Basret Köyü ve Basret Dergâhı Şeyhleri
Basret köyünde ilk medrese ve dergâhın kuruluşu, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerinden Şeyh Hâlid-i Cezerî ve kendisinden sonra postnişîn olan damadı Şeyh Salih-i Sıpkî ile olmuştur.
Basret Köyü, Şırnak il sınırları içinde bulunun Gabar Dağı’nın üzerinde ve batı yakasındadır. Köyün yerleşim alanında Basret dergâhı şeyhlerinden Şeyh Hüseyin Basretî tarafından bir değişiklik yapılmış ve köyün içinden geçen küçük çayın Hacıaliye Aşireti’nde kalan kısım Eski Basret, Derşev Aşireti kısmında kalan alan yeni yerleşim alanı ise önceleri yeni Basret daha sonraları ise sadece Basret olarak anılmaya başlanmıştır. Günümüzde köyün ismi İnceler olarak değişmiş olup, bölgede yaşanan sosyal olaylar nedeniyle 1994 yılında boşaltılmış ve halen iskâna kapalı durumdadır.[1]
Basret köyünde ilk medrese ve dergâhın kuruluşu, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerinden Şeyh Hâlid-i Cezerî ve kendisinden sonra postnişîn olan damadı Şeyh Salih-i Sıpkî ile olmuştur. Zaman içerisinde Basret köyü, bölgenin en önemli ilim ve irşâd merkezlerinden biri olmuş ve bu dergâhta yetişenlerin ilmî ve tasavvufî yetkinlikleri, köyün tanınmasına ve ilim taliplerinin ilgi odağı hâline gelmesine vesile olmuş, köyde bu hizmetleri yürüten aile “Basret Şeyhleri” diye anılır hâle gelmiştir.[2][3] Köyde medrese ve dergâhın kuruluşundan bu yana Basret’e bağlı dergâhlarla birlikte Şırnak, Cizre, Siirt, Bitlis, Mardin, Şanlıurfa, Batman ve Diyarbakır Gaziantep ile kuzeydoğu Suriye bölgesinde hâlen saygı ve hürmetle anılmaya devam etmektedir.
Basret köyünde Şeyh Hâlid-i Cezerî tarafından inşâ edilen bir büyük câmi, buna bağlı medrese ve dergâha fazla uzak olmayan bir nokta da “İbrahim b. Ethem Mağarası” denilen bir mağara bulunmaktaydı. Dergâhta mânevî eğitim alan müridler, itikaf ve bir kısım zikir ve riyâzet eğitimlerini burada sürdürürlerdi.[4]
Basret Dergâhı her ne kadar Şeyh Hâlid-i Cezerî tarafından kurulmuş olsa da özellikle kendisinden sonra dergâhın postnişîni olan Şeyh Sâlih-i Sıpkî’nin meşîhat döneminde Doğu ve Güneydoğu bölgesinde daha fazla tanınmıştır.[5] Bu tanınma aslında bölgede Nakşbendiyye tarîkatının tanınması ve yayılması anlamına gelmektedir.
Şeyh Hâlid-i Cezerî, Şeyh Salih-i Sıpkî, Şeyh Hâlid-i Zibârî’nin mezarları ve türbeleri Basret köyündedir.
Basret Dergâhı’nda fiili olarak meşîhat üstlenen şeyhler ve görev süreleri şu şekildedir:
1. Şeyh Hâlid-i Cezerî
Makalenin konusu olan Şeyh Hâlid-i Cezerî, dergâhın kurucusu olup yaklaşık 20 yıl kadar meşîhatta kalmıştır. 1839 tarihinde Basret’te vefât etmiş ve mezarı Eski Basret’tedir.
2. Şeyh Sâlih-i Sıbkî
Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin halîfelerinden olup dergâh onun zamanında daha fazla tanınmıştır. 1852 yılında Basret’te vefât etmiş ve 14 yıl meşîhat hizmetini yürütmüştür. Mezarı Eski Basret’tedir.
3. Şeyh Esad Hinukî
Şeyh Sâlih-i Sıbkî’den sonra meşîhatı üstlenmiş ancak sağlığının elvermemesi nedeniyle Basret köyünden ayrılarak Basret Dergâhı şeyhliğini bırakmıştır. Kısa süreli hizmeti ve kendisinden sonra şeyhliği üstlenen Muhammed Aynî’nin bir önceki şeyh olan Şeyh Sâlih-i Sıbkî’nin halifelerinden olması nedeniyle bazı silsilelerde onun ismi zikredilmemektedir. Meşîhat süresi tam olarak belli değildir.
4. Şeyh Muhammed Aynî (ö. 1859)
Siirt iline bağlı Eruh ilçesinin Bağgözü (Ayne) köyünde doğan Şeyh Muhammed Aynî, bölge geleneğinde her caminin bir medrese ve her imamın bir müderris olması nedeniyle ilk tahsiline kendi köyünde başlamış ve medrese derslerini Şerh-i Şemsiyye’ye kadar okumuştur. Daha sonra dönemin ilim ve irfan merkezleri arasında en çok tanınanlarından biri olan Basret’e gelerek Şeyh Sâlih-i Sıpkî başta olmak üzere medresede görev yapan yardımcı müderrislerin yanında ders okumaya devam etmiştir. Bu sırada Şeyh Salih-i Sıpkî’den mânevî derse başlayarak seyr u sülûkunu tamamlayıp icâzet almıştır. İcâzet aldıktan sonra şeyhinin isteği ile bir hafta kendi köyü olan Ayne’de bir hafta Basret’te hizmetlerine devam etmiştir.
Anlaşıldığı kadarıyla Şeyh Sâlih-i Sıpkî onu bir yandan irşâd hizmetlerine alıştırırken diğer yandan Basret medrese ve dergâhından uzak tutmayarak sonrası için hazırlamıştır. Şeyhinin vefâtından sonra Basret Dergâhı’nın şeyhliğini üstlenen Şeyh Esad Hinukî’nin rahatsızlığı nedeniyle kısa süre sonra Basret’ten ayrılmasıyla Şeyh Muhammed Aynî dergâhın dördüncü postnişîni olmuştur. 1859 yılında yüz yaşını aşkın iken vefât etmiştir.[6] Meşihatı 1852-1859 yılları arasında yedi yıl sürmüştür. Vasiyeti gereği vefâtından sonra memleketi olan Siirt iline bağlı Eruh ilçesinin Ayne (Bağgözü) defnedilmiş ve mezarının üzerine türbe yapılmıştır.[7]
5. Şeyh Hâlid-i Zibârî (ö. 1863)
Şeyh Muhammed Aynî’nin halifelerinden olan Hâlid-i Zibârî, ilk tahsiline babasının yanında Kur’an ve Kıraat eğitimi alarak başladı. Ardından bölge medreselerinde belli sürelerle okuduktan sonra Tanzeh Medresesine devam etti. Burada Sıbğatullah Arvâsî’nin Minah isimli eserinin şerhi Şerh-i Remli’yi okudu. Ardından Siirt’e geçerek o dönemde Siirt’in en büyük âlimlerinden biri olan Halil-i Siirdî’nin medresesine giderek onun yanında tahsiline devam etti. Mütaakiben Molla Mustafa’nın yanında okudu ve ondan icâzet aldı. İcâzet aldıktan sonra Raşine[8] köyüne giderek orada amcası Molla Abdusselam ve Şeyh Muhammed Aynî’nin derslerine katıldı. Daha sonrada onun yanında sülûkunu tamamlayarak icâzet aldı.
Şeyhi Muhammed Aynî’den sonra Basret Dergâhı’nın şeyhliğini üstlenen Şeyh Hâlid-i Zibârî 1863 yılında Basret köyünde vefât etti ve Basret Camii’nin haziresine defnedildi. Meşihatı dört yıl sürdü.
