Şeyh M. Nurullah Seyda'nın "es-Sahîfetü's-Sâlise fî Usûli'l" Hadîs Risalesi

Hadîs Usûlüne dair kitapla­rın pek okutulmadığı bir dönemde Seyda’nın, Hadîs Usûlü ile ilgili bir risale yaz­mış olması ve bunu medrese talebelerine yönelik olarak kısa, anlaşılabilir hatta ezberlenebilir bir özellikte hazırlamış olması dikkat çekmektedir.

TASAVVUF 06.05.2021, 23:42 07.05.2021, 01:42 Ramazan Peri
Şeyh M. Nurullah Seyda'nın "es-Sahîfetü's-Sâlise fî Usûli'l" Hadîs Risalesi

1949 yılında Cizre’de[1] doğan Şeyh Muhammed Nurullah Seyda[2], bölgede Şeyh Seyda diye meşhur olan Şeyh Muhammed Said Seyda’nın[3] oğlu olup, babasının halifesi olan Şeyh Fahreddin el-Arnâsîden[4] icâzet almıştır.

Daha çocukluğunda zekâsı, muhakemesi, tavır ve hareketleriyle herkesin dik­katini çekmiş, gençlik döneminde ise akıl, edep, bilgi ve irfanıyla çevresinin hay­ranlığını kazanmıştır. Babası, ailesi ve hocaları tarafından çocukluğundan itibaren özel ilgiyle takibe alınmış ve yetişmesine büyük önem verilmiştir.[5]

1968 yılında Ramazan bayramından sonra, “Benden sonra şeyhiniz, Nurullah’tır. Çünkü onu hem zâhir hem de bâtında imtihan ettim. İmtihanda ba­şarılı oldu.” şeklinde vasiyette bulunduktan kısa bir süre sonra vefat eden babası­nın yerine geçen Seyda,[6] ilmî, edebî ve tasavvufî çalışmalarıyla temayüz ederek[7] risâleler şeklinde on dört eser kaleme almıştır. Seyda’nın Cem’u’l-Cevâmi’ adlı ese­rini kaleme aldığında henüz on yedi yaşında olduğu bildirilmektedir.[8] Yine Seyda, yirmi yaşlarında iken tasavvuf alanında kaleme aldığı Esrâru’t-Tasavvuf isimli ese­ri ile de öne çıkmıştır. Bu çalışmalar Şeyda’nın daha erken yaşlarda dikkat çeken önemli bir âlim olduğunu göstermektedir.[9]

Şeyda’nın yazdığı eserleri, onun bir tarikat büyüğü olarak irşad faaliyetlerini yürütürken İslâmî ilimleri okutmayı ve bu alanlarla meşgul olmayı ihmal etme­diğini de göstermektedir. Şeyda’nın kaleme aldığı çalışmalardan anlaşılmaktadır ki onun gibi medrese hocaları, İslam dünyasındaki ilmî inkişaf ve yönelişlerden uzak kalmamış, medreselerdeki eğitim sistemini[10] bu yönelişler ışığında gözden geçirmeye çalışmışlardır.[11]

Başta Cizre olmak üzere bölgede birçok ailenin çocuklarına “Muhammed Nu- rullah”, “Mehmet Nurullah” veya sadece “Nurullah” şeklinde isim vermiş olmaları Şeyda’nın toplumun değişik kesimleriyle kurduğu güçlü diyalogu göstermektedir.[12]

12 Mayıs 1985 tarihinde 35 yaşındayken bir trafik kazasında vefat eden Şey­da, 3’ü kız 7’si erkek 10 çocuk babası olup Tasavvuf, Akâid ve Usûl alanları başta olmak üzere farklı alanlarda eserler[13] bırakmıştır.

Şeyda, birçok risale yazmıştır. Bunda, babası Şeyh Şeyda’nın[14] ve hocası Şeyh Fahreddîn’in[15] farklı ilim dallarında eserler yazmış olmalarının etkili olduğu ihti­mali kuvvetli görünmektedir.[16]

Yazdığı eserleri sahife ismiyle adlandıran Şeyda’nın, bölgedeki âlimlerin farklı sebeplerden dolayı kitap yazmaktan kaçındığı bir dönemde eser ortaya koyması önemli bir husustur.[17]

Şeyda’nın eserleri şunlardır:

Hizbu’l-Hakâikı’l-trşâdiyye:

Dua ve zikir konularından bahseder.[18]

es-Sâihu’l-Mutefekkir:

Akâid ile meselelere değinir.[19]

Cem’u’l-Cevâmi’:

Fıkıh Usûlü, Tefsîr Usûlü ve Hadîs Usûlü risalelerini içerir. Çalışmamıza konu olan Usûlu’l-Hadîs risâlesi, bu eserdeki üç usûlden birisidir. Bu esere de üçüncü sahife ismini vermiştir. Risâle, Sahîfetul-lrşâdi’s-Sâlise fi’l-Usûli’s- Selâse adıyla 1389/1969da Kamışlıda bulunan Râfideyn Matbaasında basılmıştır. Ayrıca bu risale Türkçe’ye de kazandırılmıştır.[20]

Hulâsatu’t-Telhîs:

Kalemu’l-Meanî ve Kalemu’l-Bedî‘ risâlelerinden oluşan Hulâsatu’t-telhîs, Hatîb el-Kazvînî’nin (ö. 739/1338) Telhîsu’l-Miftâh adlı kitabı ile karşılaştırıldığında Telhîs’ın me‘anî ve bedî‘ ilimlerinin özetini teşkil ettiği görü­lecektir. İfade etmek gerekir ki el-Kazvînî de, Ebû Yakûb Yûsuf es-Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) kaleme aldığı Miftâhu’l-Ulûm’un belağatla ilgili kısmını Telhîsu’l-Miftâh adıyla ihtisar etmiştir.[21]

Dördüncü sahife olarak adlandırılan Hulâsatut-Telhîs risâlesi, Sahîfetul- lrşâdi’s-Sâlise fi’l-Usûli’s-Selâse adıyla 1389/1969da Kamışlıdaki Râfideyn Matba­asında basılmıştır.[22]

Sahîfetu’l-İctihâd:

Fıkhî meselelerden ictihad konusunu ele alan bir çalış­madır. Beşinci sahife ismini almıştır. Sadece ismi zikredilen[23] bu çalışmanın her­hangi bir nüshasına ulaşılamamıştır.[24]

Esrârut-Tasavvuf:

Tasavvuf, bey’at, mürşid-i kâmilin özellikleri, mürîdin kendi nefsine karşı görevleri, tevbe, zühd, şeriat-tarikat-hakikat-marifet kavram­ları üzerinde durmuştur. Bu kitaba da altıncı sahife adını vermiştir. Fatih Yayınevi Matbaası tarafından 1979da İstanbul’da basılmıştır. Tasavvufun Sırları adıyla El­van Ajans tarafından da basılmıştır.[25]

el-Akâid: İnanç mevzularını ele almakta olup kâinatı yaratanın varlığına de­lalet eden kat’î delilleri serdeder. Bu risâle, yedinci sahife olarak isimlendirilmiştir. Sadece ismi zikredilen[26] bu çalışmanın herhangi bir nüshasına ulaşılamamıştır.[27]

el-Berâhîn Alâ haşri’l-lnsan ve Vücûdi Âlemîn Âhar: İnsanların tekrar diri­leceğine ve başka bir âlemin varlığına dair delilleri ele alır. Bu çalışmaya da seki­zinci sahife demiştir. Sadece ismi zikredilen28 bu çalışmanın herhangi bir nüshası­na ulaşılamamıştır.29

ed-Delâilu’l-Kâtıa alâ Risâleti Seyyidinâ Muhammed ve İ’câzi’l-Kur’ân: Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliğine ve Kuranın icâzına delâlet eden kat’î delil­leri ihtiva etmektedir. Bu da dokuzuncu sahifesidir. Sadece ismi zikredilen30 bu çalışmanın herhangi bir nüshasına ulaşılamamıştır.31

Sahîfetu’l-Ma’rife:

Marifetle alakalıdır. Seyda’nın Esrâru’t-Tasavvuf adlı ri­salesini tercüme eden Öztürk, bu risâlenin basıldığını32 ifade etmesine rağmen her hangi bir nüshasına ulaşılamamıştır.33

Tanînu’t-Tabîa:

Seyda, bu eserinde tabiatı esas alarak Allah’ın sıfatları, Allah’ın varlığının ispatı, din-şeriat-bilim ilişkisi konularını işlemiştir. Seyda, gaye ve nizam delilinden hareketle Allah’ın varlığı ve sıfatları konusunu ele almış, bilme ve anlama sürecinde akıl ve kalp birlikteliğini zorunlu görmüştür. Seyda, kullandı­ğı yöntem açısından tasavvuf ve kelam arasında durmaktadır.34

