Azerbaycan Yolculuğu

Senelerin gönül dostlarıyla buluşma yolculuğu…

HİKAYELER 30.08.2020, 20:32 Ramazan Peri
Azerbaycan Yolculuğu

Azerbaycan, Hüdai’de son on yılımıza damgasını vuran bir kardeş ülke. Can Azerbaycan… Yıllarca onunla oturduk onunla kalktık, onunla uyandık onunla yattık.

Bu oldukça heyecanlı serüven ve Allah için muhabbete dayalı hercümerç, Şeki müftüsü Hacı Selim Efendi’nin İstanbul’a gelip Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı’nın merkez binasındaki yemekhanede gözleri dolu dolu bir halde Osman Nuri Topbaş Beyefendi’ye:

“Peygamber Efendimiz. ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ buyuruyor. Biz maddeten aç değiliz fakat manen açız, siz ise toksunuz. Bize Allah için yardım ediniz” şeklindeki gönülden talebine gereken karşılığın verilmesiyle başlar. Bu başlangıç mühim bir başlangıç, âteşîn bir başlangıçtır. Bu başlangıç asrımızın büyük muhaddislerinden rahmetli Ebu Ğudde’den duyduğum:

Men lem tekün lehû bidâyetün muhrikah

Lem tekün lehû nihâyetün müşrikah

“Büyük bir şevk ve heyecanla başlanan bir işin sonucu kesinlikle başarılı ve aydınlıktır; aksi ise değildir” beytinin ifade ettiği bir başlangıçtır.

Elhamdülillâh o günden bu güne Azerbaycan’da çok büyük hizmetlerin yapıldığına ve yapılmakta olduğuna şahit olduk. Maddi manevi emeği geçenlerden Allah razı olsun.

Yıllardır gönlümüzde hep oralara gitmek, oradaki gönül dostlarıyla buluşmak vardı. Fakat her şeyin tahakkuk edeceği belli bir vakti vardır. Bu sene gönlümüzdeki bu duygular yukarılara doğru tırmanmaya başladı, beklentilerimiz arttı. Temmuzda yapılan Yurt Dışı Eğitim Toplantısında fakirin de adı seminerler vermek üzere oralara gidecekler arasında yer aldı. Bu benim için oldukça sevindirici bir netice oldu. Sonra beklemeye koyulduk. Eylül ve Ekim ayları geçti, bir ses ve bir soluk çıkmadı. Galiba bu iş kaldı, diye düşünmeye başlamıştım ki beklenmedik ilginç bir gelişme oldu. Şöyle ki:

31 Ekim 2002 Çarşamba günü Dr. Adem ERGÜL beyle birlikte sabah 8.00’de bir yere gitmek üzere anlaşmıştık. Daha sonra bu 9.30’a alındı. Beni Fakülte Camii’nin kapısından alacaktı. Trafik sebebiyle İLAM’a gelmemin uygun olacağı yönünde telefon geldi. Hemen hareket ettim ve saat 10.00’da İLAM’a geldim. Hemen yola koyulacaktık. Ama olmadı. Bizimle beraber gelecek diğer bir arkadaşın beklenmedik ve zaruri meşguliyeti bizi yolumuzdan alıkoydu. Bir saat kadar Adem Abi’nin odasında beklemek durumunda kaldık. Tam kalkacağımız sırada odaya Alican Tatlı Abi ile birlikte muhterem pederleri Veysel Tatlı Hocaefendi de geldi. Hal hatır sorduktan sonra Kırım’dan, Gürcistan’dan, Azerbaycan’dan, Kırgızistan’dan ve oralardaki hizmetlerden bahsetmeye başladılar. Bu esnada bana:

- “Ömer Hoca siz oralara hiç geldiniz mi?” diye sorunca:

- “Hayır” dedim.

- “Öyleyse beraber gidelim”, dediler.

- “OLUR” dedim.

- “Nasıl olacak?” diye sorduğumda Alican Abi:

- “Ömer Abi, ben Bayram’dan sonra Gürcistan üzerinden 10 günlük bir Azerbaycan ziyareti yapacağım. Müsait olursan ve izin alabilirsen beraber gidebiliriz” dedi. Ben yine:

- “OLUR” dedim. Hemen Nedim Kaya Abiye telefon edilerek bir davetiye göndermesi talep edildi.

Vakit hayli geçmişti. Gideceğimiz yere doğru yola çıkmakta geç kalmıştık. Arkadaşımızın işi bitti ve ancak saat 11.45’te hareket edebildik…

Fakülteye gelen 05. 11. 2002 tarihli faxta, Kur’an-ı Kerim ve Modern Bilimler konusunda Azerbaycan’ın değişik bölgelerinde bulunan okullarda seminer vermek üzere davet edildiğim belirtiliyordu. Bu normaldi ve talebimize uygundu. Fakat beni şaşırtan bir durum sözkonusu idi. Orada bulunmam gereken günler 10-14 Kasım olarak gözüküyordu. Halbu ki ben bunu Ramazan bayramından sonra 10-14 Aralık tarihleri arasında bekliyordum. Hemen Alican Tatlı Abi’ye telefon ederek davetiyede tarihin yanlış yazıldığını söyledim Hayır, tarih doğru. 07 Kasım Çarşamba günü yola çıkıyoruz dedi. Ben iyice afalladım Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece “İnşallah OLUR” dedim Zira yurt dışı izinleri için asgari 15 gün öncesinden dekanlığa müracaat edilmesi ve iznin Yönetim Kurulu kararı ile verilmesi gerekiyordu.