Üç büyük halife yetiştirmiştir. Bunlar Şeyh Hüseyin Basretî, Şeyh Muhammed Hâlid ve Şeyh Ömer Zengânî’dir. Kendisinden sonra Basret Dergâhı’nda irşâd hizmetlerini halifesi Şeyh Ömer Zengânî sonra da Şeyh Hüseyin Basretî yürütmüştür.[9]
6. Şeyh Ömer Zengânî (ö. 1889-1890)
Şeyh Ömer Zengânî, Şeyh Hâlid-i Zibârî’nin halîfelerindendir. Ailesi, aslen Mardin iline bağlı Dargeçit (Kerboran) ilçesinin Kureyşâ[10] mezraasındandır. Arabiye Aşiretine bağlı olan Kureyşâ Köyü, bölgede “Pikureyş” (Pîr-i Kureyş) olarak bilinen, Zengânî’nin dedelerinden seyyid bir zatın yerleşim yeridir. Ömer Zengânî (ö. 1890) bu köyde doğdu.
Şeyh Ömer Zengânî’nin babası Mustafa Efendi, dedesi Hamid Efendi’dir. Annesi ise ilim sahibi hafız Hacer Hatun’dur. Ömer Zengânî küçük yaşta babasını kaybetti, annesi de başka bir evlilik yapınca yalnız kaldı. Bunun üzerine bölgenin en yaygın geleneklerinin başında gelen medrese tedrisatı için Gerza aşiretinin bir köyünde medrese eğitimine gönderildi. Tedrise gittiği yıllarda köyü Kereyşâ’da yaşanan Kolera salgını nedeniyle toplu ölümler yaşandı ve ailesinden neredeyse kimse kalmadı. Kendisi de anneannesi Asiyye ve teyzesi Ayşe’nin yaşadığı Zengan (Karabayır)[11] köyüne giderek teyzesinin himayesinde yaşamaya başladı. Bir süre Zengan köyünde bulunan camide fakı[12] olarak derslere devam etti. Ancak bu sırada kendisinde görülen kabiliyet ve özel haller nedeniyle daha iyi bir eğitim alması için hocası ve teyzesi tarafından, Basret köyünde bulunan Nakşbendiyye şeyhi ve büyük bir müderris olan Şeyh Hâlid-i Zibârî’nin yanına gönderildi. Bu tarihten sonra Ömer Zengânî Basret’te yaşamaya başladı. Burada bir yandan medrese eğitimi alırken aynı zamanda tasavvufî eğitime da başladı. Ömer Zengânî, Basret medresesinde Molla Câmi’yi bitirip mantık ilmine giriş olarak kabul edilen Muğni’t-tullâb eserine başlayanlara isim olarak verilen “Talip” seviyesine kadar geldi. Şeyh Hâlid-i Zibârî kendisine büyük değer verdi ve onun eğitimi konusunda ihtimam gösterdi. Hatta aileden bir birey gibi görmeye başladı ve bunun resmileşmesi için onu halifelerinden Şeyh Reşid-i Derşevî’nin kızlarından Halime Hatun ile evlendirdi. Diğer kızı Safiye ile de kendi oğlu Hüseyin’i evlendirdi.[13] Bu evlilikten önce, Ömer Zengânî’nin kayınbabası olan Şeyh Reşid-i Derşevî[14] Hac ziyaretine gitmiş ve orada vefât etmişti. Gitmeden önce de Hâlid-i Zibarî’yi çocuklarının vâsisi olarak tâyin etmişti. Bu yüzden Hâlid-i Zibârî, Ömer Zengânî’yi vâsisi bulunduğu Halima Hatunla evlendirirken üzerindeki sorumluluğu da şöyle hatırlattı “Ömer! Şeyh Reşid’in kızının mehri, yetim kalmış olan kardeşleri Abdulhakim ve Muhammed Nûrî’yi okutmandır.”[15]
Hâlid-i Zibarî, bu vazife ile birlikte Ömer Zengânî’yi vefât etmiş olan kayınbabasının medrese ve dergâh hizmetlerini yürüttüğü Hoser (Düzova) köyüne, hem müderris hem de tasavvufî hilâfet ile gönderdi.49
Ömer Zengânî’nin hocası ve şeyhi Şeyh Hâlid-i Zibârî, 1863 yılında irşâd için gelmiş olduğu Cizre’de vefât etti ve şeyhinin şeyhi Şeyh Salih-i Sıpkî ve Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerinden Şeyh Hâlid-i Cezerî’nin de medfun bulunduğu Basret’te bölgeden birçok âlim ve şeyhin katılımıyla defnedildi. Vefâtından önce etrafına toplanmış olan müridân ve muhibbânının huzurunda
“Ey Şeyh Ömer! Oğlum Hüseyin’e senin ona tüm ilmini okutup büyüyünceye kadarki sürede dergâh ve medreseyi sana emanet ediyorum.”[16]
diyerek çocuğu Hüseyin’i ona emanet ederken aynı zamanda medresenin baş müderrisliğini ve kendisinden sonra şeyhlik vazifesini tevdi etti. Bunun üzerine Ömer Zengânî, Hoser (Düzova)’daki medreseyi bırakarak talebelik yaptığı Basret Medrese ve Dergâhının başına geçti.
Ömer Zengânî, hocasının vasiyetine büyük bir titizlikle riayet etmiş hem müderrislik hem de şeyhlik vazifesini kâmilen yerine getirmiştir. Hocasının oğlu Hüseyin’in derslerini bizzat kendisi vererek hocasına karşı vefâ ve vicdani sorumluluğunu da yerine getirmiştir. Bu süreçte medreseyi büyüterek Fındık köyünden Abdulkādir-i Geylânî hazretlerinin torunlarından Seyyid Hasan-i Fındıkî (Erzen) ve Molla Said-i Berreşî gibi birçok âlim zatı yetiştirmiştir.
Hocası Şeyh Hâlid-i Zibârî’nin oğlu Hüseyin’e medrese icâzeti verdi. Hüseyin’e babası tarafından vefâtından önce yaşı küçük olmasına rağmen hilâfet verilmişti. İşte Ömer Zengânî, Hâlid-i Zibârî’nin vasiyeti üzerine Hüseyin’in hem medrese hem de tasavvufî icâzetini göz önünde bulundurarak Basret Dergâhı ve medresesini ona bırakarak yedi yıl hizmetinin ardından tekrar Hoser Medresesi’ne döndü. Ancak silsilede yer alan Şeyh Sâlih-i Sıbkî’nin oğlu Yahya, Basret Dergâhı ve medresesinin Hüseyin’e devredilmesine itiraz etti.51 Bunun üzerine Ömer Zengânî ertesi gün tekrar Basret köyüne dönerek şeyhinin vasiyetini hatırlattı52 ve sorunu çözdü.[17] Ardından tekrar Hoser köyüne döndü. Burada da Molla Abdurrahman-ı Hoserî[18] ve medreselerde istiare ilminde kaynak kitap olarak okutulan Sutûr kitabının yazarı ve aynı zamanda kayınbiraderi Abdulhakim-i Derşevî gibi âlimleri yetiştirdi.
Basret Dergâhı’na Şam’dan verilen icâzetle birlikte Ömer Zengânî’ye de güveni tazeleyen bir icâzet daha verildi. Böylece Ömer Zengânî hem şeyhi Hâlid-i Zibârî hem de Şam’daki Hâlidî dergâhından çift tarîkat icâzeti aldı.
O dönemde Aliyan Aşiretinin Badiyan köyünde ikamet eden Şeyh Yahya, kendisinin Basret Dergâhı ve Medresesinin başına geçmesinin daha uygun olacağını söyleyerek itiraz etmesi üzerine, Ömer Zengânî bu durumun Şeyh Hâlid-i Zibârî’nin vasiyeti olduğunu söyleyerek sorunu çözmüşse de bazılarının kafasında bir tereddüt oluşmuştur. Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 17.
Basret köyünde yaptığı konuşma şu şekildedir: “Şeyh Hâlid ez-Zibarî Hazretleri hayattayken oğlu Şeyh Hüseyin Hazretlerine, tarîkat icâzetini vermek suretiyle tarîkat hilafetini vermiştir. Geçen bu uzun süre zarfında medrese eğitim sürecinden geçerek ilimde çok yüksek bir seviyeye ulaştığını ve ilim icâzetini bizzat kendim verdim. Bundan dolayı postnişinliğine engel bir durum olmamakla beraber bunun için gerekli iki şart olan ilim ve tarîkat icâzetlerinin mevcut olduğunu, dolayısıyla mutlaka onun postnişin olmasının gerekir.” Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 18.