Bu risale, Abdurrahman Erzen tarafından 1983 yılında Tabiat Çınlıyor adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir. Emekli Müftü Celal Yıldız, bu risâleye yazdığı tak­rizde risalenin hasta kalplere şifa mahiyetinde bulunduğunu zikretmiş ve insanlık için tavsiyeler içerdiğini ifade etmiştir.35

Dîvân:

Arapça ve Kürtçe şiirlerden oluşmaktadır. Matbu değildir.36

Büzûr ve Hakâik:

İnsanın manevî yapısını felsefî ve mantıkî perspektifle ele alan bir çalışmadır. Kitap, 54 sayfadan oluşmakta olup Fatih Yayınevi Matbaa­sı tarafından 1979’da İstanbul’da basılmıştır. Bu risâle, Abdullah Yücel tarafından Çekirdekler ve Gerçekler adıyla Türkçeye kazandırılmıştır.37

el-Evrâk:

Medreselerde okutulan meşhur Hallu’l-Meâkıd adlı eserin mu­kaddimesini beyân, belâğat, meâni, sarf ve nahiv ilimleri açısından değerlendi­ren kısa bir hâşiyesidir. Hallu’l-Meâkıd, Ebu’s-Senâ Ahmed b. Muhammed’in, İbn Hişâm’in (ö. 762/1361) el-İrâb an kavâidi’l-İ’râb adlı risalesine yazmış olduğu şerhtir. Bu şerh medreselerde Sadinî’den sonra okunan sıra kitabıdır. el-İrâb an [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] Kavâidi’l-Î’râb adlı risale, medreselerde Hall okunurken ezberlenen bir metindir.[38]

Sadece klasiği tekrar etme amacı taşımadığı ve modern dönemin bilimsel verilerinden de istifade etmeye gayret gösterdiği anlaşılan Seyda, risâle şeklinde özlü çalışmalar ortaya koymuş ve ilim ehlinin istifadesine sunmuştur. Eserlerin içeriğine bakıldığında onu kendi meslektaşlarından farklı kılanın bu nokta olduğu görünmektedir.[39]

“es-Sahîfetü’s-Sâlise fî Usûli’l-Hadîs” Adlı Risalesinin Hadîs İlmi Açısından Değerlendirilmesi

İslam dininin anlaşılması ve Müslümanların dinî ve sosyal hayatlarında yol gösterici olması bakımından hadîslerin bilinmesi ve öğrenilmesi gereklidir. Bunu bilen âlimler ve devlet adamları hadîs öğretimi hususunda hassas davranmışlardır. Bu hassasiyete binaen camilerde, özel ders halkalarında ve medreselerde yapılan hadîs öğretimi ile yetinilmemiş, sadece hadis öğretimine tahsisli özel medreseler kurulmuş ve bunlara Dârul-Hadîs denmiştir.[40]

Osmanlıdan önce ve Osmanlı zamanında[41] olduğu gibi günümüzde de med­reselerde hadîs okutulmaktadır. Ancak H. Musa Bağcının şu ifadeleri dikkate değer olup üzerinde durulması gereken bir tespittir: “Kendileriyle birebir görüş­tüğümüz medrese eğitimi almış ve müderrislik yapmış hocalar sanki söz birliği edercesine medreselerde yan ders olarak Hadîs metinleri okunduğunu ama Hadîs ilimleri ve ıstılahları (Hadis Usûlü) derslerine son yirmi beş yıl hariç tutulursa hemen hiç yer verilmediğini ve bunun büyük bir eksiklik olduğunu kabul ve itiraf etmektedirler. Hatta bir değerli hocamız Güneydoğuda ve özellikle Diyarbakırda iki bilim dalında yani hadîs, hadîs ilimleri ve ıstılahlarında ve Tecvîd ilminde son derece yetersiz kalındığını açık yüreklilikle ifade etmiştir. Hadîs Usûlüne dair ki­taplar, medrese hocalarının kendi imkân, ilgi ve gayretleriyle mütalaa imkânına kavuşmuştur. Hadîs metinleriyle birlikte Hadîs Usûlüne dair kitaplar son yirmi beş yıldan beridir okutulmaya başlanmıştır ki bu kitapları okuyanlar genç kuşağı teşkil etmektedir.” [42]

Yukarıdaki tespitten yola çıkarak şu söylenebilir. Hadîs Usûlüne dair kitapla­rın pek okutulmadığı bir dönemde Şeyda’nın, Hadîs Usûlü ile ilgili bir risale yaz­mış olması ve bunu medrese talebelerine yönelik olarak kısa, anlaşılabilir hatta ezberlenebilir bir özellikte hazırlamış olması dikkat çekmektedir.

Söz konusu risalenin de içinde bulunduğu Şeyda’nın Cem’u’l-Cevâmi adlı ese­ri Sahîfetul-lrşâdis-Sâlise fî’l-Usûlıs-Selâse43 ismi ile basılmıştır. Bu eserde bulu­nan üç usûl çalışmasının ilki es-Sahîfetul-ûlâ fî Usûli’l-Fıkh,44 ikincisi es-Sahîfetus- Sâniye fî Usûli’t-Tefsîr45 ve üçüncüsü de es-Sahîfetüs-sâlise fî Usûli’l-Hadîs46’tir. Bu eserle birlikte Sahîfetu’l-lrşâdi’r-Râbi’a fi’l-Edeb başlığı altında me‘ânî[43] [44] [45] [46] [47] ve bedî’[48] ilimlerini anlattığı Hulâsatu’t-Telhîs adlı risâleyi de telif etmiştir.

Bu çalışma toplamda 78 sahifeden ibaret olup içinde, Abdurrahman Erzen’in, Abdulkerîm el-Kâdıyânî el-İs’irdî’nin ve İbrahim b. Molla Muhammed ez- Zıvıngî’nin yazmış oldukları takrizler[49] de bulunmaktadır.

Seyda, risalesinin bir ilim talebesinin ihtiyaç duyacağı bilgileri içeren kısa ve öz metinlerden oluştuğunu eserinin girişinde ifade etmiştir.[50] Nitekim esere yaz­dığı takrizde Abdurrahman Erzen de, bu risalelerdeki lafızların veciz, ibarelerin kısa olması hasebiyle ezberlemeye müsait birer metin olduklarını belirtmiştir.[51] Bu tespit, medreselerde ezberlenen Nahiv ve Sarf ilimlerinde yazılan ve ezberlenen metinler gibi bunların da ezberlenebileceği, Şeyda’nın da bu bilinçle risâlesini ka­leme aldığını ortaya koymaktadır.[52]

Hadîs ilmi bakımından değerlendirilecek olan ve üçüncü risale olarak nite­lendirdiği es-Sahîfetüs-Sâlise fî Usûli’l-Hadîs adlı kısmın da aynı şekilde kısa ve öz bilgilerle hazırlandığı göze çarpmaktadır.[53]

Bu kısmın başlığına düştüğü dipnotta, bu alanda ilk eser verenin Kâdî Ebû Muhammed er-Râmehurmuzî olduğunu ve eserinin adının el-Muhaddisu’l-Fâsıl olduğunu ifade etmiştir.[54]

Girişte Hadîs Usûlü’nü şöyle tanımlamıştır: Sahîh, hasen, zayıf, âlî, nâzil, ta­hammül ve edâ yolları ile ricâl bilgisi bakımından sened ve metnin durumlarının kendisiyle bilindiği kurallardan oluşan bir ilimdir.[55]

Kısa ve öz bir şekilde ele aldığı konuların hemen başında Hadîs Usûlüne ait derli toplu bir tanımı vermiş olması isabetli görünmektedir. Seyda, günümüzde yazılan modern usûl kitaplarının benimsediği bir yöntem olarak böyle yapmayı faydalı görmüş olmalıdır.

