrası ibadet ehli Müslümanlarca bugüne saygı duyulduğunu ve bugünde oruç tutulmaya devam edildiğini tahmin etmek zor değildir.16

İslâm alimleri, Ramazan orucu farz kılındıktan sonra aşûre orucunun, sünnet olduğu konusunda ittifak etmişler; bu orucun dokuzuncu günden veya on birinci günden bağımsız tutulmasını hoş bulmamışlardır. Dolayısıyla Muharremin onuncu günü ile birlikte dokuzuncu veya on birinci gününde de oruç tutmanın müstehab olduğunu belirtmişlerdir. Bu konudaki yaklaşımların amacını üç noktada özetlemek mümkündür. Birinci olarak, Muharrem'in onuncu günü ile birlikte dokuzuncu veya on birinci gününde oruç tutmaya teşvikin gayesi, Yahudilere muhalefet etmektir. Çünkü onlar özellikle onuncu günde oruç tutarlardı.

İbn Abbas'tan rivayet edildi ğine göre Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur: "Onuncu günde oruç tutun, Yahudilere muhalefet ederek ondan bir gün önce veya bir gün sonra da oruç tutun".17 İkinci olarak, Yalnızca Cuma günü oruç tutmanın mekruh sayılması gibi, sadece aşure günü oruç tutmak da mekruh sayılmış ve bunu dokuzuncu günle bitiştirmek müstehab görülmüştür. Bu bağlamda Hanefîler ve bazı Şafiîler dokuzuncu günde oruç tutamayanların on birinci günde tutmalarının müstehab olacağını söylemişlerdir. Hanbeli ve Malikiler tek başına tutulmasında bir sakınca görmemişlerdir. İmam Şafiî ise dokuz, on ve on birinci günlerin hepsinde oruç tutman ın müstehab olacağını söylemiştir. Yine Hanefîlere göre Muharremin dokuzuncu günü ile birlikte onuncu günü ya da onuncu günü ile on birinci günü oruç tutulması sünnet, yalnız onuncu günü (Aşûre/10 Muharrem Orucu) oruç tutmak ise tenzihen mekruh kabul edilmiştir. Bunun sebebi, Yahudilere benzemek ve onları taklit etmektir. Şâfiîlere göre ise bu ayın dokuz ve onuncu günlerinde oruç tutulması müstehap sayılmıştır.18 Hz. Peygamber'e, Yahudilerin Muharrem ayına hürmeten sadece onuncu günde oruç tuttukları haber verildi ğinde, " Eğer gelecek yıl hayatta olursam, dokuzuncu gün oruç tutarım"19 buyurmuştur. Ancak Hz. Peygamber gelecek senenin Muharrem ayından önce vefat etmiş ve o sene oruç tutamamıştır. Hz. Peygamber'in niyet ettiği ameller de ümmeti için sünnet olacağı ndan, Müslümanlar için müstehap olan, aşure orucunu Muharrem'in dokuzuncu ve onuncu günlerinde tutmalarıdır.

Aşûrede oruç tutmanın fazileti konusunda sahih hadislerin bulunmasına karşılık, o günde yıkanmak, gözlere sürme çekmek, süs- 17 18 19 lenmek, kına yakmak, bayramlaşmak, hububat karışımı aş (aşûre) pi şirmek, sadaka vermek, mescitleri ziyaret etmek, kurban kesmek gibi fiiller hakkında sahih bir rivayete rastlanmamıştır. Hadis olduğu öne sürülen metinlerin bir çoğunun gerçekte hadis olmayı p Câhiliye âdetlerine ve Yahudi geleneklerine dayanması kuvvetle muhtemeldir. Zira bu âdetleri Hz. Muhammed'in ve ashabı nı n yaptığı na dair herhangi bir kayı t yoktur. Bu konuda son devir kitaplarında yer alan, "Aşûre günü sürme çeken helâk olmaz", " Aşûre günü gusleden o yıl hasta olmaz" tarzındaki rivayetlerin de Ehl-i beyt'e buğzeden Nâsı bîler20 tarafından uydurulmuş olması muhtemeldir.21