Hoser köyünde hizmetlerine devam eden Ömer Zengânî’ye çok büyük bir teveccüh oldu. Botan[19] ve Tor[20] bölgesinden çok sayıda talebesi ve müridi oldu. Ancak özellikle Cizre’den gelen müridlerinin fazlalığı sebebiyle, Cizre eşrafından Seyyid Hacı Hafız Efendi onu Cizre’ye davet ederek onu kendi evinin yakınlarında bir eve yerleştirdi. Artık Ömer Zengânî’nin ailesi kayınbiraderleri Derşevî’lerle birlikte Cizre’de yaşamaya başlarlar ve Cizre’de medrese ve tasavvufî hizmetlerini yürütürler.
Şeyh Ömer Zengânî 1889-1890 yılında Hac ziyareti yapmak arzusuyla sevenlerinden Ensârî ailesinin büyüğü olan Muhyiddin Ensarî, Şeyh Yahya-ı Mızurî’nin torunlarından Şeyh Yahya başta olmak üzere birçok muhip ve müridiyle birlikte hazırlıklara başlar. Eşi Halime Hatun’a bir vasiyet[21] yazarak verir ve oğullarını emanet eder. Ardından medrese ve dergâh hizmetleri konusunda kayınbiraderi Molla Abdulhakîm-i Derşevî’ye emanet ederek yola çıkar. Bu sırada Ömer Zengânî’nin üç çocuğu vardır. Bunlar Muhyiddîn, Sirâcuddîn ve Âmine’dir. Hac yolculuğuna çıkıldıktan beşaltı ay sonra 1990 yılında Muhammed Said dünyaya gelmiştir.
Ömer Zengânî, Hac yolculuğunu tamamladıktan sonra dönüş yolunda Cidde’de 1889-1890 yılında vefat eder ve orada defnedilir. Haber Cizre’ye ulaştıktan sonra taziye için gelen Ömer Zengânî’nin talebesi Şeyh Hüseyin Basretî altı aylık bir bebek olan Muhammed Said’i sever ve ona dua ederek; “Bu yavru benim seydâmın oğludur ve bu çocuk inşallah seyda olacaktır.”[22] der.
İşte o günden sonra Muhammed Said’e herkes “Seyda”[23] demeye başlar ve doğu üniversitelerinin bu ilmi unvanı, onun ismi hâline gelir.
Ömer Zengânî’nin eşi Halime Hatun da kendisi gibi seyyid nesep bir ailedendir.[24] Ömer Zengânî, Halime Hatun ile evlenmesiyle yalnız bir şeyh efendinin damadı olmamış, aynı zamanda Gabar Dağı’nın zirvesinde bulunan Derşev (Alkemer) köyünde yaşayan ilim ve irfan ehli, bölge halkının büyük saygı göstermiş olduğu Derşevî ailesi[25] ile çok yakın hatta iç içe denebilecek bir birlikteliği kurmuştur. Bu tarihten sonra Şeyh Ömer Zengânî’nin çocukları ile Derşevî ailesinin fertleri medrese ve tasavvufî hizmetleri birlikte yürütmüş, birbirlerinin yetiştirilmesine katkı sağlamış hatta tek aile gibi olmuşlardır.[26]
7. Şeyh Hüseyin Basretî (ö. 1914)
Şeyh Hâlid-i Zibârî’nin oğlu olan Şeyh Hüseyin Basretî 1857 yılında Basret’te doğdu. Babasının yanında bir süre okuduktan sonra onun halifesi Ömer Zengânî’ye tahsilini devam ettirmesi için emanet edildi. Onun yanında sarf, nahiv, mantık, beyan, fıkıh, tefsir, hadis başta olmak üzere medrese derslerini tamamladı. Bir kısım dersler okumak için Molla Abdülhamid Râşinî’nin yanında da bulundu.
Şeyh Hüseyin Basretî, takriben 1875 yılında irşâd için görevlendirildikten sonra Basret’te hizmetlerine devam ederken 1901 yılında bir süreliğine Diyarbakır’a oradan da Halep üzerinden Şam’a gitti. 1913 yılında tekrar döndü ve irşâd hizmetleri esnasında 1914 yılında vefât etti. Mezarı Hâlidiye[27] köyündedir.
Şeyh Hüseyin Basretî, merkez dergâh olan Basret Dergâhı’nda meşihatını tamamlayan son şeyhtir. Kendisinde oğlu Şeyh Celaladdin üstlenmiş ise de 1926 yılında dergâhın fiili olarak kapatılması ile önce Hâlidiye köyüne bilahare Siirt merkeze taşınmıştır. Şeyh Celaleddin Basretî’den sonra oğlu Şeyh Muhyiddîn Basretî, ondan sonra da oğlu Şeyh Bahauddîn Basretî (Oran) Siirt’te irşâd hizmetlerini yürütmektedir.
Doç. Dr. İbrahim BAZ
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
------------------------
[1] Köyün 1990 yılı sayımına göre nüfusu, 160 erkek, 165 bayan olmak üzere toplam 325’dir.
[2] Muhammed Baki, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 5; Abdurrahman Memiş, “Hâlid-i Bağdâdî’nin Halifeleri”, Uluslararası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Sempozyumu, Ankara 2012, s.
[3] ; M. Şefik Korkusuz, Nehri’den Hazneye Nakşibendiye Meşâyıhı, s. 44.
[4] Muhammed Şefik Zibârî, el-Ahvâlu’d-dürriyye, s. 30.
[5] Muhammed Şefik Zibârî, el-Ahvâlu’d-dürriyye, s. 30-31.
[6] Şeyh Muhammed Aynî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Cizre ziyaretinde onunla görüşmüş ve onun hayır duasını almış, uzun ömrünü ondan aldığı duanın bereketi olduğunu sürekli dile getirmiştir. Bk. Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 8.
[7] Abdurrahman Memiş, Hâlid-i Bağdâdî ve Anadoluda Hâlidîlik, s. 134.
[8] Raşine köyünün şimdiki ismi Dikboğaz’dır. Siirt’in Eruh ilçesine bağlıdır. Güneybatı istikametinedir.
[9] Abdurrahman Memiş, Hâlid-i Bağdâdî ve Anadoluda Hâlidîlik, s. 135; Heyet, Evliyalar Ansiklopedisi, XI, 253-234; Abdulkadir Bingöl, Kulilken Baxe Botan, s. 181.
[10] Kureyşâ: Kureyşâ Mardin ilinin doğusunda yer alan Dargeçit (Kerboran) ilçesinin Temelli (Ammâra) köyü ile Karabayır (Zengan) köyüyle bir üçgen oluşturan Dargeçit’in kuzeydoğu istikametindeki Suçatı (Kerben) köyünün mezrası olan Çınaraltı (Birkevan)’ın sınırları içinde, 2 km doğu uzaklıkta Siti Dağı (Çiya Siti)’nın eteklerindedir. Köy şimdi metruk haldedir ve bazı harabeler bulunmaktadır. Kureyşâ köyünün bağlı bulunduğu Birkevan, Suçatı (Kerben)’ın Başrut, Dinere, Gündıkla birlikte dört mezrasından biridir. Ailenin daha sonra yerleştiği Cizre ilçesine 70 km. mesafededir. Muhammed Baki Seydâ el-Cezerî, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 3; www. dargecit.gov.tr.
[11] Zengan: Zengan köyünün şimdiki ismi Karabayır’dır. Köy, Mardin’e 119, Dargeçit’e 14 km uzaklıktadır.
[12] Fakı: Doğu medreselerinden ders okuyan talebelere verilen isim.
[13] Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 10-11.
[14] Aslen Derşevli olan Şeyh Reşid-i Derşevî Cizre’ye yedi km. mesafede ve İdil Midyat yolu üzerinde bulunan Hoser (Düzova) köyünde yaşamakta ve orada medrese ve tasavvufî hizmetler yürütmekte idi.
[15] Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 14. 49 Abdulkadir Bingöl, Kulilken Baxe Botan, s. 176-177.
[16] Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 15.