Haberlerin geliş yollarının çeşitleri olduğunu belirterek bunlardan mütevâtir’in yakînî ilim ifade ettiğini ve râvîlerinin araştırılmasına ihtiyaç olmadı­ğını söylemiştir. Bu dereceye ulaşamayanların ise âhâd olduğunu, bunun içinde de râvî sayısı ikiden çok ise buna Meşhur ismi verildiğini belirtmiştir. Aynı zamanda halk arasında yaygınlaşmış hadîslere de -herhangi bir senedi olmasa bile- meşhur dendiğini, iki râvîli ise azîz, tek râvîye düşmüşse garîb diye isimlendirildiğini söy- lemiştir.[56] Garîb konusunda ayrıntıya girip ferd-i mutlak ve ferd-i nisbî diye kısım­lara ayrıldığına da değinen Seyda, ferd-i mutlaka örnek olarak, “Hz. Peygamber, azatlık bağının (velâ) satımını ve hibe edilmesini yasakladı” hadîsini vermiş ve seneddeki Abdullah b. Dînâr’ın İbn Ömerden teferrüd ettiğini belirtmiştir.[57]

Yukarıda tanımını yapmadan mütevâtirin hükmü hakkında kısaca bilgi vermeyi tercih eden Seyda, âhâd haberler içinse çeşitlerini ayrı ayrı tarif ederek kısmen daha detaylı bir bilgi sunmuş görünmektedir. Risalesinin başlangıcında “haberin çeşitleri” konusuna yer vermesi de bazı usûl kitaplarındaki yöntemle benzerlik göstermektedir.[58]

Âhâd haberin üç çeşidi ile beraber makbûl ve gayr-ı makbûl olarak sınıflandı- rılabileceğini belirten Seyda, makbûl içinde ilkin sahîh hadîsin tanımını vermek- tedir.[59] Burada verdiği tanım Hadîs Usûlü kaynaklarında geçen yaygın tanıma[60] uygun bir şekilde formüle edilmiş gibidir.

Ardından râvilerinin zabt, hıfz ve takvâlarına göre sahîh hadîsin farklı derece­lerde olabileceğine dikkat çeken Seyda, en sahîh hadîslerin Buhârî (ö.256/869) ve Muslim (ö.261/875) tarafından üzerinde ittifak edilen, sonra Buhârî’nin tek başına aldığı, sonra Muslim’in tek başına aldığı hadisler şeklinde sıralanabileceğini belirt­miştir.[61] Devamında ise İbn Huzeyme’nin (ö.311/924) Sahîh’inin İbn Hıbbân’ın (ö. 354/965) Sahîh’inden, İbn Hıbbân’ın Sahîh’inin de Hâkim’in (ö. 405/1014) Müs- tedrek’inden daha sahîh olduğu şeklinde bir mukayese yapmıştır.[62]

Esahhu’l-esânîd denilen isnâdların en sahîhine örnekler veren Seyda, bilinen meşhur bazı isnâdları[63] zikretmeyi uygun görmüştür.

Sahîh hadîsle ilgili verdiği bilgilerden sonra hasen hadisi, çok veciz bir tanım yaparak “zabtı hafifse hasen olur” şeklinde formüle etmiştir. Mertebe olarak daha aşağıda olsa da ihticac noktasında hasenin sahih gibi olduğunu sözlerine eklemiş- tir.[64]

Sahih ve Hasen râvisinin hadiste olan ziyâdesinin makbul olduğunu, zabt veya râvî sayısı gibi bir sebeple başka bir rivayete aykırı düşer ve diğer rivayet de tercihe daha şayan olursa, ziyade olan rivayetin Şazz ismini alacağını belirten Seyda, tercihe şayan rivayete de Mahfuz adı verildiğini ifade etmiştir.[65] Devamın­da Seyda’nın biraz daha ayrıntıya girmeyi tercih etmesi dikkat çekmektedir. Bu çerçevede, Nüzhetun-Nazar adlı eserinde îbn Hacer’in Şazz terimiyle ilgili verdiği örneği[66] Seyda da hemen hemen aynı ifadelerle aktarmıştır.[67]

Muhalefet makbul olmayan râvîden olursa buna şâzz değil de münker adının verileceğini vurgulayan Seyda, devamında muhkem ve muhtelifü’l-hadîs konusu­na geçerek örnek vermek suretiyle şöyle demektedir: “Muarızı yoksa (bir hadisin) ona muhkem denir. Muarızı varsa ve cem yapmak mümkünse buna Muhtelifu’l- hadîs denir. Örnek: ‘Hiçbir hastalığın bulaşıcılığı (sirayeti) yoktur, uğursuzluk yoktur, baykuş (ötmesinin tesiri) yoktur, safer (ayının uğursuzluğu) yoktur.’ hadisi ile ‘cüzzam hastalığına yakalanmış kimseden, aslandan kaçar gibi kaç’ hadisi. Her iki hadîs de, sahîh hadîslerdendir. Aralarını cem ve telif etmenin yolu şöyledir: Bu hastalıklar, tabiatları itibariyle sirayet etmezler; fakat Allah, bu hastalıklara yaka­lanmış olan bir kimsenin, sıhhatli olan bir kimse ile temasını, hastalığının sıhhat­liye geçmesi için sebep kılmıştır.”[68]

Yukarıdaki paragrafta verilen bilgiler de îbn Hacer’in Nüzhetun-Nazar adlı eserinde ilgili konuda verilen bilgilerle[69] birebir örtüşmektedir. Konuyla ilgili örnek olarak verilen hadîsler aynı zamanda îbn Salâh’ın Ulumul-Hadîs eserin­de Muhtelifu’l-hadîs babında genişçe işlenmiştir.[70] Seyda, burada konuyu îbn Hacer’in eserinden direkt yararlanarak işlemiş görünmektedir.

Daha sonra Seyda, nesh konusuyla devam eder: “Zıt anlamlarda vârid olan hadîslerin arasını cemetmek mümkün olmazsa ve muahhar olanı tespit edilirse, bu, nasih’tir, diğeri ise mensûh’tur.”[71] Neshin çeşitli şekillerde bilinebileceğini vur­gulayarak, neshin bilinmesinin yollarını ve buna delil olacak hadîs rivâyetlerini[72] veren Seyda, ardından, neshin tespit edilememesi durumunda, gerekçesi bulundu­ğu takdirde tercih yoluna gidileceğini ifade etmiştir. Buna da iki hadîs rivâyetini örnek verip gerekçesi ile beraber hangisinin tercih edildiğini de belirtmiştir.[73]

Daha önce haberin çeşitlerinden bahsederken garîb hadis bağlamında ferd-i mutlak ve ferd-i nisbî ıstılahlarının tanımını veren Seyda, burada tekrar ferd-i nisbî çerçevesinde sözü mütâbi’ ve çeşitlerine getirip şöyle demektedir: “Ferd-i nisbîde, başka hadisçinin ona muvafakat ettiği görülürse, bu ikinci hadise mütâbî’ denir. Bunun çeşitli mertebeleri vardır. Eğer râvînin kendisi için meydana gelirse buna mütâbaat-ı tamme, râvînin şeyhi ve üstündekiler için hâsıl olursa, buna da mütâbaat-ı kâsıra denir.[74]

Şeyda’nın yukarıda verdiği bilgiler de İbn Hacer’in Nüzhetun-Nazarındaki malumatla örtüşmektedir.[75] Seyda, kısa ve veciz ifadelerle konuyu özetlemeyi he­deflediğinden bu yolu tercih etmiş gibidir.

Daha sonra Seyda merdûd hadisler[76] kısmında zayıf hadis çeşitlerinden se- neddeki kopukluk sebebiyle ortaya çıkanlar bağlamında sırasıyla muallak[77], mürsel,[78] mu’dal,[79] munkatı’,[80] müdelles[81] hadisin tanımlarını vermiştir. Takip ettiği sıra ve verdiği kısa tariflerin yine İbn Hacer’in Nüzhetun-Nazarındakilerle hemen hemen aynı olduğu görülmektedir.[82]

Hadîsin merdûd olması râvînin ta’n edilmesine yönelikse mevzu,[83] metrûk,[84]

münker,[85] muallel,[86] müdrec,[87] maklûb,[88] muzdarib,[89] musahhaf[90] ve muharref[91] gibi çeşitlerin ortaya çıkacağını söyleyip bu ıstılahların tanımını yapan Seyda, ihtisâru’l-hadîs ve lafzen rivayet/manen rivâyet konularında da[92] kısaca bilgi ver­meyi uygun görmüştür. Burada yine İbn Hacer’in, eserinde detaylı ve örnekler vererek işlediği bu bilgilerin[93] Seyda tarafından çok kısa bir şekilde tanımlarının yapıldığı ve önemli görülen bazı noktalara temas edildiği dikkat çekmektedir.

