Uygarlık ve Dünyanın İmarı

Müslümanların ilk neslindeki uygarlık anlayışı İslâm’ın ruhundan kaynaklanıyordu.

İSLAM VE KÜLTÜR 04.04.2021, 16:52 04.04.2021, 16:58 Ramazan Peri
Uygarlık ve Dünyanın İmarı

İslâm’ın öncesinde de sonrasında ya da çıktığı günlerdeki modern olan cahiliyetler, uygarlıkta ruhî yöne ağırlık verip, dünya hayatını aksatmış, hisse daha yakın işlerdir, cesede yakındır, ceset de lânetlidir, ha kirdir ve pisliktir gerekçesiyle dünyanın imarını aksatmışlarsa...

Veya ayni cahiliyetler uygarlığın maddî yönüne ağırlık verip, âhire- ti ve ruh âlemini, gerçekle ilgisi olmayan kişisel işlerdir, hatta çok defa uygarlığın ilerlemesi için engeldir gerekçesiyle aksatmış ve his-madde âlemine yönelip, bütün maharetlerini onda gösterip, enerjilerini değer­lerden, ilkelerden uzak kalarak onda harcamışlarsa...

Lütfü bol olan ve her şeyi bilen; insanın yaratıcısı, onun durumunu ve gereksinimlerini, ona yarayan ve yaramayanı en iyi bilen Allah Tealâ’dan inen İslâm, insanın hiçbir yönünü aksatmayan, bir bölümü­nün gereksinimine öbürünün hesabma cevap vermeyen ve O’nun ya­rattığı normal fıtrata cevap veren kapsamlı ve tam bir programdır:

“Rabbin meleklere şöyle demişti: ‘Ben çamurdan bir insan yarata­cağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman, ona secdeye ka­panın.’” (Sâd, 71-72)

İnsanın, bir avuç çamurunu, ruhî nefesten veya ruhî nefesi, bir avuç çamurdan ayırmayan dengenin cesedi de ruhu da aksatmayan bir yapısı vardır.

İlâhî program bu yapının gerek duyduğu gerçekçi programı verir.

Kapsamlılık, uyum ve denge İlâhî programın en belirgin özellikle­ridir. İnsanın ve beşer hayatının bütün yönlerini kapsama, aralarında sağlam bir uyum ve çeşitli yönlerinde denge...

Bu İslâm’ın büyüklüğüdür. İnsanların hayatlarına doğru bir akide­den yani “Lâ ilâhe illallah”tan kopuk olarak hükmeden cahiliyetlere üstünlüğüdür: Allah Tealâ’nın şu ayeti bunu kapsıyor:

"Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlardı? Yakinen bilen bir millet için Allah ’tan daha iyi hüküm veren kim vardır? ” (Maide, 50)

Yüce Allah’ın iradesi ve hükmü hadlerin infazı ile sınırlı değildir. Allah Tealâ’nm hükmü, insanın hayatındaki her küçük ve büyüğü içine alır; zahirî bir iş veya vicdanda gizli bir niyet vs. hepsi dâhildir.

Uygarlık ve dünyanın imarı da, “Lâ ilâhe illallah” ve Allah Tealâ’dan inen programla sıkı bir bağı vardır.

İslâm’ın uygarlık anlayışı ibadet anlayışıdır. Allah Tealâ’nm; “Cin­leri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yarattım ” (Zariyat, 56) diye belirlediği insanın varlık amacının gerçekleşmesidir. Amaç budur. Ölçü de budur. İnsanlığın gerçeğinde, insanın varlık amacının gerçekleşmesinden gelişecektir uygarlık. İniş ve çıkışın, istikamet ve sapmanın ölçüleceği ölçek te odur.

İnsanın varlık amacına bakış değiştikçe uygarlığa ve tarihe bakış da değişecektir.

İnsanın varlık amacı Nerefan’m dediği gibi büyük varlıkta fena bul­mak ya da cesedin boyunduruğundan kurtulup yaratıcıyla birleşmek için ruhun yükselmesi olursa, uygarlık ve dünyanın iman ruh âleminin oluşması olacaktır!

İnsamn varlık amacı, haram-helâl, hayır-şer, fazilet-rezilet gibi de­ğerler dikkate alınmadan dünya imkânlarından yararlanmak olursa, uygarlık da dünyaya sadece maddî iman olacaktır. Ama aym anda da daha fazla kazanç elde etmek için başkalarına üstünlük, başkalannı güç ve kahırla bastırma (maddî, askerî, siyasî, ekonomik veya İlmî ya da hepsiyle birden) çabalan çıkacaktır ortaya.