[17] Hüseyin Basretî’nin Basret müderris ve şeyhliğine atanmasına dair şu şekilde bir rivayet vardır: Ömer Zengânî, müridlerinden Molla Muhammed-i Zilfî’yi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Şam’daki Dergâhına durumu anlatan bir mektup ve Hâlid-i Zibârî’nin vermiş olduğu icâzetle birlikte gönderir. Muhammed Zılfî, oraya vardığında dergâhta kendisine ismiyle hitap edilerek Basret Dergâhı’ından gelen kişi olduğu bilinir. O sırada Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin yaşlı eşi de halen yaşamaktadır. Dergâh’ta bulunan bir heyete konuyu anlatır ve Şeyh Ömer Zengânî’nin mektubunu verdiğinde “ zaten sizi bekliyorduk” diye mukabele olunur.
Ardından Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin yaşlı eşi; “Mevlana Zulcenaheyn Hazretleri vefat etmeden bir süre önce bize; ‘Ben vefat ettikten sonra Basret dergâhından halifemizin postnişin elçisi olarak, Cizir-i Botan’dan, Molla Muhammed Zilfî diye bilinen, salih bir zat size gelecek. O zata, Basret Dergâhı’na ulaştırmak için halifelik izni ile beraber bu bohçayı veriniz’ emir buyurarak vasiyette bulunmuştu.” Yaşlı hanım devamında der ki; “Ben o gün, izin ve bohçadan oluşan bu emanetlerin sahibi gelinceye kadar yaşayacağımı hissettim ve hep sizin gelişinizi bekledim. Sizi görür görmez –Allah’tan bir ilham ve lütuf ile Molla Muhammed-i Zilfî olduğunuzu hissettim.” Daha sonra bohçayı getirip içindekilere beraberce baktılar. Bu bohçanın içinde Mevlana Hazretlerinin cübbesi, sarığı ve ortasında dört adet kırmızı mercan taşı bulunan yüsür ağacından tesbihi bulunmaktaydı. Bu bohçayla beraber Mevlana Hazretlerinin sağlığında emrettiği halifelik izni bu beş heyet üyesi tarafından yazılıp Molla Muhammed-i Zilfî’ye teslim edilir. Molla Muhammed-i Zilfî de icâzet ve malum bohçayı alarak Basret Dergâhı’na geri döner. Bu icâzet ve emanetler şu an Suriye’nin Kamışlı ilinde yaşamakta olan Hüseyin Basretî’nin torunlarının yanındadır. Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 18.
[18] Molla Abdurrahman Hoserî, Halime Hatun’un annesi Fatıma Hatun, Molla Abdurrahman’ın babası Molla Mahmud kardeş, dolayısıyla Halime Hatun ile Molla Andurrahman Hoserî kuzenlerdir.
[19] Botan: Botan bölgesi merkezinde Cizre’nin bulunduğu Botan çayının güneyinde kalan alanın adıdır.
[20] Tor: Tor veya Turabidin olarak alan bölge batıda Mardin, doğuda İdil, Kuzeyde Gercüş ve güneyde Nusaybin olan ve Süryanice Abidler Tepesi anlamına gelen bölgenin adıdır. Bk. Altan Tan, Turabidinden Beriyye’ye-Aşiretler, Dinler, Diller, Kültürler, İstanbul: Nubihar Yay., 2013, s. 17.
[21] Bu vasiyet şu şekildedir: “Biz, Berkevan Köyünün hemen yakınında bulunan Pikureşa köyündeniz. Orada medfun olup, seyyid olan meşhur Pir-i Kureyş’in torunlarından olduğumuz için Resulullah (sa)’ın soyundanız. Bizim o köyde şu şu tarlalarımız ve su değirmenimiz vardır. Eğer ben dönemezsem, bazı kimseler gelip çocuklarımıza akraba olduklarını iddia ederse bunu kabul etmeyiniz. Zira taundan yani veba ve koleradan dolayı ne yakın ne de uzak bizim hiçbir akrabamız kalmamıştır. Sakın benden sonra çocuklarımız kendilerine Seyyid sıfatını takmasınlar!” Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 23.
[22] Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 25.
[23] Kürtçede, baş müderris, hocaların hocası ve herkese ders verebilecek kabiliyete sahip anlamlara gelir.
[24] Halime Hatun’un anneannesi (Molla Ali Meydinî’nin eşi) Midyat’a bağlı Becirman (Vergili: Kürtçesi vergisiz demektir. Osmanlı Döneminde Seyyid nesep olduklarından vergi alınmadığı için bu isim verilmiştir) köyünden Seyyid Bilal’in soyundan İsmail koluna bağlı Seyyid Kemal’in torunudur. Bu kol, Botan bölgesinde Ere bölgesine yerleştiklerinden Ere Seyyidleri diye tanınmıştır. Halime Hatun bu ailenin “Bab ı Feqe” diye de tanınan Seyyid Mahmud-i Mendicana’nın kızıdır. Bk. Muhammed Baki Seydâ, “Nakşî Hâlidî Seydâî Postnişînler”, s. 14. Halime Hatun’un babası Mahmud Efendi’nin mezarı Cizre Şırnak karayolu üzerinde bulunan Kasrik Beldesinin çıkışında sağ tarafta olup yoldan gözükmektedir. Molla Mahmud, ilmi, ahlakı ve nesebi nedeniyle bölgede büyük saygı görmüş ve bölgede saygın kişiler adına yemin etme adeti onun için de yapılmıştır. Seyyid Mahmud’un medfun bulunduğu yer şu an meskun bulunmayan Mendişan köyüdür.
[25] Derşevîler hakkında geniş bilgi için bk. Şeyh Muhammed Nûrî Reşîd, Kutûfu’l-Ceniyye fî terâcimi’l-âileti’d-Derşeviyye, (ts.)
[26] Şeyh Seyda ailesinin Derşevî ve Basret Şeyhleri ile ilgili beniş bilgi için bk. İbrahim Baz, “Şırnak Bölgesinden Yaşayan Nakşî Şeyh Aileleri ve İdil’de Yaşayan Mutasavvıflar”, Geçmişten Günümüze İdil Sempozyumu, İstanbul 2011, s. 347-361.
[27] Abdulkadir Bingöl, Kulilken Baxe Botan, s. 131.
İmsak | 06:37 | ||
Güneş | 08:08 | ||
Öğle | 13:01 | ||
İkindi | 15:22 | ||
Akşam | 17:43 | ||
Yatsı | 19:09 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Galatasaray | 13 | 35 |
2. Fenerbahçe | 14 | 33 |
3. Samsunspor | 14 | 29 |
4. Göztepe | 14 | 24 |
5. Beşiktaş | 14 | 23 |
6. Eyüpspor | 14 | 23 |
7. Başakşehir | 13 | 19 |
8. Konyaspor | 15 | 19 |
9. Rizespor | 13 | 19 |
10. Sivasspor | 14 | 18 |
11. Antalyaspor | 14 | 18 |
12. Trabzonspor | 14 | 16 |
13. Kasımpasa | 14 | 16 |
14. Gaziantep FK | 13 | 15 |
15. Alanyaspor | 13 | 14 |
16. Kayserispor | 13 | 12 |
17. Bodrumspor | 14 | 11 |
18. Hatayspor | 13 | 8 |
19. A.Demirspor | 14 | 2 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Kocaelispor | 15 | 32 |
2. Bandırmaspor | 15 | 31 |
3. Erzurumspor | 15 | 28 |
4. Karagümrük | 14 | 27 |
5. Ahlatçı Çorum FK | 15 | 23 |
6. Igdir FK | 15 | 22 |
7. Keçiörengücü | 14 | 21 |
8. Boluspor | 14 | 21 |
9. İstanbulspor | 14 | 20 |
10. Ankaragücü | 14 | 20 |
11. Ümraniye | 14 | 19 |
12. Gençlerbirliği | 14 | 19 |
13. Pendikspor | 14 | 19 |
14. Esenler Erokspor | 14 | 18 |
15. Şanlıurfaspor | 14 | 18 |
16. Amed Sportif | 14 | 18 |
17. Manisa FK | 15 | 17 |
18. Sakaryaspor | 14 | 17 |
19. Adanaspor | 15 | 8 |
20. Yeni Malatyaspor | 15 | -3 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Liverpool | 14 | 35 |
2. Chelsea | 14 | 28 |
3. Arsenal | 14 | 28 |
4. M.City | 15 | 27 |
5. Nottingham Forest | 15 | 25 |
6. Aston Villa | 15 | 25 |
7. Brentford | 15 | 23 |
8. Brighton | 14 | 23 |
9. Fulham | 14 | 22 |
10. Bournemouth | 14 | 21 |
11. Tottenham | 14 | 20 |
12. Newcastle | 15 | 20 |
13. M. United | 15 | 19 |
14. West Ham United | 14 | 15 |
15. Everton | 14 | 14 |
16. Crystal Palace | 15 | 13 |
17. Leicester City | 14 | 13 |
18. Ipswich Town | 14 | 9 |
19. Wolves | 14 | 9 |
20. Southampton | 15 | 5 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Barcelona | 17 | 38 |
2. Real Madrid | 15 | 33 |
3. Atletico Madrid | 15 | 32 |
4. Athletic Bilbao | 16 | 29 |
5. Villarreal | 14 | 26 |
6. Mallorca | 17 | 24 |
7. Osasuna | 15 | 23 |
8. Girona | 15 | 22 |
9. Real Sociedad | 15 | 21 |
10. Celta Vigo | 16 | 21 |
11. Real Betis | 16 | 21 |
12. Sevilla | 15 | 19 |
13. Las Palmas | 16 | 18 |
14. Rayo Vallecano | 15 | 17 |
15. Leganes | 15 | 15 |
16. Deportivo Alaves | 15 | 14 |
17. Getafe | 15 | 13 |
18. Espanyol | 14 | 13 |
19. Valencia | 14 | 11 |
20. Real Valladolid | 16 | 9 |
( KASIM EL-HADİ (ALTUN AKARLI) EL-TOĞ RÎ )
İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz üçüncüsüdür.