Kısaca halk arasında geçmiş peygamberlerin kurtuluşlarının gerçekleşmiş olması dolayısıyla bu ayda oruç tutmanın yaygın olduğu ve gerekli görüldüğü, ancak bunun günü ve sayısı konusunda bir birliğin olmadığı anlaşılmaktadır. Bu ayda oruç tutanın sevap alacağı, tutmayan ı n da günaha girmeyeceği; kim ne kadar oruç tutarsa o kadar sevap alacağı anlayışı da genel olarak bilinmektedir. Yine bu günlerde dünyanın çeşitli yerlerinde, bazı Müslümanların sırtlarını zincirlerle dövüp kan akıttıklarına şahit olmaktayız. Bu uygulamanın dini bir yönünün olmadığı, bunu yapanların, geçmişte yaşanmış zulümlerin acısını bir ölçüde kendi nefislerinde hissetmek için bu işkenceleri kendilerine yaşattı kları anlaşılmaktadı r. Ancak son yıllarda Türkiye'deki Caferiler tarafından uygulanan Kızılay'a kan bağışı gibi sevindirici gelişmeler de olmaktadır. Ayrıca hem Muharrem ayının onuncu günü nafile bir ibadet olarak oruç tutmak, hem de Hz. Hüseyin başta olmak üzere Kerbela şehitlerini sevgi, rahmet dileği ve ibretle (güzel ahlakını ve şanlı mücadelesini örnek almak maksadıyla) anmak mümkündür; bunlardan birinin diğerini örtmesi, gölgelemesi söz konusu olmamalıdır.

Aşûre Tatlısı

Aşûre günü ve orucu konusunda verilen bilgilerden sonra halk arasında bu konuda en yaygın âdet olan aşûre tatlısına da değinmek gerekir. Bu geleneğin nereden kaynaklandığı, geçmiş peygamberlerin bugünde yaşadığına inanılan olaylarla ilgili bir tarafının olup olmadığı veya bu geleneğin dinî bir yönünün bulunup bulunmadığı gibi hususlar insanları n zihnini meşgul etmektedir. Bu konuda yaygın inanışa göre, Hz. Nuh'un gemisi bugünde Cûdî Dağı'nda karaya oturdu. Gemide bulunanlar bu kurtuluşun şükrü olarak, geminin ambarında arta kalan tahılları karıştırarak bir "Selamet Çorbası" (özel bir tatlı) yaptı ve bunu aralarında birbirlerine ikramda bulunarak paylaştılar. Zamanla bu inanç yayılmış; aşûre yaparak eşe-dosta dağıtmak, bir âdet olmuştur.22 Bektaşi Dedebaba Bedri Nayan'a göre, öteden beri, Müslümanlar arasında Muharrem'in onuncu günü aşure denilen bir tatlı çorban ın pi şirilip konu komşuya dağı tılması, muhtaç kimselere verilmesi âdettendir. Hz. Muhammed'in torunları olan Hz. Hüseyin, yine Muharrem ayının onuncu Cuma günü Kerbelâ'da şehit edildiği için aşure, O'nun ve O'nunla birlikte şehit olanları n ruhu için pişirilir ve dağıtılır olmuştur.23

Gölpınarlı'ya göre, Ehl-i beyt'i seven, fakat bu işin esasını bilmeyen tarikat mensupları, İmam Hüseyin'i hatı rlamak, ona mersiyeler okuyup o musibeti anmak, ağlamak vesilesiyle aşûre pişirirler. Mevlevilerde, aşûre pişirme geleneği olmadığı hâlde, onlar da di ğer tarikat üyelerine uyup davetlerine icabet etmek zorunda kalmışlardır. Bektaşilerdeyse aşûre, Ehl-i beyt'i anmak, mersiye okumak için bir vesile olmuştur. Dergahlarda aş, yani Muharremin onuncu günü, yahut onundan sonraki bir günde aşûre pişirilirken