Hemen dilekçemi yazıp dekanlığa verdim. Sağolsunlar ilgi gösterdiler, yardımcı oldular. Dekan yardımcımız Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Bölüm başkanımız Prof. Dr. Celal Erbay ve sayın dekanımız Prof. Dr. Zekeriya Beyaz beylere teşekkür ediyorum. İzin verdiler ve 08. 11. 2002 Perşembe günü akşam teravih namazını Sultantepe’de kıldıktan sonra müsaade alıp 20.30’da Harem’de Metro firmasının Giresun’a giden otobüsünün 13 – 14 numaralı koltuklarına oturduk. Bizi Hareme getiren Ahmet Tecim beye teşekkürler.

Yolculuğumuz güzel geçti. Gresun’da bir akşam kaldık. Alican Abi bana Veysel hocamla birlikte Gresun kalesini gezdirdi. Karadeniz sahillerine öyle ihtişamlı ve güzel kale yok. Yeni restore edilmiş. Kalenin duvarları muhteşem, yeşilliği güzel. Tam tepe noktasından bir şelâle çağıldıyor. Hakiki mi, suni mi diye merak ettim. Maalesef suni çıktı. Kalenin duvarlarının üzerine çıktık. Oradan Gresun’u bütünüyle bir arada görmek mümkün oldu. Fakat güneşin tam grup vaktinde denizin manzarası son derece cazip ve ihtişamlı idi..

Gresun’da bir akşam kaldık. (8 KASIM Cuma) Çiçeği burnunda milletvekili olan Adem Tatlı’nın kira verdiği evde konakladık. İftarı sahuru orada yaptık. İkramlar güzel ve lezizdi. Yapanların ellerine sağlık… Orada bir delikanlı ile tanıştık: Muhammed Tatlı. İlkokul ikiye veya üçe gidiyor. Boyundan büyük işlerle uğraşıyor. Babası milletvekili olduğu için yoğun olarak siyasetle yatıp kalkıyor. Soruyoruz:

- Baban milletvekili oldu, eğer yanlışlık yaparsa onu kim düzeltecek?

- Tayip Erdoğan düzeltecek.

- Peki Tayip Erdoğan yanlışlık yaparsa kim düzeltecek?

- Onu da ben düzelteceğim, diyor.

Sahurdan hemen sonra Veysel hocanın Skoda Fabia’sına binip Acaristan’a doğru yola koyulduk. Sahilde bir camide sabah namazını cami cemaatiyle birlikte eda ettik. Caminin mimarisi daha önce gördüklerimden hayli farklı idi. Ortalık aydınlandıktan sonra sahilde yolculuk oldukça zevkli ve safalı oldu. Zira hava açık, bir taraf denizin mavisi diğer taraf ise yemyeşil manzaralarla kaplı idi. Saat 08.00’de Sarp sınır kapısına vardık. Gümrükte bir – iki saat vize ve pasaport işleriyle uğraştık. Allah orada bulunan bir polis memurundan razı olsun. “Türk pasaportu olanlar beklemesin”, diyerek bizi haklı haksız sıraya dizilen Rus ve Gürcü kadınları beklemekten kurtardı. Biraz da arabanın işlemleri sürdü.

Gürcistan tarafında Pasaportlara bakan gürcü askerlerden biri Müslüman idi. Üzerinden bir yazılı bir muska çıkardı ve Alican abiye verdi. Baktık “Ayete’l-kürsî” yazılıydı. O asker Veysel hocanın gürcü olduğunu öğrenince soyadını sordu. Bilemeyince: “Eğer siz atalarınızı bilemezseniz dedeniz kabirde ters döner”, yani muzdarip olur, dedi. Anlayanlar güldü, benim gibi gürcüce bilmeyenler de durumu anladıktan sonra güldüler.

Gürcistan sınırına geçtiğimizde bizi iki dostumuz, Adem Şentaste ile Nurcivan hoca karşıladılar. Arabalarını takip ettik. Batum’daki Gençliğe Yardım Fondu ofisine gittik. Adem Bey çalışmalarını oradan yürütüyor. Sağolsun Yunus bey oraya bilgisayar temin etmiş. Bir kısım kitap ve tercüme faaliyetleri devam ediyor. Sami Efendinin Dualar ve Zikirler kitabı ile Osman Topbaş Efendinin Nebiler Silsilesi-4 tercüme ediliyor. Ofisin bir-iki odası var. Adem Beyin Türkiye’deki İlahiyat Fakültelerinde okumak üzere seçtiği 12 talebe Türkçe derslerini  Konya Arap Dili mezunu, okurken bizim evlerimizde kalmış bir hoca nezaretinde orada yapıyorlar. Gençlerle hasbihal ettik. Türkçelerinin gelişmesi lazım. İçlerinden durumları iyi olanlar var. Hiç Türkçe bilmeyenler var. Onlara Türkiye’de İlahiyat bitirmenin zor olduğunu, dolayısıyla çok çalışmaları lazım geldiğini, özellikle Türkçe ve Arapçaya ehemmiyet vermeleri gerektiğini anlatmaya çalıştık. İnşallah bu gençler Türkiye’ye gelecek, güzelce yetişecek ve Gürcistan’da dini çalışmaların önderleri olacaklar. Türkçe seviyelerini ölçmek için bir fıkra anlatacaktım. Anlayıp gülecekler mi, gülmeyecekler mi diye. Fakat fırsat olmadı. Oradan vedalaşıp ayrıldık.