Aslen Şırnak’ın Derşev köyünden, Derşevi aşiretinin Şibli ailesindendir. Adı Kasım Şöhreti El-Hadi ve Şeyh Kasım-i El-Toğar’dır. Doğum Tarihi bilinmemektedir.
Şeyh Kasım’ın yaşadığı dönemde Derşev aşireti, Botan’a bağlıydı. Botan ise 1880 ler de Osman İmparatorluğuna bağlı bir eyalet olup merkezi Cizre’ydi ve Botan, ünlü ailelerinden Bedirhanilerin yönetimindeydi.
Botan eyaleti’nin merkez Cizre’den sonra ikinci idari yerleşim merkezi ise Derşevi (bugünkü ALKAMER köyü) idi. Derşevi, hem merkez köyün adı hem de köy ve mezralarda yaşayan top yekûn aşiretin adıydı (bu aşiret halen mıntıkanın ve Anadolu’nın çeşitli yerlerine yerleşmiş kalabalık bir aşirettir).
Şeyh Kasım’ın babası ve dedeleri yörenin tanınmış ailelerinden “Bedirhanilerin” resmi ilim görevlileridir.
Bununla beraber Kasım, daha küçükken ilim tahsili için tedrisata gönderilir ve uğurlanışında annesi kendilerime; “Oğlum sakın ağaların ve beylerin yemeğini yeme, parasını alma. Çünkü çoğunun mülkünde haram vardır, ben seni, elimden geldiğince kimseye muhtaç bırakmadan okutacağım” der ve uğurlar.
Gerçekten de bu uğurda evinde ki son zamanlarda elinde kalan çanak çömlek cinsinden ne varsa onları da satıp oğluna harcamıştır ve işte böyle büyüyen bir çocukta gerçekten olması gereken bir zat olur.
Derşevi aşireti, eyalet idaresi muhtelif sektörlerinde Mir Bedir han Paşa’ya yardımcıydılar. Bu sebeple, 1848’de imparatorluk tarafından Bedirhaniler ve ona destek olan aşiretler hakkında çıkarılan sürgün fermanı, Derşevi aşiretinin Şibli ailesinide kapsamış ve beraber sürgüne gönderilmişlerdir.
Ailesinin sürgüne gönderildiği bu yıllarda Şeyh Kasım henüz oldukça gençtir ve medrese tahsilini yapmak üzere Muş’a gitmiştir. İlk olarak ilmini Muş’un köylerinden birinde bitirip icazetini Nakşî meşayihinden Şeyh Salih-i Sıbki’nin amcası Molla Resul-i Sıbki’den alır. Ve aynı zamanda Şeyh Salih-i Sıbki’nin yanında tarikata girer ve müridi olup amel etmeye başlar.
Tahsil bitiminden sonra köyü olan Derşev’e gelirken, tüm akraba ve ailesinin, Bedirhan Beylerin sürgünüyle beraber sürgün edildiğini öğrenen Şeyh Kasım, tahsil dolayısıyla, uzun süre ayrı kaldığı sürgüne giden aile efradıyla görüşmek ve helâlaşmak için ailenin sevk istikametini takip ederek yola koyulur. Zamanın yol ve vasıta imkânsızlığı ile kervanla at üstünde konaklaya konaklaya Diyarbakır’ın Çınar kazasına bağlı Aktepe köyüne varır. Burada köyde ikamet eden Nakşibendî Tarikatının Halid-i kolunun rükünlerinden Şeyh Hasan-i Nurani’nin misafiri olur ve buradan Diyarbakır’a giderek akrabalarını bulur, onlarla helalleşip vedalaştıktan sonra tekrar Aktepe köyüne gider.
Aktepe köyünde bulunan ve aynı zamanda şeyhinin halifesi olan Şeyh Hasan-i Nurânî Hazretlerinin yanında birkaç gün misafir kalır.
Misafirliği müddetince büyük zat ve büyük veli Şeyh Hasan-i Nurani’ni ile sürekli muhasebe, sohbet ve ilmi görüşmelerde bulunur, kemale erer. Bir müddet sonra akrabalarını görmek için tekrar Diyarbekir’e gelir ve yine dönüşte Şeyh Hasan-i Nurani’nin misafiri olur. Şeyh efendi bu misafirindeki üstün zeka ve ilmi kabiliyetini hisseder ancak hiç konuşmaz, birkaç gün geçtikten sonra Şeyh Kasım evine gitmek ister ancak, şeyh efendi bir türlü “gidebilirsin” diye izin vermez ve onun gitmesine bir türlü müsaade etmez.
Tam bu sıralarda, İstanbul’dan Diyarbakır’a, bir konuda Şeyhül İslam’ın bir fetvası gelir. Diyarbakır uleması, bu fetvayı beğenmeyip yanlış olduğuna kanaat eder. Ve Şeyhül İslam’ın çıkardığı bir fetvaya itiraz eden Diyarbakır uleması ile resmi makamı temsil eden zamanın valisi, kadısı, müftüsü arasında bir münakaşa olur. Bunun üzerine incelemesi ve bir çözüme bağlaması için fetvanın bir nüshası zamanda iyi bir âlim olan Şeyh Hasan-i Nurani’ye gönderilir; Şeyh Hasan-i Nurânî fetvayı alıp inceler ve yanındaki (O dönemde henüz –Molla Kasım- diye çağrılan) Şeyh Kasım efendiye verir ve; “Şuna bir bak bakalım Diyarbekir uleması haklı mıdır?” diyerek Şeyh Kasım’ın fikrini alır.
Şeyh Kasım efendi iyi bir inceledikten sonra; “efendim bana göre, Diyarbekir uleması yanılıyor, fetva doğrudur” der. Şeyh Hasan-i Nurânî; “Diyarbekir’e gidip orada bunu Diyarbakır ulemasıyla münakaşa ve münazarayı kabul ile isbat edebilirmisin?” diye sorar, Şeyh Kasım cevaben “Şeyh izin verirse kanaât ve fikrimi serd etmeye hazırım” der ve Diyarbakır a gider. Şehre gelince Diyarbakır da halen ibadete açık olan Fatih Paşa Camii’ne (Kurşunlu Cami) gider ve orda yerleşerek ilim heyetini camide kabul eder. Ulema oraya gelir, tartışma başlar, Şeyh Kasım efendi fetva’nın doğru olduğunu delilleri ile bir güzel izah edip ulemanın takdirlerini kazanır, orada kendilerine Vali tarafından kalması ve Reis-ul Ulema makamı ile tedrisat yapması istenilmesine rağmen kabul etmeyip memleketine gitmek istediğini belirtip tekrar geri döner. Gizlice Vali tarafından Şeyh Hasan-i Nurânî’ye bu zatın burada kalması için gerekenin yapılması konusunda haber gönderilir.
