Haberin Kapısı
2020-09-14 13:50:22

Âh Mine’l-Aşk

Doç. Dr. İbrahim Baz

14 Eylül 2020, 13:50

Bir varmış, Bir’den başka bir şey yokmuş.

Bir olan bilinmeyi sevmiş ve “kün” dediğinde ol’maya başlamış her şey...

Hasılı her şey sevginin semeresi...

Bir aşk ile yaratıldığından bu alem, döner durur yorulmaz. Erdem Beyazıt’ın dilinden dökülen ve benim de kendisinden dinleme şerefine erdiğim “aşkın bir adı da yorulmamaktır” sözü, bu ezeli hakikatin ifadesidir.

Kâinatta her parça, bütününe doğru yılmadan ve yorulmadan sürekli bir “yol”dadır.

Bir tek insan hariç...

İşte bunun için yorularak yoğrulması yani ol’ması için indirildi cennetten...

Bu bir çıkış değil, bir hata nedeniyle bir düşüş...

Eksiğini arama yolculuğu...

Bu nedenle Âdem indirildiğinde cennetten Havva ile birlikte ayrı ayrı yerlere, önce birbirlerini aradılar yollara düşerek uzun yıllar boyunca…

Âdem kendisinden eksileni aradı, Havva vatanını...

Havva kaburgasından geldiği Adem’e ait olmak, Âdem kendisinden kopana sahip olmak istedi. Âdem Havva ile kendini tamamlayıp gurbetten kurtulmak; Havva ise Ademle kendini tam eylemek yani sılasına dönmek istedi.

Her birinin yâri, aslında kendi yarımıydı...

İşte o günden beri erkek sahip olmak, kadın ait olmak ister. Erkek arayan, kadın aranan...

Sırtını dayamak ister kadın, güvenmek. Bu nedenledir ki evlenerek bir başka eve gelene aynı kökten türeyen “gelin”, kendisine güvenilerek evine gelinene de güvenmek kelimesinden “güvey” denilmiştir.

İki sevenin arasında bir güven ve emin olma arayışı esastır.

Zaten emin olmayana mümin değil, henüz müslim denmesi bundan değil midir?

Velâkin gûlû eslamnâ” yani henüz “İslam olduk deyin” denmesi bu hakikati anlatır. Kişinin İslam’ı iman kalesini kurmak içindir. Sevdiğine bir çiçek veren sevgilinin hali de böyle...

Aşk, şek ve şüphesizlik halidir.

Âh mine’l-aşk...

...

Atası Âdem ve Havva ile dünyaya ayak basan insanoğlunun bütün hayat hikayesi iki kavramda özetlenmiştir; Hüzün ve Aşk.

Hüzün cennetten dünyaya inişin yani seyr-i nüzulün sıfatı.

Aşk ise dünyadan gelinen yere geri dönme arzusunda olan ve aradaki perde olan ölümü öldürmeyi, perdeyi kaldırmayı düğün günü (şeb-i arûs) gören kişinin sıfatı.

Hüzün ki ayrılığın acısıdır.

Aşk ki ayrı kalınana kavuşmanın arzu ve iştiyakıdır.

Ama asla bilgisi değil. Zira kelimeler kifayetsiz kalır aşkı anlatmaya.

“Aşk yaşanır anlatılmaz” demek düşer aşıklara ancak.

Yahut Cemal Safi gibi şairlere  “tek hece” demek düşer “yaşanmadan çözülmeyen sır benim” diyerek. Anlatılmazlığı anlatmak...

Ama en güzelini Bizim Yunus söyler saf sinesinden süzülen sözlerle: “Bir uzun hece imiş” diye anlatır aşkın ezeli olduğunu...

Zira bütün ilimlerden daha zor, kadim ve sonsuzdur aşk...

Ve sonsuz olduğu için de son mertebedir aşk..

Âh mine’l-aşk...

...

Aşka ilk adım gözle atılır.

Ve bütün aşklar bir bakışla başlar.

“Göz gönlün casusudur” denmesi bundandır.

Ve hatta öyledir ki aşk kelimesinin kendisi bile göz ile başlar. Ayn (ع), (Şın ش) ve Kâf (ق)...

Ayn, Arapça göz demektir.

Göz neyi görür ve kulak neyi duyarsa; akıl onu düşünür, kalp onu hisseder.

Göz önce güzel arar, ardından gönül güzellik sorar. Güzele aşk, güzelliğe götürür.

Bedene bağlı beşerî aşklar da böyledir, aşk-ı ilâhî de böyledir.

Herkese kendi güzeli ve helali Leyla’dır.

Kim çalarsa gecelerini insanın, Leyla’sı odur. 

Kimi mecnun etmişse Leyla, sarmaşık olup sarmışsa kalbinin kuytu köşelerini, vatanı odur. Mahremi, o mecnun olandır ancak. Ondan ötesine yüz göstermek iffeti öldürür. Başkasına kaldırılan tül, kadını betül olmaktan uzaklaştırır. Yüzüne değen her göz, bir iz bırakır. Bu da Mecnunu mahzun eder:

A benim bahtı yarim

Padişah tahtı yarim

Yüzünde göz izi var,

Sana kim baktı yarim.” der. Çünkü betül olan yüzde iz kalır nâmahrem olandan. Şayet yüzsüzlük yerleşmemişse mahcubiyetin kırmızı beneklerini örten...