İsnâd başlığı altında ise merfû,[94] mevkûf,[95] maktu,[96] rivâyetu’l-akrân,[97] müdebbec,[98] sâbık-lâhık,[99] müselsel,[100] müttefık-müfterık[101] ve mu’telif-muhtelif[102] terimlerinin tanımını vermeyi tercih eden Seyda, yine veciz ve kısa bir şekilde ko­nuyu beş satırlık bir paragrafta işlemiştir. Burada da büyük oranda İbn Hacerden yararlandığı dikkat çekmektedir.[103]

Rivâyet siğaları konusuna da kısaca değinen Seyda şöyle demektedir: “Eda siğaları bulunmaktadır. Bunların içinde semi’tu ve haddesenî lafızları şeyhin sözle-

rini tek başına işiten kimselere mahsustur. Sonra ahberenî ve kara’tu aleyhi siğaları gelir ki kendi başına şeyhe okuyan kimselere aittir. Ahberenâ, kuria aleyhi ve ene esmau lafızları da dinleyen kimseye aittir. Enbee, şâfehe, ketebe ve an lafızları da icâze ve mükatebeye delalet eder"[104]

Seyda eda siğalarından sonra sonuca benzer bir kısım hazırlamış, tasavvufta mürşid vasfını taşımasından olsa gerek, burada hadis hocası ve talebesine gerekli olan âdâb ve ahlakî bazı tavsiyeleri de işlemiştir: “Hadîs ilminde, muhaddisler ara­sında râvî tabakalarının, doğup büyüdükleri ve yerleştikleri yerlerin, cerh, ta'dil ve cehalet yönünden hallerinin, çeşitleriyle beraber künyelerinin, sebepleri ile be­raber lakaplarının, nisbelerinin, ismi babasının, dedesinin, şeyhinin, şeyhinin şey­hinin ismiyle muvafakat edenlerin bilinmesi vb. hususlar önemli konulardır. Hadîs tâlibinin ve şeyhinin âdâbı, iyi niyetle hareket edilmesi, dünyevî gayelerden uzak durulması, güzel ahlak da üzerinde durulması gereken noktalardır. Fakat kendi­sine ihtiyaç duyulduğunda şeyhin tâlibe hadis rivayet etmesi de gerekir. Ancak yaşadığı şehirde kendisinden daha üstün bir başka şeyh varsa rivayetten sakınır ve talibe o şeyhi tavsiye ederse bu durum farklıdır. Fâsid bir niyetle semâın terkedil- memesi, hadis öğretimi sırasında abdest alıp oturarak, vakar ile davranılması ge­rekir. Ayakta ve bir zaruret olmadıkça yolda hadis öğretilmemelidir. Hastalık veya ihtiyarlık dolayısıyla rivâyetinde hata yapmaktan yahut unutkanlıktan korktuğu zamanlarda rivâyeti terk etmesi, imlâ için meclis topladığında uyanık müstemli seçmesi de önemlidir. Tâlibe gerekli âdâb ise, onun, şeyhe saygı göstermesi, şeyh­ten işittiği hadisler için başkalarını irşâd etmesi, hayâ veya kibir sebebiyle hadis semâ’ını terk etmemesi, işittiği hadîsi tam olarak yazması, zabta ihtimam göster­mesi, ezberlediği hadîsin zihninde iyice yerleşmesi için onu müzakere etmesidir"[105]

Yukarıdaki sonuca benzer kısım da yine İbn Hacer’in eserinden büyük oranda yararlanılarak hazırlanmış görünmektedir.[106]

Seyda sonuç kısmından sonra en çok hadîs rivâyet eden yedi sahâbî (muksirûn) ile rivâyet sayıları ve vefat tarihlerini vermeyi uygun görmüştür: “Ebû Hureyre, (ö. 59) 5374; Abdullah b. Abbâs (ö. 68) 2660; Annemiz Aişe-i Sıddıka (ö. 58) 2210; Abdullah b. Ömer (ö. 73) 1630; Câbir b. Abdullah (ö. 78) 1560; Enes b. Mâlik (ö. 93) 1286; Ebû Said el-Hudrî (ö. 74) 1170.[107] Ancak burada muhtemelen baskı hatasından olsa gerek, Abdullah b. Ömer’in rivâyet sayısı 2630 olması gerekirken 1630 şeklinde; Enes b. Mâlik’in rivâyet sayısı 2286 olması gerekirken 1286 şeklin­de; Abdullah b. Abbâs’ın rivâyet sayısı 1660 olması gerekirken 2660 şeklinde ve Câbir b. Abdullah’ın rivâyet sayısı 1540 olması gerekirken 1560 şeklinde çıkmıştır.[108]

Ayrıca Enes b. Mâlik’in isminin de sehven veya baskı hatasından mütevellid Enes b. Abdullah şeklinde yazılmış olduğu görülmektedir.

Seyda veciz ve faydalı risalesini yukarıda sayılan sahâbîlere ve Müslümanlara dua; Hz. Peygambere salavât ve Allah’a hamd ile bitirmiştir.

Seyda’nın risâlesinde Hadîs Usûlü’nün tanımını yaparak başlangıç yapması isabetli ve faydalı görünmektedir. Ancak ilk konular olarak Hadîs, Sünnet, Haber vb.[109] kavramlarla ilgili bilgi vermemiş olması bir eksiklik olarak değerlendirilebi­lir.

Genel itibariyle İbn Hacer’in Nüzhetu’n-Nazar ındaki sıralama ve yöntemi ta­kip ettiği anlaşılan Seyda, tanımlar için çoğunlukla aynen iktibasta bulunmuştur. Yöntem ve kaynak olarak İbn Hacer’in eserini tercih etmiş olması doğaldır. Zira İbn Hacer’in eseri, hadisçiler arasında şöhret kazanmış, bu ilimle meşgul olanla­rın daima müracaat ettikleri kaynak bir kitap olması dolayısıyla, tanınmış birçok müellif tarafından şerhleri yapılmış, haşiyeleri yazılmış ve nazım hâline getirilerek okunup ezberlenmesi, öğrenilip okutulması kolaylaştırılmıştır.[110]

Kudsî hadîs ıstılahına[111] yer vermemiş olması da dikkat çekmektedir. İbn Salâh’ın Ulûmul-Hadîs ve İbn Hacer’in Nüzhetu’n-Nazar’ında da geçmeyen bu ıs­tılahın, günümüzde yazılmış olan Seyda’nın risalesinde kısaca da olsa işlenmesi isabetli olurdu.

Seyda’nın, metot ve kaynak olarak esas aldığı İbn Hacer’in eserinde olan bazı ıstılah ve konulara yer vermemiş olması da dikkat çekmektedir. Âlî ve nâzil isnad,[112] müsned,[113] rivâyetu’l-ekâbir ani’s-sağâir,[114] rivâyetu’l-âbâ ani’l-ebnâ,[115] muhmel,[116] müteşabih,[117] el-mezîd fi muttasılı’l-esânid[118] ve tevakkuf[119] bu kavramlardan tes­pit edebildiklerimizdir.

Adalet, zabt, cerh, tadîl kavramları;[120] hadîs tahammül ve eda yolları,[121] hadîs rivayetinin sıfatı ve edâ şartları,[122] metâın-ı aşere,[123] sahâbe-tâbiûn-etbau’t-tâbiîn- muhadram[124], garîbu’l-hadîs gibi konular da risalede bulunmamaktadır. Garîbu’l- hadîs[125] hariç diğerleri aynı zamanda İbn Hacer’in eserinde de müstakil konu­lar olarak değil diğer başlıklar altında dağınık bir şekilde işlenmiştir. Ancak İbn Hacer’in eserinde müstakil olarak bulunmasa bile Şeyda’nın risalesinde bu konu­lara değinilmemiş olması bir eksiklik olarak telakki edilmektedir.

Aynı şekilde Hadîs Usûlünde önemli konular olmakla birlikte, Hadis kitabeti, tedvin, tasnif konularının[126] risalede yer almadığı da görülmektedir. Bu konular da İbn Hacer’in eserinde müstakil işlenmemiş, diğer başlıklar altında yer yer ele alınmıştır. Muhtemelen bu durum Şeyda’nın da aynı şekilde davranmasına sebep olmuş, bu konuları ele almayı gerek görmemiştir.

Öte yandan bazı Hadîs Usûlü konularına temas etmediği bu risalesinde Şeyda’nın, biraz daha teknik ve anlaşılması güç olduğunu düşündüğü hususlarda ise daha fazla açıklama ve örnek verme yoluna gittiği görülmektedir.[127] Yine Hadîs Usûlü’nün temel konuları yanında ayrıntı sayılabilecek edâ siğaları hakkında bi­raz daha detaylı bilgi vermesi dikkat çekmektedir. Râvîlerin tabakaları, durumları, nesebleri, künyeleri vb. önemli bazı konulara da sadece risalenin sonuç kısmı sa­yılabilecek yerde ismen yer vermesi işaret edilmesi gereken bir husustur. Rivâyet âdâbı bağlamında hadîs talebesinin ve şeyhinin dikkat etmesi gereken noktaların belirtilmiş olmasında da, muhtemelen Şeyda’nın tasavvuf ehli ve mürşid olması­nın etkisi bulunmaktadır.

