Haberin Kapısı
2021-07-30 17:04:56

Akıl vahiy dengesi

İbrahim Cücük

30 Temmuz 2021, 17:04

Ehl-i Sünnet âlimlerine göre naslardan isabetli hükümler çıkarmak ve ihtilaflı konuların çözümüne ulaşabilmek için, anlamı açık olan muhkem ayetlerden hareket etmek, sahîh hadîslerin beyanlarını dikkate almak, nasları bütünlük içinde anlamaya çalışmak, naklî ve aklî bir zaruret bulunmadıkça nasların zahirine bağlı kalıp aklı, nakle tâbi kılmak gerekir. Nas bulunmayan konularda ise aklın temel ilkelerine başvurularak Kur’ân’ın genel muhtevasına ve özüne uygun bir şekilde ictihad etmek lazımdır. (Yavuz, Yusuf Şevki, “Ehl-i Sünnet”, DİA, X, 528.)

Nassın bulunduğu konularda ve dinin temel esaslarını belirlemede akla bağımsız yetki verilemez. Hakkı-batılı, haramı-helali, hayrı-şerri belirlemede yetki, Kitap ve Sünnet’indir.

Bu hususlarda isabetli olan yol, Ehl-i Sünnet’in takip ettiği yoldur. Çünkü Ehl-i Sünnet, Kur’ân ve Sünnet’e uyulması gerektiğini kabul edip aklı nakle tâbi kılmakla diğer mezheplere göre isabetli yolu tercih eden ana mezheptir. Zira dinde ana prensip, vahye uymaktır. Mutlak ve mükemmel bir bilgi kaynağı olmayan aklın, nakle hâkim olması veya naklin akla tâbi kılınması halinde, vahye ihtiyaç kalmaz ve ilahi emirler bir anlam taşımaz. İnsan bilgisi için vazgeçilmez bir kaynak olmasına rağmen sınırlı, dış tesirlere açık ve geleceği keşfetmekten yoksun bulunan akıl, vahyin desteğine muhtaçtır. Ehl-i Sünnet, aklı vahye tâbi kılıp vahiyle akıl arasında bir denge kurmak, ayrıca Kitap, Sünnet, icma, kıyas gibi bütün şer’î delillere başvurmak suretiyle doğruya ulaşma ihtimalini yükseltmiş ve hemen hemen her konuda dengeli bir çizgide yer alıp aşırı uçlardan uzak kalmayı başarmıştır. (Yavuz, Yusuf Şevki, “Ehl-i Sünnet”, DİA, X, 529.)

Herhangi bir konuda hüküm verilirken önce Kur’ân’a sonra Sünnet’e başvurulur.

Kur’ân’daki bazı emirlerin açıklanması, sadece Sünnet’le mümkün olmakta ise Sünnete uygun olarak amel edilir. İşte bu mânada “Kur’ân-ı Kerîm, ancak Sünnet ile anlaşılır ve Sünnet ile yaşanılır” diyebiliriz. Sünnet’te de yoksa müctehid, Kur’ân ve Sünnet gerçeklerinden yola çıkarak ictihad yapar.

Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö.333/944), mütevâtir haberin aklın desteğiyle kesin bilgi ifade edeceğini söyledikten sonra haber-i vâhidin ilim ifade edemeyeceğini ve bu yolla gelen bilginin Rasûlullah’ın tebliğ ettiği hakikatin taşıdığı kesinlik derecesine çıkamayacağını belirtmiştir. Bu durumda, râvilerin niteliklerine bakmak ve hükmü açık olan meseleler ve sabit olmuş naslarla karşılaştırılmak suretiyle sözü edilen haberle amel edip etmemeye karar verilir. (Mâtürîdî, Kitâbü’t-tevhîd (tah. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi), Ankara 2003, s. 14-15.)

Tevâtür yoluyla gelen rivayetlere dayanmayan inançlara itibar edilmemekle birlikte başka bir asılla çatışmayan meşhur haberler akâidde delil kabul edilmekte, meselâ naklî delilin hâkim olduğu hissî mûcizeler, kıyamet alâmetleri, haberî sıfatlar, âhiret ahvali gibi konularda bu tür hadîslerin delil sayılabileceği ifade edilmektedir. (Topaloğlu, Bekir, Sünnetin Dindeki Yeri, İstanbul 1997, Müzakere Notu, s. 221-226.)

Bazı Hanefî fakihleri, bir hadîsin sıhhatinin sadece râvilerinin sika ve senedinin muttasıl olmasıyla sabit görülemeyeceğini, hadîste lafzî inkıtâ yanında Kur’ân’a, meşhur sünnete, umûmü’l-belvâya ve ilk dönem uygulamalarına aykırılık gibi mânevî inkıtâın varlığının da araştırılması gerektiğini söylemişlerdir. (Serahsî, el-Usûl (nşr. Ebu’l-Vefâ el-Afgânî), Beyrut, Haydarabat 1372, I, 364.)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.