Fakat, amaç geniş ve kapsamlı anlamıyla Yaradan’a ibadet olursa, uygarlık anlayışı da bunlardan daha değişik olur. Tarih de böyle... Çün­kü onu yorumlayan ölçü insanın varlık amacım ne oranda gerçekleştir­diği, ne kadar başanlı ve ne kadar da başansız olduğudur.

îbadet bölümünde açıklamıştık: Allah Tealâ rahmetinden dolayı, in­sanın bedensel, aklî ve ruhî bütün alanlardaki doğal eylemlerini -insan onunla Allah Tealâ’yı arzuluyor ve O’nun programmdan onu kaynak- landırıyorsa- ibadet saymıştır. Hatta o eylemleri insandan istenen ve yapmasıyla varlık amacı yerine gelecek ibadet saymıştır.

îşte bu faaliyet uygarlığı doğuracaktır. Uygarlık da insanlığın çeşit­li alanlardaki faaliyetlerinin ürününden başka bir şey değildir zaten...

Konuyu inceleyince beden, akıl ve ruhun her faaliyetinden bir uy­garlığın oluşmadığını görüyoruz. Çok açık bir gerçektir bu. Ancak in­sanın varlık amacına hizmet eden faaliyetler olabilir onlar.

Yeryüzünde yürümek ya da kazı yapmak, kendi başına uygarlık de­ğildir. Ancak belli bir hedefle yapılan gezi, örneğin; dünyanın bilinme­yen yörelerinin keşfi, yerleşim için kullanılıp imar edilmesi amacıyla yapılan bir gezi ve toprağm altındaki madenlerin çıkarılıp imarda kul­lanılması amacıyla yapılan bir kazı, uygarlığı oluşturan ya da bu uğur­da olan faaliyetler olabilir.

Akıl ve ruhun faaliyetleri de böyledir: Bir uygarlık oluşturmaları için, hedefleri olması ve hedeflerinin insanın varlık amacma yönelik olması, bugüne ters ohnaması şarttır.

Buradan, güvenle ilgili şunu söyleyebiliriz: Cahiliyetlerin meydana getirdiği maddî ve aklî (bazan da ruhî) ürünler, kimi zaman büyük gö­rünse ve ilk bakışta gözleri büyülese bile, gerçek bir uygarlık değildir. Çünkü insanlığın faaliyet ve ürünlerini uygarlık yapan -insanın varlık amacma yönelik olması, ona ters düşmemesi- esas şarttan yoksundurlar.

İnsanın, hissî ve maddî yönden üne önem vermeyerek ondan kopuk bir halde sadece ruhî yönünün gerçekleştirilmesi, ilâh! programın ortaya koyduğu insanın varlık amacım gerçekleştirmez. Aynı şekilde insanm, ruhî yönüne önem vermeyerek, ondan kopuk bir halde insan ve İnsanî hayatta hissî-maddî yönün tahakkuk gerçekleştirilmesi de insanm varlık amacım gerçekleştirmez. O’nu yıkıma ve helâke sürükler. Böylece her iki akım da uygarlığın doğru olan anlamıyla bir uygarlık oluşturamaz. Ya da -deyim yakışık alırsa- cahilî bir uygarlık oluştururlar.

Sağlıklı bir temele dayanmadan iki tarafın birleşmesi de, -Fira- vun’un cahiliyetinde olduğu gibi; madde ve ruhu birleştirmiş ama Fi- ravun’un ilâhlığı ve Yaradan’a rağmen ona kulluğa dayanan bir ilkey­le- doğru anlamıyla bir uygarlık oluşturmaz. Dediğimiz gibi bu bir ca- hiliye uygarlığı oluşturur ancak.

Sağlıklı bir uygarlık ise, insanın dünyadaki varlık amacının normal bir şekilde yerine getirildiği bir uygarlıktır.

Allah Tealâ bu gerçeği belirlemiştir de.

“Cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etmeleri için yarattım. ” (Zariyât, 56)

“De ki: Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rab- bi olan Allah içindir. O ’nun hiçbir ortağı yoktur. ” (En’am, 162-163)

Namaz ve ibadetler İslâm’ın, gerçek işareti ve asıl gerekleri ile uy­garlık anlayışının bir bölümüdür. Dünyada O’nun dininin geçerli kılın­ması, “Lâ ilâhe illallah”m direkt gereğidir, İslâm’m uygarlık anlayışı­nın da bir bölümüdür.