Orta Camii’nin, müftülüğün ve yatılı Kur’an Kursu’nun bulunduğu çok maksatlı külliyeye vardık. Öğlen namazını camide eda ettik; cemaata kavuşamamıştık, kendimiz cemaatle kıldık. Müftü Mahmud Efendi’nin makamına girdik. Selamlaşıp hasbihal etmeye başladık. Hizmetlerin ne durumda olduğunu sorduk. Acara bölgesinde 120 caminin ve bunların da 120 imamının olduğunu söyledi.

- Hocam, dedim imamlarınızı ziyarete gidebiliyor musunuz?

- Nasıl gideyim, gidecek yakıt parasını nereden bulayım? Dedi.

- Peki hocam, onlar sizi ziyarete gelebiliyorlar mı?

- Nasıl gelsinler, yol parasını nereden bulsunlar? Dedi.

- Hocam, anlaşıldı, dedim.

Biraz daha sohbet edip, mütevazı hediyemizi takdim ettikten sonra, hemen yan taraftaki 25 kadar yatılı Kur’an Kursu talebelerinin ders okuduğu sınıfa geçtik. İçlerinde Türkçe bilen sadece bir Azeri talebe vardı. Diğerleri gürcü oldukları için Türkçe hiç bilmiyorlar. Alican Abi ve fakir birer konuşma yaptık. Adem Şensaste de Gürcüce’ye tercüme etti. Çocukların memnuniyetleri yüzlerinden anlaşılabiliyordu. Dersleri Türkçeyi de iyi konuşan Şerif hoca veriyor. Gençlerin hadis derslerine ise Nurcivan Hoca giriyor. Çocuklar burada bir yıl Kur’an-ı Kerim ve dini bilgilerini öğrenmiş oluyorlar.

Adem Hoca bizi Arapların yapıp sonra terk etmek durumunda kaldıkları bir cami ve meşrutasını göstermek üzere bir köye götürdüler. Meşrutayı 20 kişilik ve iki yıllık yatılı okul yapmak istiyorlardı. Bakıldı, biraz merkeze uzak olduğu için uygun görülmedi. Ayrıca Araplar orayı terk edince, o bölgeden hoca geçinen amcanın biri meşrutaya konmuş, caminin imametini de eline geçirmişti. Oraya girmek için onunla da uğraşmak gerekiyordu. Orada abdest aldık, bahsettiğim imamın arkasında cemaatle ikindi namazını kıldık. Caminin önünden bir ırmak akıyordu. Oralar çok tabii ve güzel yerler.

İftarı Adem Beyin evinde yapmak üzere dönerken, sizi “Botanik Bahçesi”ne götürelim, dediler. Olur, dedik. İsmi bahçe olunca, sandık birkaç dönümdür. Meğerse 2500 dönümlük koskoca bir ormanmış. Vardık. Orada her çeşit ağaç var. Ruslar döneminde burada yüzlerce kişi bulunmadık ağaçlar yetiştirmek ve kitabını yazmak suretiyle profesör olmuş. Tepede bir göl vardı. İçinde o güne kadar hiç  görmediğim bitkiler. Güneşin doğuşuyla su üstüne çıkıyorlar, güneşin batışıyla suyun içine gömülüyorlar. Biz de tam güneş batarken orada bulunduk ve güneşle birlikte suya batışlarını izledik. Orada dikkatimi çeken bir başka şey de şu oldu: Bir çınar ağacı derenin üzerine karşıdan karşıya yıkılmış, adeta mükemmel ve orijinal bir köprü halini almıştı. Bundan daha ilginç olanı, yatık halde bulunan çınarın kocaman gövdesinin sağından ve solundan fışkıran filizler 20’şer 30’ar metre boyunca koskocaman birer ağaç olmuşlar. Böylece 20’ye yakın ağaç oluşmuş. İlginç bir manzara!...

Dostların bir kısmı Müftü Mahmut Efendinin Botanik bahçesinin engebeli ve yokuş yollarında yüreğimizi ağzımıza getiren beyaz mersedesinde, bir kısmımız da Nurcivan hocanın kırmızı opelinde iftara Adem Beyin evine kavuştuk. Hergece olduğu gibi o gece de elektrikler erkenden kesilmişti. Adem bey gaz lambalarını yaktı, sofrayı hazırladı. Loş ve romantik bir havada güzel ve leziz Türk usulü yemeklerle  iftarımızı açtık. Adem bey:

- Hocam, dedi, siz geleceksiniz diye hanıma Türkiye yemeklerinden yapmasını söyledim, o da yapmış. Ellerine ve gönlüne sağlık…