Şeyh Kasım Aktepe’ye gelir ve birkaç gün daha kalır ama bir türlü Şeyh efendi den “evine gidebilirsin” diye bir izin çıkmayınca, dayanamaz münasip bir dille akrabalarının ekseriyetinin sürgün edilmesi hadisesine binaen memleketine geri dönmesinin bir ihtiyaç ve zaruret olduğunu bildirip izin ister. Fakat Şeyh Hasan kalması için ısrar ederek gitmesine izin vermez.Şeyh efendi de orada kalmasını ve talebe yetiştirip buralara faydalı olmasını ister,
Böyle bir zatın ısrarı karşısında Şeyh Kasım gitmek için diretmenin doğru olmayacağını düşünerek gitmekten vazgeçer. Memleketi olan ve asırlardan beri sülalece yerleşik olduğu Derşevi’de mevcut emlak ve servetinden feragat ederek uzun ısrarlardan sonra gidip evini getirerek Altoğar (Altunakar) köyüne yerleşir.
Önceleri; Şeyh Salih-i Subki’nin yanında amel ederken, üstadının vefatından sonra, yine onun halifesi olan ve aynı zamanda Aktepe köyünde mukim, meşhur Nakşibendi şeyhi; Şeyh Hasan-i Nurânî’nin yanında amel etmeye başlar ve amel bitiminde de halifelik alır.
Şeyh Hasan-i Nurânî’nin vefatına yakın kendilerine sorulur; ”Sizden sonra burada bunca halifeniz ve oğlunuz var, kim postunuza oturacak?” cevab; “kimin oturacağı bellidir. Molla Kasım.” Bu cevab karşısında bazı nahoş görüşler serdedilirken, çeşitli itirazlar gelir. Zira Şeyh’in dört oğlu olduğunu, onlarında ilmi zahirde kâmil olduklarını, büyük edip ve şair olarak divan telif ettiklerini, edebiyat ve ilimde otorite olduklarını ve yabancı birini kendisine halife seçip göstermesini anlayamadıklarını belirtirler.
Bunun üzerin Şeyh Hasan-i Nurani Hazretleri; “demek ki bugüne kadar ihlâs ve manasıyla benden istifade edememişsiniz! Aksi halde ne demek istediğimi idrak ederdiniz. Elbette ki, menkul ve gayrimenkul mallarım çocuklarıma ve varislerime intikal edecektir. Ancak haiz olduğum rabıta ve hikmet emanettir O’na bırakılması manevi bir emirdir ve bu emanet ona intikal etmiştir. Halifem O’dur. Benimle irtibatını muhafaza ve devam etmek isteyenler ona biat suretiyle tahakkuk edecektir. Bundan sonra Şeyh Kasım sizin şeyhinizdir.” der ve vefatından sonra kısa bir müddet Şeyh Kasım efendi Aktepe de irşad vazifesi ve tedrisatla meşgul olduktan sonra herhangi bir tatsız olaya sebebiyet vermemek için ordan ayrılarak kendi köyü olanÇınar kazasına bağlı –Altoğar’a- (şimdiki ismi Altunakar) gelir irşad ve tedrisat görevini burada devam ettirir.
ALTUNAKAR MEDRESESİ Osmanlı idaresinde resmiyet kesbeder. İlahiyat Fakültesi mertebesinde olan bu medresenin mezunları devlet sektöründe istihdam hakkını kazanırlar. Bu nedenle her taraftan, bilhassa Ortadoğu mıntıkası Suriye, Irak ve Kafkasya’dan burada okumak için talebeler gelirdi.
Şeyh Kasım El-Enveri, Mürşidi Kamil Şeyh Hasan-i Nuraniden almış olduğu halifelik vazifesini bihakkın yerine getirerek, Kafkaslar’dan Şam’a Irak’tan Elazığ Palu kazasına ve Urfa Siverek ile Adıyaman’ın Kâhta kazasına kadar gelen ve çoğalan müritlerine gerekli irşatla; riyazat, çile, zikir, murakabe, tövbe, istiğfar, züht, tevekkül ve kanaât telkin talim ve temrini yaparak onların gerek cemiyet içinde beşeri faydalı bir uzuv ve gerekse masiva ve nefsanî zaaf ve şerden tebriye suretiyle kemale yardımcı olmaya medar cehd ve gayreti göstermiştir.
Şeyh Kasım iyi bir alim idi. Örnek olarak Şam’da; Muhammed Keftaro ve “Molla Bokalki” ailesinden meşhur alim, Şeyh Yusuf’un talebesi olması hasebi ile ilmi kariyerini gösterir birer numunedirler.
Altunakar arazisi zamanla çoğalan aile efradının, mensuplarının, müderrislerin, talebelerin ve gelen misafirlerin iaşe ve ihtiyacını karşılayamayacak duruma gelir. Bunu üzerine Şeyh Kasım Altunakar ile hemhudut olan Güzelşeyh köyünü satın almaya talip olur. Bu köy imparatorluk idaresi tarafından oraya ikamete mecbur edilen Kırım Han’larından Musa Paşa’ya temlik edilmiş, kendisine köyde yazlık-kışlık bir konak inşa edilmiş ve mıntıkanın asayiş ve idaresiyle vazifelendirilerek asalet ve mertebesine layık bir muameleye tabi tutulmuş. Musa Paşa’nın vefatından sonra oğlu İslam Bey, kısa bir zaman sonra mıntıkadan ayrılmak istediğinden köyü bütün mal varlığıyla beraber sayışa çıkarmış. Bunun üzerine Şeyh Kasım köyü satın alır ve köy Şeyh Kasım’ın oğlu ve sonrada halifesi olacak Şeyh Neytullah adına tescil edilir.
Şeyh Kasım efendi’nin 5’i erkek, 3’ü kız olmak üzere 8 çocuğu olmuştur. Bunlardan bir oğlu; Muhammed Said, kendisinden önce genç yaşta vefat etmiştir ve Şeyh Kasım çok sevdiği bu oğlunun adına şuan Altunakar da bulunan türbeyi yaptırmıştır. Diğer çocukları; Halid, Muhammed Neytullah, Muhammed Nezir, Abdulhamid’dir.
Daha sonra kendisi de vefat edince oğlunun yanına defnedilmiştir. Bölgede yaşanan sürgün olaylarında Şeyh Kasım’ın oğullarının her biri bir bölgeye sürgün edilmiş ve aile uzun zaman toparlanamamıştır.
Şeyh Kasım iyi bir alim olması yanı sıra, çok mert ve merhamet sahibi bir insan idi. Bir yıl memlekette kıtlık olur, kendisinin ise epey ekin’i vardır. Kendine yakın köyleri çağırır. Önceleri borç olarak gösterip herkese tahıl dağıtır. Geriye bir torba dolusu borç kağıdı kalır. O zamanlar soba, memlekete daha yeni geldiğinden bir tane de Şeyh efendi’nin evinde vardır. Şeyh Kasım oğlunu çağırır, sobayı yaktırır ve “borç torbasını getir” der. Oğlu derhal getirir. Şeyh efendi torbayı bitini ile sobaya boşaltır ve yakar.
Yine anlatılır ki; Şeyhin bir tarlası vardı, bir gün 10 ölçek arpa ekmiştir ve bu topraktan tam 10 yıl boyunca tohum ekmeksizin ürün almıştır. Bu mahsul bütün müridlerin yemeklerine yetti.
Bölgenin halkını irşâd ederek birçok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği ve icazet verdiği en büyük talebeleri şunlardır:
Şeyh Halid-i Gülpınar (Oğludur, aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır.)
Şeyh Muhammed Neytullah (oğlu)
Şeyh Yusuf (Molla Bokalki’lerden olup aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır
Şeyh Muhammed Keftaro. (Bugün Suriye’oeki –Keftaro- ailesinin dedesi, aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır)
Şeyh İsa Ebu Şemseddin El-Kürdi. (Aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır. Suriye’de vefat etmiştir.