İlâhî adaletin dünyada (Allah Tealâ’nın olmasını dilediği ve bu üm­meti uygulanması için çıkardığı) uygulanması da İslâm’m uygarlık an­layışından bir bölümdür. Allah Tealâ, ümmeti yönlendirip, büyük ema­neti yüklemeye hazırlarken şöyle buyuruyor:

“Ey inananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin, ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğritirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işledikleriniz­den şüphesiz haberdardır." (Nisa, 135)

“Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah ’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. ” (Maide, 8)

Hayatın, bütün eylemleriyle, Yaradan’dan korku ve O’nun haşyeti etrafında dönen bir ahlâka dayandırılmasıyla, siyaset ulul-emrin (yöneticinin) mutlak hakikatlerle hükmetmesi, ümmetin de, Allah Tealâ’nm dinine uygun olarak emrettiklerinde ulü’l-emre itaati, O ve Resülü için nasihat, iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma, iyilik ve takvada yardımlaşma, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmama, işlerin şûraya göre düzenlenmesi şeklinde çıkar ortaya... Ekonominin da bir ahlâkı olur ve Allah Tealâ’mn haram ettiği faiz, karaborsa, aldatma, vurup-kırmalar, çalma, gasp, işçinin hakkım yeme, insanların mallarını haksız yere yemeden uzak, malın zekât ve sadaka suretiyle aklanması, lüks, israf, günah ve gösterişe harcanmamasına dayanır... Toplum iliş­kilerinde sevgi, saygı, üstlenme, iyilik ve takvada yardımlaşma; kan, ırz ve malın haramlığı, kinlerin örtülüp, insanların bağışlanması, alay- eğlence, gıybet, nemime, tecessüs ve sırlan araştırmadan uzak bir ya­pıda ortaya çıkan ahlâkla yürür. Aile ilişkileri de ahlâkla yürür. Cinsle­rin ilişkileri de ahlâklıdır... Hayatın tamamıyla bu ahlâkî kural üzerin­de yürütülmesi İslâm’ın uygarlık anlayışından bir parçadır.

Kişisel veya uluslararası antlaşmalar ve sözleşmelerde ahde vefa İslâm’m uygarlık anlayışına dahildir.

Yüce Allah’ın dini veya Yaradan’m evrendeki kanunları ve madde­nin özelliklerini öğrenmek -ki bunun anlamı, O’nun insanın hizmetine verdiği gökler ve yerdeki güçlerin ortaya çıkarılıp dünyanın imarında kullanılmasıdır- bütün çeşitleriyle ilim tahsili, çeşitli yönleriyle ve çe­şitleriyle ilmin elde edilmesi de İslâm’ın uygarlık anlayışına dahildir.

Evren ve insan hayatındaki güzelliklere dikkat çeken ve onları iyi bir üslûpla ortaya koyan güzel sanatların varlığı... Yalnız fuhşu süsle­meyecek bu sanatlar; çünkü fuhuş güzellik değil düşüklüktür gerçekte. Zaaf ânını da süslemeyecek; çünkü o da bir güzellik değil, insanın var­lık amacım idrakten gafil olduğu, ya da o varlığın tahkikinde yetersiz olduğu bir andır. Sapıklık ve anormallikleri de süslemeyecek; çünkü onlar da güzellik değil, güzellikten sapma ve uzaklaşmadır. Şeytana kulluğu, arzu ve şehvetlere tapınmayı da süslememeli, onlar güzellik değil, Allah Tealâ’nm üstün tutup, kıymetlendirdiği ve onun yapışma ters olan, onu hakirliğe düşüren her şeye kulluktan kurtulmasını istedi­ği insanın düşüklük ânıdır. îşte böyle bir sanat anlayışı da, İslâm’ın uy­garlık anlayışından bir bölümdür.

Evet, bunlar ve bu yönde olanların tamamı, İslâm’daki uygarlık kav­ramının manevî yönüdür. İslâm’ın kavramında bulunan insan uygarlığı­nın bir de maddî yönü vardır ki, o da önemli bir bölümü oluşturur.