Yemek sonrası namazları kıldık, çay içip meyve yerken de muhabbet ettik. Bekir hoca oldukça hoş sohbet biri. Epey yer gezmiş, farklı kültürlerle hemhal olmuş biri. Oralardan bir kısım hatıralar nakletti, bizleri eğlendirip dinlendirdi. Teravih namazına Orta Camiine gittik. Şeref Hoca Gürcüce vaaz veriyordu, cemaat ilgiyle dinliyordu. Teravih namazını Veysel Tatlı Hoca kıldırdı. O gün çok yorulmuştuk. Teravihin son on rekatına neler okunduğunu pek hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey: Alican Abi ile omuz omuza vererek ayakta zor durduğum… Namaz sonrası cemaatle musafaha yaptık, vedalaşıp gecelemek üzere Alican Abi ile ben Adem beyin evine, Veysel hocam da Nurcivan hocanın evine gittik. (9 KASIM Cumartesi) İstirahat ettik, havası güzeldi, sahurumuzu yaptık. Erkenden yola koyulduk. Abdest tazelemek üzere Orta Camiine uğradığımızda, orada Kurs öğrencilerinden biri bankın üzerine sırtüstü uzanmış yatıyordu. Arkadaşı bizi görünce hemen koştu ve yatan delikanlıyı kaldırdı. Oradaki gençleri çok saygılı bulduk.

Namazı kılıp yola koyulduk. Adem bey ve Nurcivan Hoca bizi Acara Gümrüğünden sağ salim Gürcistan tarafına geçirdiler. Oradan Tiflis ve Marluni’ye doğru yola koyulduk. Yol boyu oldukça çok sayıda Gürcistan polisi vardı. Adım başı desem mübalağa olmaz. İki babanın hürmetine sağ salim menzilimize vardık: Veysel baba, Gürcistan devlet başkanı Şuvardnadze baba. Veysel babanın hükmü bittiği yerde, diğer baba devreye giriyordu. O da şu: Veysel Hocanın baba ile çektirdiği fotoğraf. Babanın fotoğrafını gören polisler: Geç baba geç! Diyorlardı.

Elhamdülillah! Sağ salim Tiflis’i (Tıbılısı) geçip Marluni’ye vardık. Marluni, Azerbaycan sınırına 4-5 km yakınlıkta bir yer. Veysel hoca oraya Medreseyi ve Camiyi dikmiş. Cami ibadete açılmış. O gece orada kaldık. İftar ve sahurumuzu orada yaptık. (10 KASIM Pazar) 150 civarında talebe var, Marluni İslam Medresesinde. Burası üç yıllık bir medrese. Tıpkı Hosrov’da ve Aliabad’da olduğu gibi. Medresenin müdürü Hafız Mustafa Düzenli hoca. Hocalar ve Belletmenlerle görüştük, konuştuk. Beraber derslere girdik. Programlara baktık. Gerekli müzakereleri yaptık. Talebelere seminer verdik. Talebelerin çoğu Azeri, Türkçe biliyorlar.

Sınıflar güzel, talebeler güzel. Her sınıftan Kur’an-ı Kerim sadaları yükseliyor, teneffüslerde gençler ezan okuyorlar. Ve bila istisna hepsi çok saygılılar. Araba ile 4-5 saatlik uzak köylerden gelmişler. Hocalar kütüphaneye kitap istiyorlar, gerçekten de kitap ihtiyaçları var. Bir iki dersin ders kitabı eksikti, onları da acilen tedarik etmek gerekiyordu. Sınıfın birinde İstanbul’da bir iki yıl tahsil görmüş, İsmail Ağa’da okumuş talebeler de vardı. Onlarla daha özel ilgilenmek gerekiyordu. Daha başka meseleleri birlikte müzakere ettik. Medreseye manevi bir hava hakimdi. Kur’anlar okunuyor, namazlar cemaatla camide kılınıyor, ihtilattan ve diğer haramlardan uzak duruluyor, bunun bereketi de tabiatıyla gözüküyor.

(11 Kasım Pazartesi) Öğle namazından sonra Marluni’den Azerbaycan’a doğru yola koyulduk. Marluni’li Azeri Yusuf bey pasaport işlemlerimizi yaptırdı, Gürcistan sınırından bizi jet gibi geçirdi. Allah ondan razı olsun. Azerbaycan sınırında da Kazak müftüsü Mikail Efendi karşıladı. Nur yüzlü, endamlı, çok candan ve beyefendi bir insan Mikail hoca. Azerbaycan sınırından da o bizi jet gibi geçirdi. Allah ondan da razı olsun.

Azerbaycan’a girince sanki Türkiye topraklarına girmiş gibi manevi bir hal, gönlümüzde bir genişlik hissettik. Bir müddet Mikail hocayı takip ettik. Sonra vedalaşıp ayrıldık, Ağdaş-Hosrov’a doğru yola koyulduk. İkindi namazını yolun kenarında seccadelerimizi açarak eda ettik. Yolda iftar vakti geldi. Yanımızda tesadüfen bulunan nevalelerle, şeker ve büsküvilerle, Alican ağabeye Sultantepe’de bir komşu kadının verdiği, ama bir-iki gün poşetin içinde kaldığı için üzeri küflenmiş peynirli böreklerle iftar açtık, ama pek güzel bir iftar oldu. Yolda birkaç il geçtik. Mingeçevir’e uğradık. Bir yerde Lokman Helvacı hocayla buluştuk. Veysel hocayı Şeki’ye uğurladık. Biz de Lokman hocayla Hosrov’a ulaştık. Kendi evime gelseydim o kadar sevinemezdim. Oradaki binalar, cami, müdürlük binasındaki kaldığımız yer bana pek mûnis geldi. Geniş, ferah. Valizlerimizi koyduk, abdestlerimizi alıp rahatladık. Yemeğimizi yedik. Bizi karşılayan dostlarla hasbihal ettik. Yatsı ve teravihimizi kıldıktan sonra istirahata çekildik. (11 Kasım Pazartesi)

Sahurdan sonra sabah namazını camide talebelerle birlikte eda ettik. Size şimdi bir “Müellim” hatırası:

Hosrov Medresesi Camii’nden sabah namazını kılıp dışarı çıktığımızda iriyarı şişmanca bir adam Alican ağabeyin yanına geldi, musafaha yaptılar ve son derece muhabbetle kucaklaştılar. Hal hatır soruştular. Bana da hoş geldin, dedi. Hoş bulduk, dedim. Lokman hoca:

- Ömer Abi, bu Nizam Müellim, onbeş ilin sorumlusu, dedi.