ihvan, kazan ın başına toplanır. Aşûreyi kepçeyle karıştıran, kepçeyi öperek bir başkasına verir; oda öperek al ır; kazandaki aşı, sağdan sola, soldan sağa karıştırır; aynı tarzda bir başkasına sunar; böylece kazan ın dibinin tutmaması sağlanı r. Bektaşilerde kepçe "Yâ İmam" diye alınır; veren "Yâ Huseyn" der ve hep birden "Selâmullâhi al'el- Huseyn, lâ'netullahi alâ kaâtili'l-Huseyn" denir. Aşureyi bu tarzda karıştırmaya "Çifte Vav Çevirmek" denir. Ebced hesabında "vav" altıdır; iki "vav" iki altı eder ki yan yana yazılınca, "Allah" lafza-i celâlisinin ebced hesabında tutarı olan "66" sayısı belirir. "Çifte Vav Çevirmek", aynı zamanda zikir sayılır.24 Dolayı-sı yla bu tarihî olay, her yıl aşûre günü/10 Muharrem'de bir daha tekrar edilerek eş-dostla, konu-komşuyla yeniden bir sevgi saygı paylaşımına gidilmektedir. Böylece bu tatlı, hem komşular arasında iyi ilişkilerin gelişmesine, hem de tarihte yaşanmış bu hadiseye bağlı şükrün bir daha zihinlerde canlandırılması na vesile olmaktadır. Aşûre tatlısı vesile olduğu bu özellik ve güzelliğinden dolayı asırlar boyu varlığı nı sürdürmüştür. Dinî açıdan bir bağlayı cılığı olmasa da bu geleneğin günümüzde de devam ettirilmesi fevkalade önemlidir. Buraya kadar Aşûre Günü/Orucu ve tatlı sı konusunda verilen bilgiler bu konuda yaygın olan anlayışı(sünni) yansıtmaktadır. Bundan sonra bu ayın ve günün farklı bir anlam kazandığı Şiilik ve Alevilikteki boyutları ele al ınacaktır.

Doç. Dr. Metin BOZKUŞ

C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi

----------------------

1- Bkz. İbn Manzûr, Lisanu'l-Arab, Beyrut, 1995, IV/569-571; Zebîdî, Tacu'l-Arûs min Cevâhiri'l-Kâmûs, Beyrut, 1994, VII/222; Yusuf Şevki Yavuz, "Âşûrâ", DİA, İstanbul, 1991, IV/24.

2- Bkz. İbn Sa'd, Tabakâtu'l-Kübrâ, Mısır, 1939, I/23; Taberî, Tarihu'l-Umem ve'l Mulûk, Beyrut, 1986, I/185, II/18; İbnu'l-Cevzî, el-Muntazam fîTarihi'l-Mulûk ve'l-Umem, thk. Suheyl Zekkâr, Beyrut, 1995,IV/106, I/132.

3- Benzer rivayetler için bkz. Heysemî, Nûreddîn Ali b. Ebû Bekr, Mecma'u'z-Zevâid, Beyrut, 1407/1967, III/188; Yavuz, a.g.m., IV/24; Hz. Muhammed, Bi'setin 13. yılı 1. günü gecesi Mekke'den Medine'ye hicret için yola çıktı ve Rebiülevvel ayının 12. günü ortasında Medine'ye ulaştı. Bkz Mehmet Ali Büyükkara, İmamiyye Şiası'na Göre Önemli Tarih, Gün ve Geceler, Çanakkale, 1999, s.32, 34.

4- Bkz. Eyüp Baş, "Aşûre Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı Dinî Hayatındaki Yeri Üzerine Düşünceler", AÜİFD XLV(2004), sayı 1, s. 169; Yavuz, a.g.m,, IV/25.