Şeyh Seyyid Muhammed Zilan (Şeyh Seyyid Mevlana Muhammed Halid-i Zilan Hz. Amcası)
Şeyh Kasım’ın son derece zengin bir kütüphanesi ve birçok eseri olduğunu öğrendiğimiz halde, bu eserlerden günümüze maalesef bir tanesi bile gelememiştir. Nedeni de; Şeyh Said olayları zamanındaki sürgünlerde yapılan tahribat ve yağma olayları neticesi olarak bir şey kalmamıştır, tıpkı diğer ailelerdeki gibi.
Şeyh Kasım El-Hadi (Altun Akarlı) hicri 1300 yılında Çınar kazasının Al-Toğar (Şimdiki ismi Altunakar) köyünde vefat etmiştir. Bugün aynı köyde sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.
İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz üçüncüsüdür.
Aslen Şırnak’ın Derşev köyünden, Derşevi aşiretinin Şibli ailesindendir. Adı Kasım Şöhreti El-Hadi ve Şeyh Kasım-i El-Toğar’dır. Doğum Tarihi bilinmemektedir.
Şeyh Kasım’ın yaşadığı dönemde Derşev aşireti, Botan’a bağlıydı. Botan ise 1880 ler de Osman İmparatorluğuna bağlı bir eyalet olup merkezi Cizre’ydi ve Botan, ünlü ailelerinden Bedirhanilerin yönetimindeydi.
Botan eyaleti’nin merkez Cizre’den sonra ikinci idari yerleşim merkezi ise Derşevi (bugünkü ALKAMER köyü) idi. Derşevi, hem merkez köyün adı hem de köy ve mezralarda yaşayan top yekûn aşiretin adıydı (bu aşiret halen mıntıkanın ve Anadolu’nın çeşitli yerlerine yerleşmiş kalabalık bir aşirettir).
Şeyh Kasım’ın babası ve dedeleri yörenin tanınmış ailelerinden “Bedirhanilerin” resmi ilim görevlileridir.
Bununla beraber Kasım, daha küçükken ilim tahsili için tedrisata gönderilir ve uğurlanışında annesi kendilerime; “Oğlum sakın ağaların ve beylerin yemeğini yeme, parasını alma. Çünkü çoğunun mülkünde haram vardır, ben seni, elimden geldiğince kimseye muhtaç bırakmadan okutacağım” der ve uğurlar.
Gerçekten de bu uğurda evinde ki son zamanlarda elinde kalan çanak çömlek cinsinden ne varsa onları da satıp oğluna harcamıştır ve işte böyle büyüyen bir çocukta gerçekten olması gereken bir zat olur.
Derşevi aşireti, eyalet idaresi muhtelif sektörlerinde Mir Bedir han Paşa’ya yardımcıydılar. Bu sebeple, 1848’de imparatorluk tarafından Bedirhaniler ve ona destek olan aşiretler hakkında çıkarılan sürgün fermanı, Derşevi aşiretinin Şibli ailesinide kapsamış ve beraber sürgüne gönderilmişlerdir.
Ailesinin sürgüne gönderildiği bu yıllarda Şeyh Kasım henüz oldukça gençtir ve medrese tahsilini yapmak üzere Muş’a gitmiştir. İlk olarak ilmini Muş’un köylerinden birinde bitirip icazetini Nakşî meşayihinden Şeyh Salih-i Sıbki’nin amcası Molla Resul-i Sıbki’den alır. Ve aynı zamanda Şeyh Salih-i Sıbki’nin yanında tarikata girer ve müridi olup amel etmeye başlar.
Tahsil bitiminden sonra köyü olan Derşev’e gelirken, tüm akraba ve ailesinin, Bedirhan Beylerin sürgünüyle beraber sürgün edildiğini öğrenen Şeyh Kasım, tahsil dolayısıyla, uzun süre ayrı kaldığı sürgüne giden aile efradıyla görüşmek ve helâlaşmak için ailenin sevk istikametini takip ederek yola koyulur. Zamanın yol ve vasıta imkânsızlığı ile kervanla at üstünde konaklaya konaklaya Diyarbakır’ın Çınar kazasına bağlı Aktepe köyüne varır. Burada köyde ikamet eden Nakşibendî Tarikatının Halid-i kolunun rükünlerinden Şeyh Hasan-i Nurani’nin misafiri olur ve buradan Diyarbakır’a giderek akrabalarını bulur, onlarla helalleşip vedalaştıktan sonra tekrar Aktepe köyüne gider.
Aktepe köyünde bulunan ve aynı zamanda şeyhinin halifesi olan Şeyh Hasan-i Nurânî Hazretlerinin yanında birkaç gün misafir kalır.
Misafirliği müddetince büyük zat ve büyük veli Şeyh Hasan-i Nurani’ni ile sürekli muhasebe, sohbet ve ilmi görüşmelerde bulunur, kemale erer. Bir müddet sonra akrabalarını görmek için tekrar Diyarbekir’e gelir ve yine dönüşte Şeyh Hasan-i Nurani’nin misafiri olur. Şeyh efendi bu misafirindeki üstün zeka ve ilmi kabiliyetini hisseder ancak hiç konuşmaz, birkaç gün geçtikten sonra Şeyh Kasım evine gitmek ister ancak, şeyh efendi bir türlü “gidebilirsin” diye izin vermez ve onun gitmesine bir türlü müsaade etmez.
Tam bu sıralarda, İstanbul’dan Diyarbakır’a, bir konuda Şeyhül İslam’ın bir fetvası gelir. Diyarbakır uleması, bu fetvayı beğenmeyip yanlış olduğuna kanaat eder. Ve Şeyhül İslam’ın çıkardığı bir fetvaya itiraz eden Diyarbakır uleması ile resmi makamı temsil eden zamanın valisi, kadısı, müftüsü arasında bir münakaşa olur. Bunun üzerine incelemesi ve bir çözüme bağlaması için fetvanın bir nüshası zamanda iyi bir âlim olan Şeyh Hasan-i Nurani’ye gönderilir; Şeyh Hasan-i Nurânî fetvayı alıp inceler ve yanındaki (O dönemde henüz –Molla Kasım- diye çağrılan) Şeyh Kasım efendiye verir ve; “Şuna bir bak bakalım Diyarbekir uleması haklı mıdır?” diyerek Şeyh Kasım’ın fikrini alır.
Şeyh Kasım efendi iyi bir inceledikten sonra; “efendim bana göre, Diyarbekir uleması yanılıyor, fetva doğrudur” der. Şeyh Hasan-i Nurânî; “Diyarbekir’e gidip orada bunu Diyarbakır ulemasıyla münakaşa ve münazarayı kabul ile isbat edebilirmisin?” diye sorar, Şeyh Kasım cevaben “Şeyh izin verirse kanaât ve fikrimi serd etmeye hazırım” der ve Diyarbakır a gider. Şehre gelince Diyarbakır da halen ibadete açık olan Fatih Paşa Camii’ne (Kurşunlu Cami) gider ve orda yerleşerek ilim heyetini camide kabul eder. Ulema oraya gelir, tartışma başlar, Şeyh Kasım efendi fetva’nın doğru olduğunu delilleri ile bir güzel izah edip ulemanın takdirlerini kazanır, orada kendilerine Vali tarafından kalması ve Reis-ul Ulema makamı ile tedrisat yapması istenilmesine rağmen kabul etmeyip memleketine gitmek istediğini belirtip tekrar geri döner. Gizlice Vali tarafından Şeyh Hasan-i Nurânî’ye bu zatın burada kalması için gerekenin yapılması konusunda haber gönderilir.
Şeyh Kasım Aktepe’ye gelir ve birkaç gün daha kalır ama bir türlü Şeyh efendi den “evine gidebilirsin” diye bir izin çıkmayınca, dayanamaz münasip bir dille akrabalarının ekseriyetinin sürgün edilmesi hadisesine binaen memleketine geri dönmesinin bir ihtiyaç ve zaruret olduğunu bildirip izin ister. Fakat Şeyh Hasan kalması için ısrar ederek gitmesine izin vermez.Şeyh efendi de orada kalmasını ve talebe yetiştirip buralara faydalı olmasını ister,
Böyle bir zatın ısrarı karşısında Şeyh Kasım gitmek için diretmenin doğru olmayacağını düşünerek gitmekten vazgeçer. Memleketi olan ve asırlardan beri sülalece yerleşik olduğu Derşevi’de mevcut emlak ve servetinden feragat ederek uzun ısrarlardan sonra gidip evini getirerek Altoğar (Altunakar) köyüne yerleşir.