Âh mine’l-aşk...

İnsan, önce insanı severek öğrenir aşkın halini ve hararetini.

Ve hatta imanın lezzetini.

Kişi mahlûkta yaratanı gördüğünde imanı kemâle erer ve taklitten tahkike varır.

Bunun için kalbe sevmeyi öğretmek ve sevgiyi sevdirmek gerekir önce.

Sevgi ki içinde bütün güzellikleri kuşatan sırlı bir sözdür.

Kalbin kendisi için var olduğu kelime...

Sevgi öyle bir haldir ki evlada yönelirse merhamet ve şefkat, eşe yönelirse meveddet ve şehvet, anneye yönelirse hürmet ve tazim, Allah’a yönelirse hürmet ve haşyete bürünür ve adı iman olur. Sevgi şiddetlenirse iman da kâmil olur. “Eşeddü hubben lillâh” ayetinde, müminler Allah’a şiddetli sevgi duyarlar der Allah. Şidddetli sevgi aşktır ve aşk imandır.

Ne mutlu Allah’a âşık olan kullara...

Lakin sevmek ve sevilmek öyle kolay değil. Zira sevmek için sevilmek gerekir önce yahut sevilenler sevebilir.

Her güzellik gibi sevgi de yukarıdan aşağıya doğru başlar.

Çünkü aşk, “sarmaşık” demektir ve aşık maşuku tarafından sarılan kişidir.

Aşık saran değil, kendisi sarılan kişidir.

Önce maşuk sever, sevilmek için kanat vuran pervaneleri:

Yuhibbuhum ve yuhibbûnehû” ayeti bunu anlatır.

Önce maşuktur razı olan aşığın eşikte beklemesinden gecenin koynunda riyasızca;

Radiyallâhu anhüm ve radû anh” ayeti bunu anlatır.

Sevgiye ve rızaya liyakat için çekilen çilenin adı aşk ve kulluktur.

Sevgiliden gelen cevr u cefa cana şifa değil midir?

Teheccüt vakitlerinde “Efelâ ekunu abden şekûrâ” yani “Rabbime daha fazla şükreden bir kul olmayayım mı?” diyen Habibullah, Allah’ın sevgilisi değil midir?

Âh mine’l-aşk...

Dünyaya cennetten bir yansımadır aşk.

Bütün kayıtlardan kurtaran bir vuslat ve vahdet hali...

Kesret kusurundan kurtulmak...

Binlerce dervişin binlerce kez tecrübe ettiği gibi…

Çünkü dergâh, aşk ocağıdır. İşte bu nedenle dergahların duvarlarını süsleyen sözlerden biri olmuştur “âh mine’l-aşk...”

Aslına bakarsanız dağlanmış bir sineden sızan bir inlemedir âh…

Bir sine ki içinden nice nağmeler ve tâ derinlerinde nice magmalar akar ve aktıkça değdiği yeri yakar.

Âh, Allah kelimesinin kısaltılmışıdır derler. Baştaki elif(ا) ve sondaki he (ه) harfi. 

Âh eden imdât etmektedir aslında. Düşünmeden ve plansız…

Yalnızca maşuku olan mabudundan imdât eylemek

“İyyâkenesteîn” yani “Yalnız senden yardım isteriz Ya Rab!”

İşte bu, vahdet ve aşk halidir.

İmanın kemalidir.

Bir Mevlevi mürşidi olan Şeyh Galip Dede’nin dilinden döküldüğü şekliyle söyleyelim son sözümüzü;

Âh mine’l-aşk ve hâletihi

Ahreka kalbî bi harâretihî...

Ey Aşk! Her şey sendendir ve senin hallerindir.

O aşk ki harareti kalbimi kavurdu ve yaktı yıktı. Evet, bir tek sahibi kaldı.

Aşk, Âşık ve Maşuk bir oldu.

Bir’den başka her şey yok oldu.

Bir varmış...

İllâ Hû...

Yorumlar (7)

Şükrü Eraltan 4 Yıl Önce

Ben böyle tarif görmedim. Enfes olmuş.

Mürsel Maraşlıoğlu 4 Yıl Önce

Enfes bir aşk tarifi. Hissediliyor okurken. Yüreğinize sağlık hocam.

İbrahim Baz 4 Yıl Önce

EyvAllah Mürsel abi. Selam ve muhabbetler. Antalya’ya selamlar...

Hüseyin 4 Yıl Önce

Dilinize ve gönlünüze sağlık hocam. Allah razı olsun. Bu güzel yazıları kitap olarak da görürüz inşAllah

Yasemin 4 Yıl Önce

Aşkı anlatmaya kelimeler yetmez derlerdi ama siz anlatmışsınız. Hem de öyle güzel anlatmışsınız ki benim bu güzelliği size acıklayacak olan kelimelerim aciz kalıyor. İçinde aşk olanın kelimeleri bile lisandan tutuşup öyle dökülüyormuş meğer. Bence bu da bir aşktır. Aşkınız kelimeleri bile yakmış kim bilir maşukunuz ne alemde?.. Aşkınız aşıklarınıza şifadır..

Ferhat cin 4 Yıl Önce

Hiç sıkılmadan okudum... emeğinize sağlık hocam..

Ferhat cin 4 Yıl Önce

Emeğinize sağlık hocam..

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.