Sonuç

Şırnak ilinin Cizre ilçesinde 1949 yılında doğan ve vefatından sonra babasının yerine posta oturan Muhammed Nurullah Şeyda, ilim ve tasavvufla iştigal etmiş olup on dört eser telif etmiştir. İlmî ve tasavvuf! irşadıyla bölgede ve ülke genelin­de etkili olmayı başarmış önemli bir âlim ve mürşid olmuştur.

Çalışmamızın konusu olan risalesinde Hadîs Usûlüne dair bazı konuları çok kısa ve özlü bir şekilde işlemiştir. Medrese talebelerine yönelik hazırlanmış olma­sı buna neden olmuştur. Başlangıçta Hadîs Usûlü’nün tanımını vererek ‘haber ve çeşitleri’ konusuyla risalesine giriş yapması ilmî çalışmaların yöntemine uygun düşmektedir. Zaten Hadîs Usûlü kaynaklarında da aynı metodun uygulandığı bi­linmektedir.

Genel itibariyle İbn Hacer’in Nüzhetun-Nazar adlı eserinden istifade ettiği, aynı yöntem ve sıralamayı takip ettiği anlaşılan Şeyda’nın, risalesini bir ders kitabı mahiyetinde düşündüğünden olsa gerek tanımları ve açıklamaları çok kısa tuttuğu görülmektedir. Sahih ve hasen hadîsin tanımları ve devamındaki terimleri verir­ken bu husus açıkça görülmektedir. Ancak bazı Hadîs Usûlü konularına temas et­mediği bu risalesinde, biraz daha teknik ve anlaşılması güç olduğunu düşündüğü hususlarda ise daha fazla açıklama ve örnek verme yoluna gittiği anlaşılmaktadır. Örneğin marûf, tevakkuf, el-mezîd fî muttasılı’l-esânîd gibi konulara hiç girme­diği ancak ferd-i mutlak ve ferd-i nisbî gibi konularda ise detaylı açıklama yoluna gittiği görülmektedir.

Nurullah AGİTOĞLU

Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

-------------------

[1] Bölgede ve özellikle Cizre’de medrese eğitimi ve geleneği eski tarihlere dayanmaktadır. Bkz. Orhan Tunçer, “Ciz­re Ulucamii ve Medresesi”, Yıllık Araştırmalar Dergisi III, Ankara : Ankara Üniversitesi Basımevi, 1981, s. 95-105

[2] Çalışma içerisinde kendisinden kısaca “Seyda” diye söz edilecektir.

[3] Muhammed Said Seyda, 1890’da Cizre’de doğmuş, ağabeyi Şeyh Sirâceddin’in yanında okumuş, ondan icâzet almış ve ağabeyinin 1920’de vefat etmesiyle medresenin başına geçmiştir. 1925’teki siyasi olaylar ve aynı yıl tekkelerin kapatılması sebebiyle Cizre’den ayrılarak önce Musul’a sonra Şam’a gitmiştir. Daha sonra 1928’de Cizre’ye tekrar dönmüş Cizre’de ve Serdehl köyünde eğitim ve irşâd faaliyetlerine devam etmiştir. 7 Ocak 1968 tarihinde vefat eden Şeyh Seyda, Cizre’de defnedilmiştir. Bkz., Abdurrahman Adak, “Seyda, Muhammed Said”, DİA, XXXVII, 21-22.

[4] Şeyh Fahreddin el-Arnâsî hakkında geniş bilgi için bkz. Abdulkerim Ünalan, “Molla Fahrettin Batmanî’nin Hayatı ve Eserleri” e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 3 (2010), s. 129-134.

[5] Midat Tokhtarov, Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî Hayatı, Eserleri ve Fikirleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, UÜSBE, Bursa: 2012, s. 6.

[6] Göksu, Muhammed, “Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî (1949-1985)’nin Hayatı Şahsiyeti ve Tasavvuf Anlayışı”, Uluslararası Şırnak ve Çevresi Sempozyumu, ed., M. Nesim Doru (2010), s. 648; Tokhtarov, Muham- med Nurullah Seydâ el-Cezerî Hayatı, Eserleri ve Fikirleri, s. 20.

[7] Adak, s. 20.

[8] Seyda, Muhammed Nurullah, Sahîfetul-İrşâdi’s-Sâlisefi’l-Usûli’s-Selâse, Kamışlı: 1389/1969, s. 66. 8

[9] Şalih Aşık, Ak Yüzlü Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî, İstanbul: Dahi A.Ş., t.y., s. 89; Mehmet Nurullah Aktaş, “Şark Medreselerinin İhya Teşebbüslerinde Muhammed Nurullah Şeyda el-Cezerî ve “Usûlu’t-Tefsîr” Adlı Risâlesi”, The Journal of Academic Social Science Studies (JASSS), 34 (2015), s. 172.

[10] Medreselerin kuruluşu hakkında bkz. Mefail Hızlı, “Kuruluşundan Osmanlılara Kadar Medreseler”, UÜÎFD, II, 2 (1987), s. 273-281; Chikh Boumrane, “İslam Tarihinde Eğitim Öğretim Kuramları”, çev. Nesimi Yazıcı, AÜÎFD, XXX (1981), s. 279-285; Medreselerin gerilemesi ve ıslahatı konusunda bkz. Hüseyin Atay, “Med­reselerin Gerilemesi”, AÜÎFD, XXIV (1981), s. 15-56; a.mlf., “Medreselerin Islahatı”, AÜÎFD, XXV (1982), s. 1-43; Muhammed Şevki Aydın, “Medreselerin Gerileyiş Şebepleri Üzerine”, EÜÎFD, 4 (1987), s. 321-336; Ömer Özyılmaz, “Medreselerin Bozulma Şebepleri Ve Bunların Islahı Yönünde Yapılan Çalışmalara Kısa Bir Bakış” UÜÎFD, V, 5 (1993), s. 133-150. Medreseler hakkında pedagojik bir değerlendirme için bkz. Şelahattin Parladır, “Medrese Hakkında Pedagojik Bir Değerlendirme”, DEÜÎFD, 4 (1987), s. 151-182.

[11] Aktaş, s. 176-177.

[12] Aktaş, s. 174.

[13] Göksu, s. 648-649.

[14] Şeyh Şeyda’nın yazdığı kitaplar şunlardır: Kitâbu Ahkâmi’l-Envât, ed-Dâbıta fir-Râbıta, Kitâbu’t-Te’lîf fi’t-Te’lîf, et-Tasavvvuf, Manzûmât, Tenbîhu’l-Müsterşidîn, el-Mecmaus-Sağîr, et-Tıbbun-Nebevî (Şalih Aşık, Ak Yüzlü Şeyh Seyda, s. 49-61; Adak, s. 21).

[15] Şeyh Fahreddin’in yazmış olduğu eserler şunlardır: Cuma Günü ve Cuma Namazı, Keşfu’l-Ğıta Haşiyetu Îmtihani’l-Ezkiya, Durretus-Sadef fi Beyani Asnafi’l-Harf, et-Tarsîf fi Îlmi’t-Tasrîf, el-Îstinare fi Îlmi’l-Îstiare, Îsâğûcîfi’l-Mantık, Risaletul-Vad el-Î’tisam Haşiyetu Şerhi’l-Îsam ale’l-Ferideti fi’l-Beyân, Miftahu’l-Cenne fi Ezkari’l-Kitabi ves-Sunne, Zu’l-fikari’l-Hayderî fi’d-Difai aniş-Şeyh Seyda el-Cezerî, el-Kavlus-Sedîd fi Beyani Hukmi’s-Saydi bi’l-Bundukati’l- Muttehazeti mine’l-Hadîd (Ünalan, s. 6).

[16] Aktaş, s. 174.

[17] Aktaş, s. 174. 9

[18] Şeyda, bu çalışmasını birinci sahife olarak nitelemiştir. Esrâru’t-Tasavvuf adlı eserini tercüme eden İbrahim Öztürk, bu çalışmanın basıldığını söylemiş ancak herhangi bir nüshasına ulaşılamamıştır. Bkz. Muhammed Nurullah Şeyda, Esrârut-Tasavvuf (Tasavvufun Sırları), çev. İbrahim Öztürk, Elvan Ajans, Bursa: t.y., s. 8; Aktaş, s. 174.

[19] Şeyda, Esrâru’t-Tasavvuf, s. 8.

[20] Bkz. Tokhtarov, s. 40; Muhammed Nurullah Şeyda el-Cezerî, “Usûlu’t-Tefsîr”, çev. Mehmet Nurullah Aktaş, The Journal of Academic Social Science Studies, 31 (2015), s. 539-549.

[21] Aktaş, s. 175.

[22] Aktaş, s. 175.

[23] Şeyda, Esrâru’t-Tasavvuf, s. 8.

[24] Aktaş, s. 175.