Düşündüm, adam hem Müellim (bana göre büyük hoca), hem de onbeş ilin sorumlusu. Herhalde dedim, bizim hizmetlerde üst kademede görevli bir hoca. Adama saygı ve hürmetim arttı. Öyle dikkatli dikkatli bakmaya başladım. Biraz sonra müdür Mehmet Aslan beyin odasına çıktık. Karşılıklı konuşuyoruz. Nizam Müellim, birkaç gün evvel Bakü’de yapılan Dinlerarası Hoşgörü Sempozyumundan bahsetmeye, sempozyuma katılan profesörlerin ilginç görüşlerini aktarmaya başladı. Bu arada Kur’an-ı Kerim’de cihadla, savaşla ilgili ayetlerin bulunmadığından söz edince, benim hafızlık damarlarım kabardı: “Olmaz olur mu, var var!” dedim. Tam saymaya başlayacaktım, sözü Alican Abi aldı. Sağa sola dolaştırdı. Konuşmak için fırsat bekledimse de olmadı. Bu arada Lokman hoca kaşı ile gözü ile bir kısım işaretler yapıyordu. Ben bu işaretleri: Hadi hocam, bastır, göster kendini! Diye anlıyordum. Tam bu sırada biri gelip: Nizam Müellim, münibüs geldi, gidiyoruz, dedi. Meğer mezkür müellim, bizim arkadaşlara birlikte Bakü’ye gitmek için o kadar erken saatte oraya teşrif etmişlerdi. Ben henüz bir şeyin farkında değildim. Adam gidince Alican Abi ile Lokman hoca, bana “Müellim”in Azerbaycan’da ne manaya geldiğini bir güzel anlattılar. Ancak o zaman sohbet sırasındaki manevraların hikmetini çözebildim. İsmini çok duyduğum “KGB” ile ilk yakın temasım orada oldu.

Biraz istirahattan sonra biz de Alican Abi, Lokman Hoca ve fakir birlikte Bakü’ye doğru yola koyulduk. (12 Kasım Salı) Yol boyu muhabbet ettik. 3-4 saatlik yol nasıl bitti farkında olmadım. Yol güzergahında Gökçay’daki Cami’ye uğradık. Bizim İLAM Camii’nin biraz büyütülmüşü idi. Allah emeği geçenlerden razı olsun. Çok enfes olmuş. İbadete açılmış. İnsanlar namaz kılıyor, gündüzleyin kız – erkek yüzlerce talebe okuyor. Caminin kapısında CEYHUN isminde 10 veya 11 yaşlarında bir delikanlıya rastladık. Gençte sanki caminin her şeyinden sorumluymuş edası vardı. Aramızda şöyle bir konuşma geçti. Kendisine:

- Nicesin, dedik.

- Yahşiyem, isterseniz size muellimi ünleyeyim, dedi.

- Sen bize yetersin, dedik. Camide talebeler ders yapıyorlar mı, diye sorduk.

- Yapıyorlar, dedi. 50 tane erkek talebe, 40 civarında da kadın talebe var. Erkekler caminin şu tarafında, kadınlar ise bu tarafında okuyorlar. Birbirlerini hiç görmüyorlar, dedi.

- Peki caminin cemaati nasıl? Namaza gelenler ne kadar?

- Hayli gelen var. Yalnız kadınlar camiye cemaata gelemiyorlar. Onlar için ayrı bir plaken (merdiven) yapılacak. Yapıldığı zaman onlar da gelecekler.

Ceyhun’un konuşmaları, tavrı çok hoşumuza gitti. Hep elleri arkasına bağlı, hafif arkaya doğru yaslanmış bir şekilde ve kendinden emin bir vaziyette konuşuyordu. Alican Abi:

- Ceyhun, gel seni İstanbul’a aparayım (götüreyim)!

- Olur, fakat annem var.

- Anneni de aparalım.

- Bir de kardeşim var. Babam yok ki. Ben gidersem onlara kim bakacak?

- Kardeşini de aparalım!

- O zaman evimizi de satar, hep birlikte gideriz!...

Bu konuşmadan sonra Ceyhun’un yetim olduğunu, küçük yaştan itibaren hayatın çileleri içinde pişerek büyüdüğünü ve kendisini annesine ve kardeşine bakmakla sorumlu bir aile reisi olarak gördüğünü fark ettik. Ceyhun bize oradaki hizmetlerin geleceği ile alakalı olarak çok büyük bir moral verdi. İçimiz bir hoş oldu ve gözlerimiz doldu. Elimizde bulunan şeylerden maddi kıymeti az ama manevi kıymeti fazla bir kısım hediyeler takdim ettik Ceyhun’a ve vedalaşarak Gökçay’dan Bakü’ye doğru yola koyulduk.

