Haberin Kapısı
2020-09-24 15:03:24

Aşk Olsun

Doç. Dr. İbrahim Baz

24 Eylül 2020, 15:03

Bir sitem değil bir selam ve duadır aşk olsun.

Niceliğin niteliğe henüz hükmetmediği dönemlerde, gönül ehlinin gönülden verdikleri bir selamdır aşk olsun...

Bilginin yalnız bilinmesi gereken bir nesne konumuna düşmediği ve bilgelik yurduna açılan bir kapı kabul edildiği devirlerde bilgece verilen bir selam ve dua...

Esasında İslam’ın selamı bizatihi duadır. Allah’ın selamı üzerine olsun. Seni Allah korusun…

Esen kal”mayı bilmezken insanlar “Allah’a ısmarladık”, yahut “Allah’a emanet ol” derdi ayrılan birine. “Güle güle” demezdi insanlar mesela acıyla ayrılan birine. Allah sabırlar versin derdi…

Günaydın olmadan önce “hayırlı sabahlar” denir ve hayrın Allah’tan olduğu bilinirdi.

Hasılı günler hayırlı, geceler hayırlı olur; hayır haktan dilenir, selamlar Hak hatırlanarak verilirdi.

Hakkın huzurunda olma bilinci olan ihsan azalınca, incelik de azaldı gönülde ve dilde…

Gönüller aşktan ve hüzünden azade olunca oldu bütün bunların hepsi…

Halbuki bir zamanlar bir Mevlevi meclisine bir misafir geldiğinde yalnızca hoş geldin denmez, derviş selamı verilir, derviş selamı alınırdı.

Aşk olsun…”

Aşkın cemâl olsun…”

Cemâlin nûr olsun…”

Nûrun alâ nûr olsun

“Ey bu dergâhın ve dünyanın misafiri olan dost! Kendinin ve eşyanın hakikatini anlamak istersen eğer, bilesin ki bu âlem bir aşkın tecellisidir ve senin bu kavramın için, için-dışın, ekmeğin-aşın, huyun-suyun hasılı her şeyinde aşk olsun.”

Bu duayı alan misafir altta kalır mı?

“Senin de ey bu handa hancı olan dost! Senin de aşkın güzel olsun ve yalnız yeryüzünde kalmasın. Bütün güzelliklerin kaynağı ve aslı Cemâl olan Allah senin aşkın olsun…”

Güzelliğe daha güzeli ile cevap vermek esas olduğunu bilen ev sahibi devam eder:

“Senin de cemalin yani yüzün nûr olsun. Işıkların parlattığı bir aydınlık değil, yerlerin ve göklerin nuru olan ve nurun kaynağı olan Allah’tan yansıyan aydınlık yüzünü yeryüzünde de mahşerde de nurlandırsın. Huzura yüzü kara olarak çıkanlardan eylemesin.” (Al-i İmran, 106)

Son noktayı misafir koyar selam ve duaya:

“Allah’ın bu nuru üstüne nûr olsun (Nûr,35). Onun nuru içimizi ve dışımızı, özümüzü, sözümü ve yüzümü aydınlatsın… O öyle olsun ve o kadar olsun ki başka bir şey olmasın.”

İşte böyle idi bir zamanlar dervişlerin deryalar kadar derin selamı…

Hatta yemek yiyene ve su içine de “Aşk olsun” denir, o da “Eyvallâh” diye mukabelede bulunurdu.

Yahut “temennâ” edilirdi selam olarak.

Bir dosta selam verilirken el kalbe konur önce “kalbimdesin” denmek istenirdi. Selam kalpten verilirdi. Sonra ağza gider el “ve bilesin ki dilimdesin” denirdi işaretle. Nihayet el başa konur ve “Başımın üstündedir yerin ve aklımda olduğunu bilmeni isterim her dem” denirdi bir derin tebessümle…

Hasılı hayatın merkezinde insan, insanın dilinde ve gönlünde sevgi ve aşk vardı bir zamanlar ve bunun içindir ki selam “aşk olsun” idi.

Çünkü bilgi bulduran, aşk oldurandır. Bunun içindir ki Fuzûli şöyle demiştir:

Aşk imiş he ne var âlemde

İlim bir kîl u kâl imiş ancak…

Aşk olsun” diyen dervişlerin bu selam ve duası aslında kâinatın tesbihi, zikri ve dilidir. Ancak onu herkes duyamaz. (İsra,44).

Mesela rengini, kokusunu, güzelliğini, yeşil yanaklarını, geceler boyu boynu bükük şekilde açmasını bekleyen bülbülü bir kenara bırakarak açan bir tomurcuğa kulak verirseniz eğer, şöyle dediğini duyarsınız: Aşk olsun...

Aşk, sessizliğin sesini dinleme dersidir saatlerce sessizce. Gökyüzü genişliğinde bir derslikte dinlenen bu dersin bütün kelimeleri kalple dinlenir, duyulur ve hissedilir. Bir uzak köyün yamacında, bir su kenarında büyümüş kocaman bir Kanada kavağının beyaz kabuklarını bıçakla kazıyarak sevdiğinin adını yazan gencin arkasına bakarak uzaklaşırken ağacın yanında bıraktığı kalbini dinleyebilirseniz eğer şöyle dediğini duyarsınız: Aşk olsun...