[25] Geniş bilgi için bkz. Tokhtarov, s. 35-36; Aktaş, s. 175.

[26] Şeyda, Esrâru’t-Tasavvuf, s. 8.

[27] Aktaş, s. 175. 10

[28] Seyda, Esrâru’t-Tasavvuf, s. 8.

[29] Aktaş, s. 175.

[30] Seyda, Esrâru’t-Tasavvuf, s. 8.

[31] Aktaş, s. 175.

[32] Seyda, Esrâru’t-Tasavvuf, s. 8.

[33] Aktaş, s. 175.

[34] Yunus Cengiz, “Muhammed Nurullah Seyda’nın Doğa Okuması: Taninu’t-Tabi’a Eseri Üzerine”, Uluslararası Bilim, Düşünce ve Sanatta Cizre Sempozyumu, ed. M. Nesim Doru, (2012), s. 271-278; Tokhtarov, s. 38-39.

[35] Tokhtarov, s. 38-39; Aktaş, s. 176.

[36] Aktaş, s. 176.

[37] Muhammed Nurullah Seyda el-Cezeri, Çekirdekler ve Gerçekler, çev. Abdullah Yücel, İstanbul: Zaman Yay.,

1994; Tokhtarov, s. 37-38; Aktaş, s. 176. 11

[38] M. Halil Çiçek, Şark Medreselerinin Serencâmı, İstanbul: Beyan Yay. 2009, s. 54; Aktaş, s. 176.

[39] Aktaş, s. 176.

[40] Salih Karacabey, “XV. ve XVI. Asır Osmanlı Medreselerinde Hadîs Öğretimi”, UÜÎFD, IV, 4 (1992), s. 228; Ayrıca bkz. a.mlf. “Osmanlı Medreselerinin Son Döneminde Hadis Öğretimi”, Uludağ Üniversitesi İlahi­yat Fakültesi Dergisi, , VIII, 8 (1999), s. 149-170; a.mlf., “Hadis Öğretiminde Medrese ve Daru'l-Hadislerin Yeri”, Uluslararası Katılımlı Sempozyum: Anadolu’da Hadis Geleneği ve Daru’l-Hadisler, (30 Nisan-1 Mayıs 2011), Çankırı: 2011, s. 217-243.

[41] Karacabey, s. 230. Hatta Osmanlı zamanında bazı hadîs kaynaklarının baştan sona okutulması ile o dönem­deki hadîs öğretiminin günümüz İlahiyat Fakültelerindeki hadîs öğretim programından daha ileri olduğunu söyleyenler olmuştur. (bkz. Karacabey, s. 34) Hadîs usulü dersinde de İbn Salah'ın (ö.643/1245) Ulûmul-Hadis adlı eseri (Îbnus-Salâh Elfiyesi), İbn Hâcer el-Askalânî'nin (ö. 852/1449) Nuhbetul-Fiker adlı eseri (Nuhbe), İbnü'l-Esîr'in (ö.606/1209) Câmiu’l-Usûl adlı eserlerinin okutulduğu vurgulanmıştır. Bkz. Mefail Hızlı, “Os­manlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, UÜÎFD, XVII, 1 (2008), s. 37.

[42] H. Musa Bağcı, “Medrese Eğitiminde Hadis Birikimi -Diyarbakır Örneği-“, e-Şarkiyat Îlmi Araştırmalar Der­gisi, I, 1 (2009), s. 58. 12

[43] Yazar olarak kapağında Şeyda, el-miskînu’l-müstekîn: el-mürşîdü’l-Cezerî şeklinde geçmektedir. Kamışlı’da Matbaatu’r-Râfidînde hicri 1389 tarihinde basıldığı görülmektedir.

[44] Bkz. Şeyda, Sahîfetul-lrşâdis-Sâlisefi’l-Usûli’s-Selâse, s. 1-17.

[45] Bkz. Şeyda, Sahîfetul-lrşâdi’s-Sâlisefi’l-Usûli’s-Selâse, s. 17-32.

[46] Bkz. Şeyda, Sahîfetul-lrşâdi’s-Sâlisefi’l-Usûli’s-Selâse, s. 32-37.

[47] Bkz. Şeyda, S âhîfetü’l-îrşâdi’s-Sâlise fi’l-Usûli’s-Selâse, s. 39-57.

[48] Bkz. Şeyda, Sahîfetû’l-îrşâdi’s-Sâlisefi’l-Usûli’s-Selâse, s. 58-65.

[49] Bkz. Şeyda, Sahîfetû ’l-lrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s-Selâse, s. 66-78.

[50] Şeyda, Sahîfetu ’l-lrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s-Selâse, s. 1.

[51] Şeyda, Sahîfetu ’l-lrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s-Selâse, s. 66.

[52] Aktaş, s. 178.

[53] Şeyda, Sahîfetu ’l-lrşâdi ’s-Sâlisefî’l-Usûli ’s-Selâse, s. 32-37.

[54] Şeyda, Sahîfetu ’l-lrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s-Selâse, s. 32.

[55] Şeyda, Sahîfetu ’l-lrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s-Selâse, s. 32. 13

[56] Seyda, Sahîfetul-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 32.

[57] Seyda, Sahîfetul-Îrşâdi’s-Sâlise fî’l-Usûli’s-Selâse, s. 32.

[58] Örneğin bkz. İbn Hacer, Ebû’l-Fazl Ahmed b. Ali el-Askalânî, Nüzhetun-Nazar fî Tavzihi Nuhbeti’l-Fiker, çev. Talat Koçyiğit, Ankara: AÜİF Yay., t.y., s. 22 vd.; Talat Koçyiğit, Hadîs Usûlü, Ankara: TDV Yay., 2012, s. 15 vd.

[59] Seyda, SahîfetüTîrşâdi’s-SâUsejîTUsûU’s-Selâse, s. 33.

[60] Bkz. İbnu’s-Salâh, Ebû Amr Osman b. Abdirrahman eş-Şehrezurî, Ulûmul-Hadîs, Tahk. Nureddin Itr, Daru’l- Fikr, Beyrut 1986, s. 11 vd; İbn Hacer, s. 33 vd.; Koçyiğit, s. 31 vd.

[61] Bu sıralama hadîs usulü kaynaklarında da geçen bir sıralamadır. Örneğin bkz. İbn Hacer, s. 34-35.

[62] Seyda, SahîjetüTîrşâdi’s-SâUsejîTUsûU’s-Selâse, s. 33. 14

[63] Şafii-Malik-Nafi-îbn Ömer; Zühri-Salim-Babası; îbn Sîrîn-Ubeyde-Ali; Nahaî-Alkame-îbn Mesud senedleri için bkz. îbnu’s-Salâh, s. 15-16; îbn Hacer, s. 34.

[64] Seyda, Sahîfetul-îrşâdiS-Sâlisefi’l-UsûliS-Selâse, s. 33.

[65] Seyda, Sahîfetul-îrşâdi’s-Sâlisejî’l-UsûUS-Selâse, s. 33. Krş. îçin bkz. îbn Hacer, s. 41.

[66] “Tirmizi, Nesâi ve îbn Mace’nin îbn Uyeyne tarikıyle îbn Dinar’dan, onun Avsece’den, onun da îbn ‘Abbas’tan rivayet ettikleri “Hz. Peygamber devrinde bir adam vefat etmiş ve âzâd ettiği bir köleden başka varis bırak­mamıştır...” hadisi buna bir misal teşkil eder. Bu hadisin îbn Abbas’a bağlanmasında îbn Cureyc ve diğerleri îbn Uyeyne’ye tabi olmuşlar; Hammad b. Zeyd ise bunlara muhalefet etmiş ve hadisi îbn Dinar vasıtasıyla Avsece’den nakletmiş, îbn Abbas’ı zikretmemiştir. Ebu Hatim der ki: “Mahfuz olan îbn Uyeyne’nin hadisidir”. Hammad b. Zeyd adalet ve zabt ehlindendir. Bununla beraber Ebu Hatim, sayı bakımından Hammad b. Zeyde nisbetle daha çok olan kimselerin rivayetini tercih etmiştir. Bu açıklamadan anlaşılıyor ki şaz, makbul olan râvinin kendisinden üstün olan kimselere muhalif olarak rivayet ettiği hadistir.” Bkz. îbn Hacer, s. 44.

[67] Seyda, âahîfetü’l-îrşâdU-Ûâlisefiâ-UsûU’s-Selâse, s. 33-34.

[68] Seyda, Sahîfetul-îrşâdiS-Sâlise fi’l-UsûliS-Selâse, s. 34.

[69] îbn Hacer, s. 47-48.

[70] Bkz. îbnu’s-Salâh, s. 284-285. 15

[71] Seyda, Sahîfetül-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 34.