Alican Abi, Lokman Abi ve fakir Bakü’ye kadar yol boyu muhabbet ettik, Türkiye ile ilgili, Azerbaycan’la ilgili eski hatıraları yad ettik. Bakü’ye yaklaştığımız zaman oldukça sert rüzgarlar esmeye başladı. Nerdeyse arabayı uçuracak gibiydi. Bakü’de de o şekilde idi. Hatta daha fazla. Alican Abi:

- Ömer Abi, dedi, Bakü’nün rüzgarı böyledir. Hep eser, sert eser.

Alican Abi’nin Bakü’deyken kaldığı evinin önünden geçerek oradaki hizmet merkezimiz Gençliğe Yardım Fondu’na geldik. Nedim Kaya Bey ve ekibiyle buluştuk. Hoşbeşten sonra Nedim Bey bize bizzat kendileri hizmet binaımızı gezdirdi. Binada inşaat ve tamir işleri devam ediyordu. Tamirat bir aya kadar bitecekti. Çok fonksiyonlu bir bina. Bir tarafta Gençliğe Yardım Fondu, diğer tarafta Avrasya Şubesi. İlk katta Mescid ve Kütüphane. Üst katta modern usule göre yapılmış çok amaçlı 300 kişilik geniş bir konferans ve toplantı salonu ve yemekhane. Bürolar, misafirhaneve 50 kişilik yurt. Allah hayırlı mübarek etsin. Eski bina olduğu için tabii olarak tamirine biraz masraf etmek gerekmiş. Nedim Abi şöyle anlattı:

- Bu işe bir kez başladık. Tahmin etmediğimiz masraflar çıkıyor. Bazen çok sıkıştığımız oluyor. Sıkıştığımız zaman muhakkak Osman Hocamız arar. Geçenlerde yine öyle bir krize girdik. Para kalmadı. İyice sıkıştık. Acaba Hocamızı arasam mı diye düşündüm. Fakat aramadım. Bugüne kadar sıkıştığım zaman Hocamız hep aradı, muhakkak yine arar, dedim. Aradan birkaç saat geçmeden aradılar:

- Kuzum ne var ne yok, havadisler nasıl, dediler. Sıkışık mısınız, para ihtiyacınız var mı? diye sordular. Biz de talebimizi dile getirdik. Böylece sıkıntımız zail oldu.

Gençliğe Yardım Fondu, Azerbaycan’daki bütün hizmetlerin organizesini ve koordinesini yapıyor. Merkez bina oldukça işlek. Bizim ilgilendiğimiz ve burs verdiğimiz talebelerin bir kısmı zaten orada kalıyorlar. Diğerleri de gelip gidiyorlar. Kütüphanede çalışıyorlar. Orada teşkil edilen Arapça, İngilizce ve diğer İslâmî ders halkalarına iştirak ediyorlar. Çok yoğun bir ilgi var. Oldukça büyük bir potansiyel var. Bu bakımdan Nedim Abi:

- Burada merkez binaya yakın bir yerde şöyle 200 kişilik bir yurt yapma niyetim var, diyorlardı. İnşallah olur. Çünkü ihtiyaç var.

Hemen oraya teşrif eden dostlarla görüştük, musafaha yaptık. Bunlardan İstanbul’a gelenlerle zaten tanışıyorduk. Diğerleriyle de tanışıp kısa sürede kaynaştık. İnsan dostlarla karşılaştığı zaman duyduğu huzuru ve mutluluğu başka hiçbir şeyde bulamıyor. Zahiren en uzak, en kurak, en kıraç yerler dostlarla güzel oluyor. Yine zahiren en mutena ve şaşaalı gibi görünen yerler dost olmadan bir güzellik ızhar etmiyor. Allah Teala bizi dostlardan ayırmasın. Dostlarımızı ve dostluklarımızı artırsın. Amin!

İkindi sonrası Alican Abi ve Lokman Abi özel görüşmeler yaparlarken bizi de (Ali Namlı Abi, Sedat Abi, Refik Abi ve Fakir) Salman Müellim Cuguli’siyle Bakü’nün mühim yerlerini gezdirdi. Gezdirirken anlattı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Petrol çıkan yerleri, Hazar denizi sahillerini gösterdi. Camiler, sanat merkezleri, alıveriş merkezleri, hükümet konağı, bakanlıklar vs. Salman Abi anlatırken, şurası şu bale salonu, şurası şu oyun salonu, şurası şu bar falan değince, fakir ufacık bir ilişme arzusuyla:

- Abi bırakın şu melanet yuvalarını, her taraf onlarla dolu sözünü sarfedince, Salman müellim, bunun bir kültür zenginliği olduğunu, bu tür şeyleri dışlamamak gerektiğini ifadeyle Azerbaycan’ın ve Bakü’nün namusunu kurtardı.Biz de sukût buyurduk. Çünkü henüz adamın arabasında bulunuyorduk. Biraz gezip döndük.