İnsan, Allah Tealâ’ya ibadet için yaratılmışsa da, dünyanın imarı, insanın dünyadaki misyonunu gerçekleştiren geniş ve kapsamlı ibadet kavramının bir yönüdür:

“Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim/ de­mişti. ” (Bakara, 30)

“Sizi yeryüzünde yaratıp, orayı imar etmenizi dileyen O’dur. ” (Hüd, 61)

“Lâ ilâhe illallah”ın yerine gelmesi, yani şirkin kaldırılıp tevhidin ge­tirilmesi, İlâhî adalet ve imanî ahlâkın getirilmesi “imar”ın bir bölümü­dür. Çünkü dünya da gerçek iman ancak, onu sapıklık, bozgun ve serden koruyacak olan bir şemsiyenin gölgesine girdiği zaman mümkündür.

îmanın bu yönü zihin ve bilek çabasını gerektirir ortaya çıkması için. Maddenin özelliklerinin, Allah Tealâ’nın bu evrenin akışım sür­dürdüğü kanunların (modem cahiliye, Allah Tealâ’yı inkâr edip, O’nun yerine tabiata tapındıktan sonra, “tabiat kanunları diye isimlendirdi bunları) bilinmesi ve bu bilginin fizik, kimya, tıp, mühendislik ve di­ğer alanlarda uygulamasıdır.

. Çağdaş cahiliye, uygarlığın bu yüzünü itibara almış veya uygarlı­ğın en önemli yönü kabul etmiştir. İnsan ürünleri de ön planda tutul­muştur. İslâm ise, bu ürünlerin uygarlık kapsamına alınması için bir şart koşmaktadır: Hepsinin İlâhî prensiplere uygun ve onun gerekleri­ne ters düşmüyor olması.

Evrendeki eneğinin ortaya çıkarılması, onunla aya, Merih’e varmış ol­sa bile, insanın dünyada yapacağı en önemli iş değildir. Asıl daha önemli olan, onun ardındaki gizlenmiş amaç ve meydana geldiği üslûpla ona ege­men olan yöntemdir.

Biz “daha önemli” dediğimizde bazı insanlar, “alternatif’ dediğimi­zi zannediyorlar. Yani biz, manevî değerleri maddî değerlere bedel ola­rak getiriyoruz! Akıllı biri bunu söylemez. Manevî değerler tek başına, ekmek olmadan boş mideleri doyurmaz. Arabaları, trenleri, uçakları kayıt olmadan hareket ettirmez. Fabrika ve aletler olmadan top, tank ve füze de yapamaz.

İnsanın hatırlatmaya gerek duymadığı doğal bir şeydir bu. Ama bu­nun karşısında en az onun kadar doğal olan, önem bakımından ondan aşağı kalmayan bir gerçek daha vardır. Tek başma ekmek, yakıt, fabri­kalar, aletler, arabalar, trenler, füzeler, tanklar ve toplar uygarlık oluş­turmazlar, uygar bir insan da meydana getiremezler, dünyanm gerçek bir imarını da... Çünkü “değerler” olmadan maddî gelişmeler tek başı­na yıkıma götürürler.

İşte çağdaş cahiliyenin kabul etmediği ya da kabul etmek istemedi­ği bir şeydir bu. Bütün tarihî gerçeklere rağmen. Hatta onu her taraftan kuşatan korkulara ve safları arasında yayılan yok oluşa rağmen.

İnsan, ürettiği bütün maddî ürünlerle, insanı insan yapıp, hayvan seviyesinden yükselten değerlerden uzak kalması durumunda alçaklar alçağı seviyesine düşebilir.

Çağdaş cahiliye bunun adresi ve örneğidir.

Elinde insanlığın görebildiği en büyük İlmî imkanlar ve tarihte gö­rülmüş en büyük maddî ürünler var... Hiçbir insan neslinin kavuşama­dığı buluşlar, maddi kolaylıklar da onun elindedir. Bir anahtara basma, harika eşyalar yapabiliyor, büyük aletleri çalıştırıyor... Sesli veya gö­rüntülü yayınla dünyadaki haberleri veriyor... Ya da seni fezaya, ay ve Merih’e naklediyor...

Evet. Ama, “insan” nerede?

Modem çağın insanları arasında, sapıtmış olanlar vardır. Ya da dü­şük cinsel ilişkilerde boğulmuş, suçsuz insanlara saldıranlar... Akıl hastanelerinden birinde veya psikoloji doktorlarından birinin muaye­nehanesinin kapısında sıra bekleyenler, ya da sinirlerini bozan, mutlu­luğunu dağıtan bunalım, şaşkınlık ve yokluk bilinci içinde intihar et­mek üzere olanlar.