[72] İlgili rivayetlerin genişçe işlenmesine örnek olarak bkz. İbnu’s-Salâh, s. 277-278.

[73] Seyda, Sahîfetul-Îrşâdi’s-Sâlise fî’l-Usûli’s-Selâse, s. 34.

[74] Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 35.

[75] Bkz. İbn Hacer, s. 45.

[76] Merdûd, bazen isnadından râvi düşmesiyle olur. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 35.

[77] İsnadın başında râvisi düşmüş olan habere Muallak denir. Düşen râvî sayısı bir olsun birden fazla olsun fark etmez. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-SâUsefî’l-UsûUs-Selâse, s. 35.

[78] Senedin sonunda tâbiîden sonraki râvîsi düşmüş olan haber mursel’dir. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlise fî’l-Usûlis-Selâse, s. 35.

[79] Eğer birbirini takip eden iki ve daha fazla râvî düşmüşse, bu türlü hadislere mu’dal denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l- Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûlis-Selâse, s. 35.

[80] Ancak düşme, birbirini takip etmeksizin olmuşsa, bu da munkatı’dır. Bkz. Seyda, Sahîfetül-Îrşâdi’s-SâUsefî’l- Usûli s-Selâse, s. 35.

[81] Gizli olan düşmeye gelince, buna da müdelles denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 35.

[82] Bkz. İbn Hacer, s. 52-55.

[83] Râvisi kizb ile ta'n olunanlardır ki, bunlara mevzu’ adı verilmiştir. Hadisin uydurulmuş olduğu, bazen onu uyduranın ikrarı ile bilinir. Hadisin uydurma olduğu, bir de hadis ilminde derinleşmiş kimselerin anlayabi­lecekleri şekilde Kur’an nassına veya mütevâtir Sünnete, ya da kesin İcmaa aykırı olur. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l- Îrşâdi ’s-Sâlisefî ’l-Usûli s-Selâse, s. 35.

[84] Râvinin yalancılıkla itham edilmesi sebebiyle ortaya çıkan hadise metrûk denir. Mevzû’dan daha hafiftir. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l-Îrşâdi ’s-Sâlisefîî-Usûli ’s-Selâse, s. 35. 16

[85] Galatı veya gafleti çok olan ya da fıskı zâhir olan kimselerin hadisleri münker adını alır. Bkz. Seyda, Sahîfetüî- Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-UsûliS-Selâse, s. 35.

[86] Bir hadisin bir başka hadise idhali ve bunun gibi hadisi zaafa uğratan ve ancak çok derin araştırmada bulun­mak suretiyle bilinebilen rivayetlere Muallel denir. Bkz. Seyda, s. 35.

[87] İsnadın sevki sırasında değiştirme olursa bu hadise mudrecu’l-isnad denir. Mudrecu’l-metn ise, mevkûf de­nilen sahabe sözlerinin merfu denilen Hz. Peygamber’in sözlerine atfıyla olur. Bkz. Seyda, S-Sâlise fî’l-UsûliS-Selâse, s. 35.

[88] Sened veya metinde takdim ve tehirle olursa bu gibi hadislere maklûb denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s- Sâlise fî’l-Usûli’s-Selâse, s. 36.

[89] Değişiklik ravinin ibdaliyle olur ve iki rivayetten birini diğerine tercih mümkün olmazsa, böyle hadislere muz­darib denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 36.

[90] Yazı şeklinin baki kalmasıyla birlikte bir harfin veya bazı harflerin değişmesi olmuşsa böyle hadise musahhaf denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 36.

[91] Yazının şeklindeki değişikliğe nisbetle olursa, buna da muharref hadis denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l-Îrşâdi s- Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 36.

[92] Metin şeklinin kasden değiştirilmesi caiz değildir. Aynı şekilde metni ihtisar etmek, lafzı mürâdifi olan lafızla değiştirmek de, ancak lafızların manalarını bilen ve bu manaları bozabilecek şeyleri anlayan kimseler için caiz­dir. Ancak böyle bir durumda da hadisin lafzıyla taabbüd olunan bir zikir/dua olmaması veya cevamiu’l-kelim türünden olmaması gerekir. İdeal olan hadisi lafzıyla rivayet etmektir. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l- Usûli's-Selâse, s. 36.

[93] İbn Hacer, s. 58-64.

[94] İsnad Hz. Peygambere dayanırsa hadis, merfû’ adını alır. Bkz. Seyda, Sahîfetül-Îrşâdis-Sâlisefî’l-Usûlis-Selâse, s. 36.

[95] İsnad sahabeye dayanırsa hadis mevkûf adını alır. Bkz. Seyda, Sahîfetü’l-irşâdi’s-sâlisefî’l-usûli’s-selâse s. 36.

[96] İsnad tabiun veya sonrakilere dayanırsa hadis maktû’ adını alır. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l-Îrşâdi ’l-Usûli ’s- Selâse, s. 36.

[97] Râvi ile kendisinden hadis rivayet ettiği kimse, yaş ve hocalık gibi rivayete müteallık konularda birleşirse, bu

kısma Rivayetu’l-akran denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l-Îrşâdi ’s-Selâse, s. 36.

[98] Akran olan râvi ile şeyhi birbirinden rivayet ederlerse, bu da müdebbec ismini alır. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l- Îrşâdi ’s-Sâlisefîl-Usûli’s-Selâse, s. 36.

[99] İki râvi bir şeyhten rivayet etmek hususunda birleşir ve sonra ikisinden birinin ölümü diğerinden önce olursa, bu kısma da sabık-lahık denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l-Îrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s-Selâse, s. 36.

[100] Râvîler, her hangi bir isnadda kavli veya fiili hallerde ittifak ederlerse, bu çeşit rivayetlere Müselsel denir. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l-Îrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s-Selâse, s. 36.

[101] Râvîlerin şahısları ayrı olmakla beraber isimleri, künyeleri, baba isimleri, dede isimleri ve künyeleri ittifak ederse, hadis ilminde bu kısma muttefık-mufterık adı verilir. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l-Îrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s- Selâse, s. 36.

[102] Râvîlerin isimleri hat yönünden ittifak, fakat telaffuz yönünden ihtilaf ederse, bu kısma da, hadis ilminde mu’telif ve muhtelif denilmiştir. Bkz. Seyda, Sahîfetü ’l-Îrşâdi ’s-Sâlisefi ’l-Usûli ’s-Selâse, s. 36.

[103] Bkz. İbn Hacer, s. 72, 75, 77, 82, 84, 90, 91. 17

[104] Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 36. Krş. İbn Hacer, s. 86.

[105] Seyda, Sahîfetul-Îrşâdi’s-Sâlise fî’l-Usûli’s-Selâse, s. 36-37.

[106] Bkz. İbn Hacer, s. 94-103.

[107] Seyda, Sahîfetü’l-Îrşâdi’s-Sâlisefî’l-Usûli’s-Selâse, s. 38.

[108] Krş. Koçyiğit, s. 172; Cemal Ağırman, “Müksirun”, DÎA, XXXI, 534. 18

[109] Krş. Koçyiğit, s. 1 vd.

[110] İbn Hacer, s. 5 (Mütercimin önsözü).

[111] Kudsî hadîs ifadesi bir terim olarak VI. (XII.) yüzyıldan itibaren bu konuda yazılmış derleme çalışmaların­dan sonra ortaya çıkmış, ancak tanımını ilk defa Şerefeddin et-Tîbî (ö. 743/1342) yapmış, ardından Seyyid Şerîf el-Cürcânî, İbn Hacer el-Heytemî, Ali el-Karî, Zafer Ahmed et-Tehânevî gibi âlimler çeşitli tarifler or­taya koymuştur. Kudsî hadisi “Allah tarafından vahiy, ilham, rüya gibi değişik bilgi edinme yolları ile anlamı Hz. Peygambere bildirilen, onun tarafından kendi ifade ve üslûbu ile Allah’a nisbet edilerek rivayet edilen, Kur’an’la herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi icâz vasfı da olmayan hadis” şeklinde tanımlamak mümkündür. Hayati Yılmaz, “Kudsi Hadis”, DİA, XXVI, 318.

[112] Krş. İbn Hacer, s. 79.

[113] Krş. İbn Hacer, s. 79.

[114] Krş. İbn Hacer, s. 83.

[115] Krş. İbn Hacer, s. 84.

[116] Krş. İbn Hacer, s. 84.

[117] Krş. İbn Hacer, s. 92.

[118] Krş. İbn Hacer, s. 79.

[119] Krş. İbn Hacer, s. 51.

[120] Krş. İbnu’s-Salâh, s. 104 vd.

[121] Krş. İbnu’s-Salâh, s. 132. 19

[122] Krş. İbnu’s-Salâh, s. 208.