O akşam Nedim Beyin iftar davetlisi idik. Yakında büyük bir otelin salonu kiralanmıştı. Davetlilerin sayısı da 250 civarında idi. Bu davetliler rastgele davetli değildi. Bunlar Azerbaycan’ın istikbalini inşa eden, ilmik ilmik ören, parça parça dokuyan, Azerbaycan gençliğini zihinlerini ve kalplerini İslam kıvamında ihya etmek için gece-gündüz delicesine çalışan genç, dinamik muallimler ve tebliğciler ordusuydu. Salon tıklım tıklım doluydu. Hepimiz çok heyecanlanmıştık. Orada tolanan grupla çok yakın alakalarımız, bağlarımız, muhabbetlerimiz vardı. Bunların bir kısmı Türkiye’den diğer bir kısmı da Azerbaycan’dan dostlarımızdı. Herkes birbirine muhabbetle bakıyor, birbirini sevgiyle kucaklıyordu. Bir taraftan da iftar vakti yaklaşıyordu. Bu sırada genç, dinamik, karizmatik başkan, siyah saçlı sırma bıyıklı genç Nedim Kaya bey kürsüye geldi. Konuşmalar kesildi, bütün dikkatle ona yöneldi.

Nedim Bey kısa, veciz fakat oldukça anlamlı, heyecan ve coşkulu bir selamlama konuşması yaptı. Hepimiz çok duygulandık, duygu yüklü anlar yaşadık. Gözleri yaşaranlar hatta ağlayanlar oldu. On yıllık hizmet süresince grup grup bu nevi toplantılar yapılmıştı, ama bu kadar kalabalık ve her vazifelinin katıldığı yekpare bir toplantı yapılmamıştı. Onun da verdiği bir heyecan vardı. Yeni bir dini yapılanmanın olduğu, bütün İranlıların, Arapların sınırdışı edildiği bir dönemde bütün müesseseleriyle hizmetlerimizin devam ediyor olması Rabbimizin en büyük lutfu idi. Nedim bey bu hamd, şükür ve teşekkür cümleleriyle sözünü tamamladı. Sonra Alican Abi çok canlı, veciz, anlamlı, makama uygun, örneklerle süslü, karakter üzerine vurgu yapan, Refik müellimin ifadesiyle felsefik (güzel anlamında) bir konuşma yaptı. Grubun heyecanı iyice arttı. Kemal, zevalın arkadışıdır. Bu kez heyecanın düşmesi gerekiyordu. Ondan sonraki konuşmalar özellikle “Müellim” konuşmaları heyecanı epey düşürdü. Bu kez tansiyonun normale dönüşmesi gerekiyordu. Fakir bitiş konuşmasıyla bunu sağlamaya çalıştım. Yemekler Türk usulü yapılmıştı. Afiyetle yedik, Rabbimize şükür ve hamdimizi yaptık. Akşam namazını, iftar ettiğimiz hotelin hemen yanıbaşında bulunan ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yaptırılan Şehitlik Camii’nde eda ettik. Güzel, mûnis bir câmii. Oradan GYF’ye uğradık. Görüşmeler devam etti. Teravih yaklaştı. Önce Veysel Tatlı hocamızın bize GYF mescidinde teravihi kıldırmasını talep ettik. Olumlu cevap aldık. Fakat daha sonra karar değişti. Nedim Abi:

- Dün teravihe Şehitlik camiine gittik, çok güzel oldu. İsteseniz bu gün de gidelim.

- Olur, dedik.

- Peki ne zaman çıkalım?

- Biraz sonra çıkarız.

Çıktık, namaza kavuştuk, Elhamdulillâh. Veysel Hoca ile fakir Allah’ın izniyle teravihin 6 (altı) rekatına; kalanlarımız ise ancak zar zor 4 (dört) rekatına kavuşabildik. Allah Kabul etsin. Fakat biz, ancak o zaman teravihe Şehitler Camii’ne iştiyakla gidişimizin sırrını çözebildik. Namazdan döndük, sağolsun Nedim beyin özel yaptırdığı Kadayıf baklavasından yedik, çay içtik. Sonra gecelemek üzere Nedim Beyin Devlethanesine gittik.(12 Kasım Salı)

Biraz muhabbet ettik. Biraz olduğu için sahura kadar sürdü. Sahuru bir türk lokantasında “Özel Kelle Paça” ile yaptık. Yiyenler yedi, yemeyenler seyretti. Çünkü alternatif yoktu. O arada Nedim Bey ve Veysel Hoca gecenin o bereketli vaktinde epey iş görüşmeleri yaptılar. Azerbaycan, Gürcistan, Kırgızistan ve Moskova inşaat-yapı işleri. Eve döndük, biraz istirahat… Sabah 09.00 sularında Hosrov yolunu tuttuk: Alican Abi, Lokman Abi ve Fakir. Yolda bol bol sohbet, hatıralar. Alican Abi bize, İstanbul’da hocamızın sohbetlerinden aldığı notları nakletti. O sözlerin hakikatiyle Şamahı’nın tepelerinde buluştuk. Dönüşte hava biraz yağmurlu idi. Yavaş gittik. Unutmadan şunu da söyleyeyim: Biz Alican Abi ile birlikte Güneşle anlaştık. Nere gidersek bizimle beraber olacaksın. Çünkü üzerimize kışlık hiçbir şey almamıştık. Sağolsun bizi kırmadılar, lutuf buyurdular. İstanbul’dan başlayıp tekrar İstanbul’a dönünceye kadar % 90 hep güneşli oldu.