Olay bütün bu durumların bulunmasıyla bitmiyor. Yaşadığı değer­leri ne olursa olsun bu durumlardan birinin bulunmadığı bir toplum da yoktur yeryüzünde. Vahim olan, bu durumların ürkütücü derecede ço­ğalması ve sosyal görünüm halini almasıdır. Ve yirminci yüzyıl cahili- yetinin açık niteliği halini almasıdır.

O halde, İslâm’ın uygarlık anlayışı, bir tutam toprakla, Allah Te- alâ’nın ruhundan bir nefesten yaratılan insanın uygarlığıdır. Oluşumu itibariyle bütün değerleri, ahlâk ve ilkeleri reddeden Darwin’in hayva­nı olmadığı gibi, arzusuna uyup, yeryüzünde Yaradan’a kullukta bü­yüklenerek zalimleşen ilâh da değildir.

Bu esas üzerine İslâm uygarlığı tarihte “tek” olarak kurulmuştur.

Hem de en sıradan maddî olanaklarla: Birkaç çadır, toprak evler, hur­ma bahçeleri, atlar, develer, koyunlar, oklar ve kılıçlarla.

O bu haliyle tarihin mucizelerinden biriydi!

O imkanların maddî imar araçlarının eşsiz bir uygarlık şöyle dur­sun, sıradan bir uygarlık bile geliştireceğini tasavvur edemezdi insan. Ama tarihte örneği olmayan değerler bolluğu, fezaya salınmış slogan­lar şeklinde değil de gerçekte uygulanan değerler, imardaki maddî ek­sikliği telâfi edip örtmüş ve “insanlar için hayırlı ümmeti” çıkarmıştır.

Bununla beraber bu tablo o uygarlığın son tablosu değil doğum ânıydı sadece. Ancak biz, beşeriyetin yaşadığı bu eşsiz tablo önünde bir süre duralım. Şu sorunun gündeme gelmesi için gerekli bir durakla­madır bu.

Bir eksiklik bulunması durumunda, uygarlığın hangi yönü, diğer yöndeki eksikliği doldurabilir; manevî (değerler) yönü mü yoksa maddî yönü mü?

Çağdaş cahiliyeye mukabil, İslâm bu soruya kesin cevap veriyor. Yüksek değerlerin bolluğu maddî geri kalmışlığın yerini doldurmayı ve insanlığın gördüğü hayırlı nesli, O ve Resûlü’nün (s.a.) şehadetıyle ortaya çıkarmışken, maddî, İlmî ve teknolojik ürünlerdeki büyük iler­leme ruhî, manevî ve ahlâkî boşluğu doldurmamış ve tarihin en şerli cahiliyetini çıkarmıştır ortaya.

Fakat, “doğum” tablosu, nihaî tablo değildi; olması da gerekmezdi. Fakat bu doğumda, daha sonra ortaya çıkan, gelişme ve güçlenmenin bütün unsurları saklıydı.

Bu eşsiz doğum bu ümmeti bütün kaynaklarından ilim tahsiline, Yu­nanca ve Latince’yi ve o yüzyıldaki bilim dillerini öğrenmeye itti. Ar­dından da kendi İlmî hareketini başlattı. İlmî araştırmalarda deneysel yöntemin en güzelini keşfetmişlerdi... Avrupa’nın modem İlmî hareketi de müslümanların medreselerinde öğrendikleri üzerine kurulmuştur.

îslâm şehirlerinde görülen sanayi, ticaret ve sürekli hareketle mad­dî kalkınma ve yeryüzünün düzenine de müslümanları iten odur. Yönetimsel sistemler, kaza, devlet mâliyesi, öğretim sistemi, vakıf kurumu, savaş düzeni, haksızlıkların ve diğer fıkıh konularının görüldüğü yüce makamlar vb...

Dünyanın meçhul yörelerini keşfe, haritalar çizip alanlar tahdidin­de... Tarihteki en büyük keşif hareketlerine ki, daha sonra, Vasco de Gama, Colomb ve Magellan gibilerin keşifleri de bulunan Avrupa’da­ki keşif hareketi de onun üzerine kurulmuştur... Bütün bunlara müslü- manları iten de odur.

Modem nesillerin, bu asalet, bu derinlik, bu bolluk nasıl elde edildi diye hayret ettiği büyük fikir mirasım da geliştiren odur.