[123] Krş. Koçyiğit, s. 84 vd.

[124] Krş. İbn Salâh, s. 291, 302; Koçyiğit, s. 167, 173, 175, 176.

[125] Bkz. İbn Hacer, s. 65.

[126] Krş. Koçyiğit, s. 261, 278, 282, 283.

[127] Örneğin ferd-i mutlak, ferd-i nisbi, ziyâde, şazz, muhtelifu’l-hadîs konuları için bkz. Şeyda, Sahîfetü’l-lrşâdi’s- Sâlisefî'l-Usûli's-Selâse, s. 32, 33, 34.

Kaynakça

Adak, Abdurrahman, “Seyda, Muhammed Said”, DİA, XXXVII, 21.

Ağırman, Cemal, “Müksirun”, DİA, XXXI, 534.

Aktaş, Mehmet Nurullah, “Şark Medreselerinin İhya Teşebbüslerinde Muham­med Nurullah Seyda el-Cezerî ve “Usûlu’t-Tefsîr” Adlı Risâlesi”, The Journal of Academic Social Science Studies (JASSS), 34 (2015), s. 171-185.

Aşık, Salih, Ak Yüzlü Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezerî, İstanbul: Dahi A.Ş., t.y. Atay, Hüseyin, “Medreselerin Gerilemesi”, AÜİFD, XXIV (1981), s. 15-56.

_ , “Medreselerin Islahatı”, AÜİFD, XXV (1982), s. 1-43.

Aydın, Muhammed Şevki, “Medreselerin Gerileyiş Sebepleri Üzerine”, EÜİFD, 4 (1987), s. 321-336.

Bağcı, H. Musa, “Medrese Eğitiminde Hadis Birikimi -Diyarbakır Örneği-“, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, I, 1 (2009), s. 45-59.

Boumrane, Chikh, “İslam Tarihinde Eğitim Öğretim Kuramları”, çev. Nesimi Ya­zıcı, AÜİFD, XXX (1981), s. 279-285.

Cengiz, Yunus, “Muhammed Nurullah Seyda’nın Doğa Okuması: Taninu’t-Tabi’a Eseri Üzerine”, Uluslararası Bilim, Düşünce ve Sanatta Cizre Sempozyumu, ed. M. Nesim Doru, İstanbul: 2012, s. 271-278.

Göksu, Muhammed, “Muhammed Nurullah Seyda el-Cezerî (1949-1985)’nin Ha­yatı Şahsiyeti Ve Tasavvuf Anlayışı”, Uluslararası Şırnak ve Çevresi Sempozyu­mu, ed. M. Nesim Doru, Şırnak: 2010, s. 648,

Hızlı, Mefail, “Kuruluşundan Osmanlılara Kadar Medreseler”, UÜİFD, II, 2 (1987), s. 273-281.

_ , “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, UÜİFD, XVII, 1

(2008), s. 25-46.

Çiçek, M. Halil, Şark Medreselerinin Serencâmı, İstanbul: Beyan Yayınları, 2009. İbn Hacer, Ebû’l-Fazl Ahmed b. Ali el-Askalânî, Nüzhetun-Nazar fî Tavzihi Nuhbeti’l-Fiker, çev. Talat Koçyiğit, Ankara: AÜİF Yay., t.y.

İbn Salâh, Ebû Amr Osman b. Abdirrahman eş-Şehrezurî, Ulûmu’l-Hadîs, thk. Nureddin Itr, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1986.

21

Karacabey, Salih, “XV. ve XVI. Asır Osmanlı Medreselerinde Hadîs Öğretimi”, UÜİFD, IV, 4 (1992), s. 227-235.

Karacabey, Salih, “Osmanlı Medreselerinin Son Döneminde Hadis Öğreti­mi”, UÜİFD, VIII, 8 (1999), s. 149-170.

Karacabey, Salih, “Hadis Öğretiminde Medrese ve Daru’l-Hadislerin Yeri”, Anadolu’da Hadis Geleneği ve Daru’l-Hadisler (Uluslararası Katılımlı Sem­pozyum: 30 Nisan-1 Mayıs 2011), Çankırı: 2011, s. 217-243.

Koçyiğit, Talat, Hadîs Usûlü, Ankara: TDV Yay., 2012.

Özyılmaz, Ömer, “Medreselerin Bozulma Sebepleri ve Bunların Islahı Yönünde Yapılan Çalışmalara Kısa Bir Bakış”, UÜİFD, V, 5 (1993), s. 133-150.

Parladır, Selahattin, “Medrese Hakkında Pedagojik Bir Değerlendirme”, DEÜİFD, 4 (1987), s. 151-182.

Seyda, Muhammed Nurullah, Esrâru’t-Tasavvuf (Tasavvufun Sırları), çev. İbrahim Öztürk, Bursa: Elvan Ajans, t.y.

Seyda, Muhammed Nurullah el-Cezeri, Çekirdekler ve Gerçekler, çev. Abdullah Yücel, İstanbul: Zaman Yay., 1994.

Seyda, Muhammed Nurullah el-Cezerî, “Usûlu’t-Tefsîr”, çev. Mehmet Nurullah Aktaş, The Journal of Academic Social Science Studies, 31 (2015), s. 539-549.

Seyda, Muhammed Nurullah, Sahîfetul-İrşâdi’s-Sâlise Fi’l-Usûli’s-Selâse, Kamışlı: 1389/1969.

Tokhtarov, Midat, Muhammed Nurullah Seydâ el-Cezerî Hayatı, Eserleri ve Fikirle­ri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, UÜSBE, Bursa: 2012.

Tunçer, Orhan, “Cizre Ulucamii ve Medresesi”, Yıllık Araştırmalar Dergisi III, An­kara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1981.

Ünalan, Abdulkerim, “Molla Fahrettin Batmanî’nin Hayatı ve Eserleri” e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 3 (2010), s. 129-134.

Yılmaz, Hayati, “Kudsi Hadis”, DİA, XXVI, 318.

Yorumlar (0)
15
açık
Namaz Vakti 19 Nisan 2024
İmsak 04:38
Güneş 06:12
Öğle 13:08
İkindi 16:53
Akşam 19:55
Yatsı 21:22
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 32 87
2. Fenerbahçe 32 85
3. Trabzonspor 32 52
4. Beşiktaş 32 48
5. Rizespor 32 48
6. Başakşehir 32 46
7. Kasımpasa 32 46
8. Sivasspor 32 44
9. Antalyaspor 32 42
10. Alanyaspor 32 42
11. A.Demirspor 32 40
12. Samsunspor 32 38
13. Ankaragücü 32 37
14. Kayserispor 32 37
15. Konyaspor 32 36
16. Hatayspor 32 33
17. Gaziantep FK 32 31
18. Karagümrük 32 30
19. Pendikspor 32 30
20. İstanbulspor 32 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 30 68
2. Göztepe 30 60
3. Kocaelispor 30 52
4. Ahlatçı Çorum FK 30 52
5. Sakaryaspor 30 51
6. Bodrumspor 30 49
7. Boluspor 30 46
8. Bandırmaspor 30 46
9. Gençlerbirliği 30 44
10. Erzurumspor 30 41
11. Keçiörengücü 30 36
12. Şanlıurfaspor 30 34
13. Ümraniye 30 34
14. Manisa FK 30 33
15. Tuzlaspor 30 32
16. Adanaspor 30 32
17. Altay 30 15
18. Giresunspor 30 7
Takımlar O P
1. M.City 32 73
2. Arsenal 32 71
3. Liverpool 32 71
4. Aston Villa 33 63
5. Tottenham 32 60
6. Newcastle 32 50
7. M. United 32 50
8. West Ham United 33 48
9. Chelsea 31 47
10. Brighton 32 44
11. Wolves 32 43
12. Fulham 33 42
13. Bournemouth 32 42
14. Crystal Palace 32 33
15. Brentford 33 32
16. Everton 32 27
17. Nottingham Forest 33 26
18. Luton Town 33 25
19. Burnley 33 20
20. Sheffield United 32 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 31 78
2. Barcelona 31 70
3. Girona 31 65
4. Atletico Madrid 31 61
5. Athletic Bilbao 31 57
6. Real Sociedad 31 50
7. Valencia 31 47
8. Real Betis 31 45
9. Villarreal 31 39
10. Getafe 31 39
11. Osasuna 31 39
12. Las Palmas 31 37
13. Sevilla 31 34
14. Deportivo Alaves 31 32
15. Mallorca 31 31
16. Rayo Vallecano 31 31
17. Celta Vigo 31 28
18. Cadiz 31 25
19. Granada 31 17
20. Almeria 31 14
Günün Karikatürü Tümü