Hosrov’a vardık. Alican Abi ve Lokman Abi gelen misafirlerle alakadar oldular. Fakir hocalarla, talebelerle muhabbet etmeye çalıştım. Sağolsun müdür Mehmet Aslan bey beni o gün hiç yalnız bıakmadı. Müessese hakkında, programlar hakkında bilgi verdi. Gezdirdi. Akşam oldu, iftar yaptık. Teravih kıldık. Teravih sonrası fakir, gençlere Kur’an-ı Kerim hakkında bir seminer verdim. Gençler bir taraftan oruç, bir taraftan dersler, üstüne akşam yemeği ve teravih namazı epey yorulmuşlardı. Fakirin seminerinde güzel bir uyku çektiler. Ben de uyumak üzereydim ki, bereket Alican Abi sözü aldı ve bizi uyandırıcı kısa ve canlı bir sohbet buyurdu. Fakir “Kur’an nûrundan”, Alican Abi de “Nübüvvet nurundan” bahsetti. İstirahata çekildik. (13 Kasım Çarşamba)

Sabah bizleri ciddi bir mesai bekliyordu. Sabah oldu, namazlarımızı kıldık, kısa bir istirahattan sonra Alican Abi ve Lokman Abi misafirlerle meşgul olmaya başladılar.Fakir de hocalarımızla birlikte, Müdür Mehmet Aslan beyin yaptığı plan çerçevesinde ve onunla beraber derslere girmeye çalıştım. O gün akşam nasıl oldu hiç anlamadım. Talebelerle beraber, hocalarımızla beraber o ders, bu ders derken, aman Allah’ım birden akşam olmuş. Ama doyamadım. Her bir dersten ayrı bir feyz ve zevk aldım. O hocaların talebesi olmak isterdim. Talebeler güzel, sonraları seçerek alma imkanı olmuş. Hocalar güzel. Oldukça güzel, bir manevi iklim, Kur’an iklimi!...

O akşam (14 Kasım Perşembe) iftara Şeki’ye gidecektik. İşimiz bitmedi. Eğer her işe hakkıyla zaman ayırmak gerekirse, değil bir-iki gün haftalar tahsis edilse yetmez. İftarı ayaküstü Hosrov Medresesi Camii’nin kapı meydanında açtın. Bir hocamız hurma verdi. Altay hocamızın getirdiği tatlıyı ise yol boyu yedik. Altay Hoca başka bir insan!.. Çok seviliyor. Tam bir hizmet eri. Ona ve onun gibilere dua ediyorum. Allahımız böylelerinin sayılarını artırsın da artırsın. Epey insan getirmişti sorumlu olduğu bölgeden. Hepsi Altay Hoca’yı çok ama çok seviyorlardı. Ayet ne buyuruyor: “Sizden, sevgi ve muhabbetten başka bir ücret istemiyorum…” (Şûrâ)

İftara Altay Hoca’nın köyü Kabela’da Söhreb Dayı’nın evine gidecekmişiz. Kabela, Şeki yolu üzerinde şirin bir bölge. Ben bunu manen hissettim. Çünkü gece karanlıkta geçtiğimiz yerleri görmek mümkün olmuyordu. Gittik, bir evin bahçesine girdik, bizi elli yaşlarında bir dayı karşıladı, hepimizi kucakladı. Fakat o kucaklayışta bambaşka bir sıcaklık vardı. Azerbaycan’a başka hiçbir sebeple değil sadece Söhreb dayıyı görmek için gitseydim bana yeterdi. O insan beni çok etkiledi. Gözlerine tam olarak bakamadım. Fakat ilâhî aşk her tarafından âdeta sızıyordu. Sofrası da çok mûtena, çok güzel, çok feyizli idi. Yemekleri lezizdi. Fakat maneviyatı apayrı. Emeği geçenlere cân ü gönülden teşekkür… Bazı şeylerden bahsetti Söhreb dayı. Kainatın işleyişinden ve biraz da kaderden. Sonra:

- Osman Hocamız bana, bildiğim şeyleri konuşmamamı, susmamı söyledi, dedi ve sustu.

Söhreb dayıdan ayrılmak bana zor geldi. O insanı Allah için çok sevdim. Ayrıldık. Şeki’ye doğru yola koyulduk. Altay Hoca ve ekibi biz yol ayrımına kadar uğurladılar, sağolsunlar. Yolda hep muhabbet ettik. Keşke Adem Abi de yanımızda olsa dedik. Onu da hayırla yad ettik. Telefon ettik. Şeki’ye vardık. Aican Abi ve Lokman Hoca Veysel hoca’da, fakir de Ramazan Çelik beyefendide misafir oldum. (14 Kasım Perşembe)

Sabah namazı Şeki Medresesi Camiinde kıldık. Ayak üstü biraz hasbihal. Fatih Hıca ve Ali Hoca ile. Sonra biraz istirahat.

Yorumlar (0)
15
açık
Namaz Vakti 25 Nisan 2024
İmsak 04:27
Güneş 06:03
Öğle 13:07
İkindi 16:55
Akşam 20:01
Yatsı 21:31
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 33 90
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 33 41
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Hatayspor 33 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. Liverpool 34 74
3. M.City 32 73
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. M. United 33 53
7. Newcastle 33 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Bournemouth 34 45
11. Brighton 32 44
12. Wolves 34 43
13. Fulham 34 42
14. Crystal Palace 34 39
15. Brentford 34 35
16. Everton 34 33
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 34 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 32 81
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 32 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14
Günün Karikatürü Tümü