Edebiyat, imar ve diğer sanat dallarını geliştiren de odur.

Ama bu uygarlığın en çok özelleştiği şey, dünyamn imarında ger­çekleştirdiği her şeyi doğru inanışın gölgesinde gerçekleştirmiş olma­sıdır, hatta onunla paralel hareket etmiştir. Dünyada yaptığı imarda, Allah Tealâ’ya ve ahiret gününe iman ediyor, O’na ve ahiret gününe imanın gereklerini yapıyordu.

Bu uygarlık, daha sonra lükse düşünce, ümmetin tarihinde çözül­menin ve yıkılmanın da başlangıcı oldu bu. O da burası yeri olmayan- insanlığm sorunlarındandır. Ancak biz, uygarlık ve dünyanın imarı kavramından söz açılmışken kısaca buna değinelim.

Uluslarm gelişmesinde, toplanmış azimler, bilenmiş amaçlar ve ge­niş çabalar vardır; çünkü bir yığın meydan okumalarla karşılaşacaklar­dır. Bu da amaçlan biler, azimleri toplar ve çabalan artırır. Var olma gerçekleşip, güven ve egemenlik sağlanarak, karşıt taraflar susturulun- caya kadar birkaç nesil devam eder bu. Daha sonra, bilfiil ortaya ko­nan ürünle bir nevi rahatlık ve onunla beraber de erteleme, amaçların parçalanması, lükse ve israfa kayma başlar. Özellikle, çoğu zaman maddî başarılarla gelen mal bolluğuyla.

Lüks başlayınca yıkım da başlar.

Tehlikeler gelir, millet nimetler içinde, önündeki dünya varlığı ile meşguldür Kendisine yaklaşan tehlikeyi takdir edemez, gücüne alda­nır. Ya da rahat ve banş, dünyaya bağlılık fısıltıları ile uykudadır, uya­rıcı seslere kulak vermez.

Ve İlâhî kanun işler:

"Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklarına yola

gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok

olmayı hak eder Biz de onu yerle bir ederiz. ” (İsrâ, 16)

İlâhî kanunlar, kendilerine hoşgörünün haklılığım ne kadar tamsa­lar da, hiçbir halka hoşgörülü davranmaz:

" Yahudiler ve Hıristiyan lar, ‘Biz Allah ’ın oğullan ve sevgilileriyiz ’

dediler. De ki: ‘Öyleyse günahlarınızdan ötürü size niçin azap edi­yor? Bilakis siz O ’nun yarattığı insanlarsınız. ” (Maıde, 18)

İlâhî kanun, lükse kayıp dünyaya bağlandığı zaman İslâm ümmeti­ne de uygulandı. Zira Allah Tealâ’nm kanunları değişmez:

“Sen Allah *ın yasasında bir değişiklik bulamazsın. Sen Allah ’ın ya­sasında bir başkalaşma da bulamazsın. ” (Fâtır, 43)

Lüks bir yandan yıkıcı iken, ona tepki olarak da başka bir tehlikeyi getiriyordu. İnziva ve dünyanın maddî imarından çekilme, dünya lâ­netlidir, insanları ahiretten alıkoyuyor gerekçesiyle maddî kuvvetin se­beplerini terk etme...

Böylece uygarlık aynı anda iki taraftan da çöküyordu: Aşın lüks ve israf ruhî ve manevî yönü (değerler, ahlâk ve ilkeler), dünyanın ima­rından el çeken mistik hareketler de maddî ve his yönünü...

İslâm ümmeti için aşırılık uygun olmadığı gibi, düzeltilmesinde, inziva ve dünyanın imarım terk de doğru bir yol değildir. İkisi de, İslâm ümmetinin düşmanlanm, Allah Tealâ’nın dinini imha için, doğu­dan ve batıdan hücuma geçirten zaafın sebeplerindendir.

Her alanda yayılan çöküntü dalgalan başladı.

Fikir ve ilim alanında, edebiyat ve sanat alanmda, siyaset, ekonomi ve savaş alanında, sanayi ve ziraî ürünler üretimi alanmda, ahlâkî tavır alanmda... Ve her şeyden önce, sahih inanç alanmda, ibadet kavramı ve “Lâ ilâhe illallah” kavrammda...

Bu hal, birkaç yüzyıl sürdü. Islâm dünyası her gün biraz daha çö­kerken, düşmanları güçleniyorlardı. Savunmadan hücuma geçiyor, İslâm dünyasından her gün bir bölümünü paylaşıyorlardı. Müslüman­ları hakirliğe düşürüyor, köleleştirip, İslâm’ı kaldırmaya çalışıyorlardı oradan.

İslâm dünyası her şeyin içten çökmeye başlaması ve düşmanların avucuna düşmesiyle bunalımla yüzyüze geldi. Yıkım, yüzyıllar süren sapmaların doğal bir sonucuydu.

Kelime-i tevhit kavramına isabet eden boşluk, ibadet kavramına isabet eden boşluk, Allah Tealâ’nm düşmanları için hazırlanmasını emrettiği güç kuvvet araçlarının bir kenara atılmasını isteyen tevekkül düşüncesi...

Ama asıl şiddetli darbe iç çöküntüyle geldi. Dinin hakikatma dö­nüp, o gerçeği uygulama alanına koyanların dışında “modem müslü- manlar” henüz uyanamadılar bu darbeden: Benliklerinde fikir emper­yalizminin kabulünü tartışmadan, düşünüp taşınmadan kabulünü hazır­layan ruhî bozgun!

Fikir emperyalizminin, kalplere ve kafalara soktuğu sapık fikirler arasmda uygarlık ve dünyanın iman kavramı da vardır. O etkiyle, geri kalışlannm, Mnüslüman olmalarına dayandığına inandılar.

Bu kuruntu, hakikattan ne de uzak! Geri kalışları İslâm’dan değildi. İslâm’ın gerçeğinden uzak kalmalan onlan bu ayıplı geri kalışa götürdü.

Ne var ki bu kuruntu onlan, kurtuluşu, koptukları İslâm’da değil de çağdaş cahiliyede aradılar... Çağdaş cahiliye onlara dedi ki: Uygarlık, maddî, İlmî ve teknolojik ilerleme, insandan yükünü ve çabasını alıp ale­te vermektir. Çektiği acıyı da haplarla unutturmak!

Çağdaş cahiliye onlara -sözüyle inkâr etse de (hal diliyle) dedi ki: Değerler, ahlâk, ilkeler boştur, hesaptan düşmüştür!

“Modem müslümanlar”da medenîleşmeye koyuldular! Geri kal­mışlığın tozlarını üzerlerinden atmaya birkaç yılda yüzyıllar boyu kay­bettiklerini kazanmaya çalıştılar!

Yüce Allah’ın yolundan kaçarak veya koparak, Batılı anlayışa göre “medenileştiler.”

Maddî gücün ancak bazı olanaklarını alırken, boğazlama kadar batı­lı lükse boğuldular: Yeni evler, döşemeler, arabalar, uçaklar, fırınlar, buzdolapları, zevk eseri giyimler, içki, kumar, cinsiyet anarşisi ki bütün bunların hepsi “hürriyet” diye adlandırılıyor.

Kendi içlerinde memnun, artmasını istedikleri, işledikleri pislikle­rin geçerli akçe olacağı günü iple çekiyor olsalar da, herkesin zararla­rında müttefik olduğu bozgun noktalarını bir kenara koy... Ve becer­dikleri maddî ilerleme yönünün gerçek çehresini al: Sanayileşme ve üretimi artırma faaliyeti, yaşam şartlarını yükseltme ve fazla elektrik üretimi...

Bütün hepsi değer, ahlâk ve ilkesiz ne işe yarar? Kopup attıkları İslâm’sız kıymetleri nedir?

Onlar bununla, içinde bulundukları hakirlik ve insanların gözünde­ki pasiflikten çıkabilecekler mi?

Gerçek müslümanlarm, yirminci yüzyıl cahiliyetindeki, sapıtmış insanlığa sunacakları çok şeyleri vardır...

Dünyanın maddî imarını diledikleri yerden alsınlar! Fakat bu isme lâyık asil ve gerçek bir uygarlık geliştirmeleri için onu, İlâhî programa uygulasınlar. Bilimi ve maddî, teknolojik ilerlemeyi alsınlar ama on­ları nerede kullanacaklarını belirlesinler: Alçak şehvetlere kullukta mı? Ahireti unutma noktasında dünya hayatma batmada mı? Yüce Allah’a kulluğa bedel şeytana kullukta mı?

O zaman ne onlar kendileri hakirlik ve pasiflikten kurtulabilir, ne de insanlığı yokluk ve zarardan kurtarabilirler.