5- Bkz. Suyûtî, el-Leâl'il- Masnûa fi'l-Ahâdîs'il- Mevzûa, Kahire, 1317, I/61-64; Abdülbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, 2004, İstanbul, s.32-33; Aliyy'ül- Kaarî ise (Mevzûâtu Kebîr, İstanbul, 1289, s. 77, 102, 105, 107, 122, 286) adl ı eserinde bu bilgileri nakleder ve bunların, İmam Hüseyn'in katilleri tarafından uydurulduğunu bildirir; Emeviler, Safer ayının 1. günü Hz. Hüseyin'in kesik başının Şam'a götürülmesi vesilesiyle bu günü bayram saydılar. Bkz. Büyükkara, a.g.e.,s.52.

6- Bkz. Yaşar Kandemir- İsmail L. Çakan ve Raşit Küçük, Riyâzü's-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İstanbul, 1998, V/ 473-474.

7- Bakara, 2/183.

8- Buharî, el-Câmiu's-Sahih, Savm, 9; Müslim, Sahihi Müslim, Sıyam, 161.

9 Bkz.Selahattin Yıldırım, Resûlullah'ın Dilinden Ramazan ve Oruç, İstanbul, 2007,

s.37; Ali Çelik, Peygamberimiz'in Ramazan Günlüğü, İstanbul, 2003, s.23-23.

10- Buhari, Sahih, Savm,69; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, İstanbul, 1992, IV/29-30.

11- Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II/57, 143.

12- Bkz.İbn Kayyim el-Cevzi, Zâdü'l-Meâd, tah. Şuayb-Abdulkadir Arnavut, Kuveyt, 1994, II/70; Bedri Noyan, Bektaşilik-Alevilik Nedir, İstanbul, 1995, s.150.

13- Leviller, 16/30-34, 23/27.

14- Buhari, Sahih, Savm,69; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II/359-360. Hadislerde aşure orucu konusunda teşviklerin olduğunu görmekteyiz. Bir hadiste, aşure orucunun, yıl içindeki küçük günahlara kefaret olacağı (Müslim,Sıyam, 36), bir başka hadiste ise, ramazan orucundan sonraki faziletli orucun muharremde tutulan oruç olduğu ifade edilir.(Müslim, Sıyam, 38)

15- Buhari, Sahih, Savm,69.

16- el-Mevsûatü'l-Fıkhiyye, Heyet, Kuveyt, 1992, XXVIII/89.

17- Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 1/241.

18- Bu bağlamda Hanefîler ve bazı Şafiîler dokuzuncu günde oruç tutamayanların on birinci günde tutmalarının müstehab olacağını söylemişlerdir. Hanbeli ve Malikiler tek başına tutulmasında bir sakınca görmemişlerdir. İmam Şafiî ise dokuz, on ve on birinci günlerin hepsinde oruç tutmanın müstehab olacağını söylemiştir. Yine Hanefîlere göre muharremin dokuzuncu günü ile birlikte onuncu günü ya da onuncu günü ile on birinci günü oruç tutulması sünnet, yalnız onuncu günü (Aşûre/10 Muharrem Orucu)oruç tutmak ise tenzihen mekruh kabul edilmiştir. Bunun sebebi, Yahudilere benzemek ve onları taklit etmektir. İmam Şâfi ise bu ayın dokuz, on ve on birinci günlerin hepsinde oruç tutmanın müstehap olacağını söylemiştir. Bkz. el-Mevsûatü'l-Fıkhiyye, XXVIII/90; Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul, VI/138-162; Yıldırım, a.g.e., s. 129-130; Çelik, a.g.e., s.52.

19- İbn Mace,es-Sünen, Sıyam 41; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, I/224; Buhari, Sahih,

Savm, 69.

20- Özellikle Hz. Ali'den ve onun takipçilerinden nefret edenler anlamında Arapça bir terimdir. Bkz. //en.wikipedia.org/wiki/Nasibi

21- Bkz. Yavuz, a.g.m,, IV/25.

22- Gölpınarlı, a.g.e., s.?.

23- Noyan, a.g.e., s.150.

24- Gölpınarlı, a.g.e., s.33.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.