Birbirini sonsuza kadar yaşayasıya seven iki aşıktan biri öldüğünde diğeri de mezarının yanında bir mezar kazar gözleriyle kendine. Karşısında muhatap kalmadığı için veya muhabbet bittiği için değil, aksine muhabbetin tek kişiyle çekilemeyecek kadar artması nedeniyle... Geride kalan aşığın kalbini dinlerseniz eğer, şöyle dediğini duyarsınız: Ölüm yalnızlığın diğer adıdır. Aşkın bir adı da ölmemektir. Aşk olsun...

Bir televizyon dizisinin karşısına dizilmiş kırlangıçlar gibi sahte ve sanal aşk hikayelerini izleyen insanların gördükleri rüyadan uyanıp, yaşlı bir dedenin ve yanı başında mahcup bakışlarla onu izleyen ninenin yüzündeki yılların fedakarlıklarını anlatan derin ve anlamlı izleri okuyabilirlerse eğer şöyle yazdığını görürler sessiz ve utangaç kelime ve cümlelerle: Aşk olsun...

Bakmayın şimdilerde her köşe başında sevgiden söz etmelerine ve aşkı dillerinden düşürmemelerine insanların. Onlar sevgi ve aşklarını değil sevgi ve aşka açlıklarını ve muhtaçlıklarını feryat ediyorlar üstelik arlanmadan. Eksiklerini anlatıyorlar bir çığlık halinde. Aşka açlıklarını… Şayet sevebilselerdi gerçekten yahut aşktan yana yüreklerinde bir yer ve yangın olsaydı, dillerine düşmezdi aşk. Çünkü aşk mahremidir, aşık ve maşukun. Aşk dilleri lâl eder. Gözleri kör. Aşık kendinde kalmaz ki aşktan yana söz söylesin. Aşık maşukunu bakarak “ben” dediğinde aşk vardır. Mecnûn’a adını sorduklarına “Leyla” demesi bundandır. Aşk varsa aşık yoktur. Hasılı iki ve ikilik bir olduğunda, yüreğe kulağınızı dayarsanız eğer, şöyle attığını duyarsınız: Aşk olsun...

Aşk olsun” selamına “nurûn alâ nur” olsun denmesi bunlardandır işte.

Çünkü “Allah yerlerin ve göklerin nurudur.” (Nur, 35)

Bütün nurlar, Allah’tan insana bir lütuf ve yansımasıdır.

Işık eşyaya düşüp gözlere yansıdığı için görür gözlerimiz. Gören göz değil, gösteren ışıktır. Aynı göz karanlıkta kör olur eşyaya ışıksız kalınca.

Nur ise gönül gözünün görmesine vesiledir eşyanın hakikatini.

Işık, göze eşyayı; nur, gönle eşyanın hakikatini gösterir.

Allah’ın nuru her an eşyaya tecelli etmekte iken bu nurdan mahrum kalmanın nedeni gönlün nursuzluğudur. Nurun zıddı zulmet yani karanlıktır. Kalp karanlıkta kalınca nasıl görsün eşyanın hakikatini?

Gönle nurun düşmesi için nâr ile yanması gerekir. Hiç düşündünüz mü nâr ile nûr aynı kökten gelen kelimelerdir. Ateş yandığında aydınlık olur. Nârın ateşinde pişmemiş göz nursuz yani kusurludur. Göz, kapakları açılınca ışıkla eşyayı; gönül, hicabı açılınca nur ile eşyanın hakikatini görür. “Senden perdeni kaldırdık, bugün artık gözün keskindir.” (Kaf, 22) ayeti tahakkuk eder. İşte o zaman dilden şu sözler dökülür:

Senden bu cihan içre nîşân ister idim ben

Âhir bunu bildim ki cihân hep sen imişsin...

           

Selamın sesli harflerinin bile kalmadığı ve -mrb- diye yazıldığı bir devirde ne kadar da muhtacız selamın ve sözün zarafetine. Güzelliğe ve aşka...

Bir Mevlevîye “Nasılsınız?” denildiğinde “aşk u niyâz ederiz” diye cevap vermesine…

Ne diyelim, şimdi hevesler duyguların üzerini örttü. Duygu ki, dosta ve sevdiğine baktığında bile doyan kalbin dilidir.

Ne diyelim. Aşk olsun.

Zira aşk olmadan meşk olmaz…

Aşığa Bağdat sorulmaz…

Yeter ki aşk olsun… 

Yorumlar (2)

Hüseyin Doğanay 4 Yıl Önce

Allah razı olsun hocam. Rabbim aşkınızı ve nurunuzu artırsın

İbrahim Baz 4 Yıl Önce

Allah razı olsun Hüseyin hocam. Özledik sizleri. Dosyalar sederin selam ve muab erglerimizin iletin...

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.