Ama İlâhî programın uygulamasında kullanıldığında... Yüce Al­lah'ın dininin hükümranlığım tekrar sağlamada... Yüce Allah’ın diledi­ği gibi İlâhî adaletin uygulanmasında... Siyaset, ekonomi, toplumsal ilişkiler, ailevî ilişkiler, cinsler arası ilişkiler, fikir, edebiyat ve sanat­ta... Ahlâkî kurallar üzerine bir kuruluş için...

Başka bir ifadeyle: İnsanın varlık amacını yerine getirirler.,. “Lâ ilahe illallah”! gerçek dünyasında gerçekleştirirler... İbadet kavramının doğru şeklini yerine getirirler...

O takdirde de kendilerini içinde bulundukları durumdan kurtardık­ları gibi, kurtuluş yolu arayan, şaşkın ve sapıtmış insanlığa da kurtarıcı eli uzatırlar.

Allah Tealâ için zor değildir bu:

“Allah sizden inanıp iyi işler yapanlara vaat etti: Onlardan önceki­leri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kıla­cak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerim kendilerine sağlam­laştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Onlar hep bana kulluk ederler ve bana hiçbir şeyi or­tak koşmazlar. ” (Nur, 55)

“Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, Peygamber de size şahit olsun. ” (Bakara, 143)

“Onlar (o kimselerdir) ki, kendilerine yeryüzünde iktidar verdiği­miz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bilakis) namazı kılar­lar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeğe çalı­şırlar. Bütün işlerin sonu Allah ’a aittir ” (Hacc, 41)

Muhammed Kutup

Çeviri: Nurettin Yıldız

Yorumlar (0)
15
açık
Namaz Vakti 30 Mart 2024
İmsak 05:17
Güneş 06:44
Öğle 13:14
İkindi 16:46
Akşam 19:34
Yatsı 20:55
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 30 81
2. Fenerbahçe 30 79
3. Trabzonspor 30 49
4. Beşiktaş 30 46
5. Kasımpasa 30 43
6. Başakşehir 30 42
7. Rizespor 30 42
8. Antalyaspor 30 41
9. A.Demirspor 30 39
10. Alanyaspor 30 39
11. Sivasspor 30 38
12. Samsunspor 30 36
13. Kayserispor 30 36
14. Ankaragücü 30 33
15. Hatayspor 30 33
16. Konyaspor 30 33
17. Gaziantep FK 30 31
18. Karagümrük 30 30
19. Pendikspor 30 29
20. İstanbulspor 30 13
Takımlar O P
1. Eyüpspor 27 64
2. Göztepe 27 56
3. Sakaryaspor 27 47
4. Ahlatçı Çorum FK 27 45
5. Kocaelispor 27 45
6. Bodrumspor 27 44
7. Boluspor 27 43
8. Bandırmaspor 27 41
9. Gençlerbirliği 27 40
10. Erzurumspor 27 37
11. Ümraniye 27 33
12. Keçiörengücü 27 32
13. Manisa FK 27 31
14. Şanlıurfaspor 27 27
15. Tuzlaspor 27 27
16. Adanaspor 27 27
17. Altay 27 15
18. Giresunspor 27 7
Takımlar O P
1. Arsenal 28 64
2. Liverpool 28 64
3. M.City 28 63
4. Aston Villa 29 56
5. Tottenham 28 53
6. M. United 28 47
7. West Ham United 29 44
8. Brighton 28 42
9. Wolves 28 41
10. Newcastle 28 40
11. Chelsea 27 39
12. Fulham 29 38
13. Bournemouth 28 35
14. Crystal Palace 28 29
15. Brentford 29 26
16. Everton 28 25
17. Luton Town 29 22
18. Nottingham Forest 29 21
19. Burnley 29 17
20. Sheffield United 28 14
Takımlar O P
1. Real Madrid 29 72
2. Barcelona 29 64
3. Girona 29 62
4. Athletic Bilbao 29 56
5. Atletico Madrid 29 55
6. Real Sociedad 29 46
7. Real Betis 29 42
8. Valencia 28 40
9. Villarreal 29 38
10. Getafe 29 38
11. Las Palmas 29 37
12. Osasuna 29 36
13. Deportivo Alaves 29 32
14. Mallorca 29 30
15. Rayo Vallecano 29 29
16. Sevilla 29 28
17. Celta Vigo 29 27
18. Cadiz 30 25
19. Granada 29 14
20. Almeria 29 13
Günün Karikatürü Tümü