Önceleri; Şeyh Salih-i Subki’nin yanında amel ederken, üstadının vefatından sonra, yine onun halifesi olan ve aynı zamanda Aktepe köyünde mukim, meşhur Nakşibendi şeyhi; Şeyh Hasan-i Nurânî’nin yanında amel etmeye başlar ve amel bitiminde de halifelik alır.
Şeyh Hasan-i Nurânî’nin vefatına yakın kendilerine sorulur; ”Sizden sonra burada bunca halifeniz ve oğlunuz var, kim postunuza oturacak?” cevab; “kimin oturacağı bellidir. Molla Kasım.” Bu cevab karşısında bazı nahoş görüşler serdedilirken, çeşitli itirazlar gelir. Zira Şeyh’in dört oğlu olduğunu, onlarında ilmi zahirde kâmil olduklarını, büyük edip ve şair olarak divan telif ettiklerini, edebiyat ve ilimde otorite olduklarını ve yabancı birini kendisine halife seçip göstermesini anlayamadıklarını belirtirler.
Bunun üzerin Şeyh Hasan-i Nurani Hazretleri; “demek ki bugüne kadar ihlâs ve manasıyla benden istifade edememişsiniz! Aksi halde ne demek istediğimi idrak ederdiniz. Elbette ki, menkul ve gayrimenkul mallarım çocuklarıma ve varislerime intikal edecektir. Ancak haiz olduğum rabıta ve hikmet emanettir O’na bırakılması manevi bir emirdir ve bu emanet ona intikal etmiştir. Halifem O’dur. Benimle irtibatını muhafaza ve devam etmek isteyenler ona biat suretiyle tahakkuk edecektir. Bundan sonra Şeyh Kasım sizin şeyhinizdir.” der ve vefatından sonra kısa bir müddet Şeyh Kasım efendi Aktepe de irşad vazifesi ve tedrisatla meşgul olduktan sonra herhangi bir tatsız olaya sebebiyet vermemek için ordan ayrılarak kendi köyü olanÇınar kazasına bağlı –Altoğar’a- (şimdiki ismi Altunakar) gelir irşad ve tedrisat görevini burada devam ettirir.
ALTUNAKAR MEDRESESİ Osmanlı idaresinde resmiyet kesbeder. İlahiyat Fakültesi mertebesinde olan bu medresenin mezunları devlet sektöründe istihdam hakkını kazanırlar. Bu nedenle her taraftan, bilhassa Ortadoğu mıntıkası Suriye, Irak ve Kafkasya’dan burada okumak için talebeler gelirdi.
Şeyh Kasım El-Enveri, Mürşidi Kamil Şeyh Hasan-i Nuraniden almış olduğu halifelik vazifesini bihakkın yerine getirerek, Kafkaslar’dan Şam’a Irak’tan Elazığ Palu kazasına ve Urfa Siverek ile Adıyaman’ın Kâhta kazasına kadar gelen ve çoğalan müritlerine gerekli irşatla; riyazat, çile, zikir, murakabe, tövbe, istiğfar, züht, tevekkül ve kanaât telkin talim ve temrini yaparak onların gerek cemiyet içinde beşeri faydalı bir uzuv ve gerekse masiva ve nefsanî zaaf ve şerden tebriye suretiyle kemale yardımcı olmaya medar cehd ve gayreti göstermiştir.
Şeyh Kasım iyi bir alim idi. Örnek olarak Şam’da; Muhammed Keftaro ve “Molla Bokalki” ailesinden meşhur alim, Şeyh Yusuf’un talebesi olması hasebi ile ilmi kariyerini gösterir birer numunedirler.
Altunakar arazisi zamanla çoğalan aile efradının, mensuplarının, müderrislerin, talebelerin ve gelen misafirlerin iaşe ve ihtiyacını karşılayamayacak duruma gelir. Bunu üzerine Şeyh Kasım Altunakar ile hemhudut olan Güzelşeyh köyünü satın almaya talip olur. Bu köy imparatorluk idaresi tarafından oraya ikamete mecbur edilen Kırım Han’larından Musa Paşa’ya temlik edilmiş, kendisine köyde yazlık-kışlık bir konak inşa edilmiş ve mıntıkanın asayiş ve idaresiyle vazifelendirilerek asalet ve mertebesine layık bir muameleye tabi tutulmuş. Musa Paşa’nın vefatından sonra oğlu İslam Bey, kısa bir zaman sonra mıntıkadan ayrılmak istediğinden köyü bütün mal varlığıyla beraber sayışa çıkarmış. Bunun üzerine Şeyh Kasım köyü satın alır ve köy Şeyh Kasım’ın oğlu ve sonrada halifesi olacak Şeyh Neytullah adına tescil edilir.
Şeyh Kasım efendi’nin 5’i erkek, 3’ü kız olmak üzere 8 çocuğu olmuştur. Bunlardan bir oğlu; Muhammed Said, kendisinden önce genç yaşta vefat etmiştir ve Şeyh Kasım çok sevdiği bu oğlunun adına şuan Altunakar da bulunan türbeyi yaptırmıştır. Diğer çocukları; Halid, Muhammed Neytullah, Muhammed Nezir, Abdulhamid’dir.
Daha sonra kendisi de vefat edince oğlunun yanına defnedilmiştir. Bölgede yaşanan sürgün olaylarında Şeyh Kasım’ın oğullarının her biri bir bölgeye sürgün edilmiş ve aile uzun zaman toparlanamamıştır.
Şeyh Kasım iyi bir alim olması yanı sıra, çok mert ve merhamet sahibi bir insan idi. Bir yıl memlekette kıtlık olur, kendisinin ise epey ekin’i vardır. Kendine yakın köyleri çağırır. Önceleri borç olarak gösterip herkese tahıl dağıtır. Geriye bir torba dolusu borç kağıdı kalır. O zamanlar soba, memlekete daha yeni geldiğinden bir tane de Şeyh efendi’nin evinde vardır. Şeyh Kasım oğlunu çağırır, sobayı yaktırır ve “borç torbasını getir” der. Oğlu derhal getirir. Şeyh efendi torbayı bitini ile sobaya boşaltır ve yakar.
Yine anlatılır ki; Şeyhin bir tarlası vardı, bir gün 10 ölçek arpa ekmiştir ve bu topraktan tam 10 yıl boyunca tohum ekmeksizin ürün almıştır. Bu mahsul bütün müridlerin yemeklerine yetti.
Bölgenin halkını irşâd ederek birçok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği ve icazet verdiği en büyük talebeleri şunlardır:
Şeyh Halid-i Gülpınar (Oğludur, aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır.)
Şeyh Muhammed Neytullah (oğlu)
Şeyh Yusuf (Molla Bokalki’lerden olup aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır
Şeyh Muhammed Keftaro. (Bugün Suriye’oeki –Keftaro- ailesinin dedesi, aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır)
Şeyh İsa Ebu Şemseddin El-Kürdi. (Aynı zamanda ilimde de Mucaz’ıdır. Suriye’de vefat etmiştir.
Şeyh Seyyid Muhammed Zilan (Şeyh Seyyid Mevlana Muhammed Halid-i Zilan Hz. Amcası)
Şeyh Kasım’ın son derece zengin bir kütüphanesi ve birçok eseri olduğunu öğrendiğimiz halde, bu eserlerden günümüze maalesef bir tanesi bile gelememiştir. Nedeni de; Şeyh Said olayları zamanındaki sürgünlerde yapılan tahribat ve yağma olayları neticesi olarak bir şey kalmamıştır, tıpkı diğer ailelerdeki gibi.
Şeyh Kasım El-Hadi (Altun Akarlı) hicri 1300 yılında Çınar kazasının Al-Toğar (Şimdiki ismi Altunakar) köyünde vefat etmiştir. Bugün aynı köyde sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın.