Haberin Kapısı
2020-08-16 12:34:56

Bilginin Eyleme Geçmesinin Şartları/1

İbrahim Cücük

16 Ağustos 2020, 12:34

1. Eyleme dönüştürülecek bilginin sağlam kaynaktan, ilmî olarak ve bütün detayı ile bilinmesi: 

    Davranışın sahih olması, anlayışın sahih olmasına; anlayışın sahih olması da bilginin sahih olmasına bağlıdır. 
       Bilginin noksan olması da anlayışın noksan ve güdük olmasını doğurur. 

       İlmî olması demek; bilgi hangi saha ile ilgili ise o sahadaki bilginin vakıaya yani realiteye/gerçeklere uygun olması demektir. İnsan realitesini en iyi bilen, insanı yaratan Allah Teâlâ’dır. İnsan ile ilgili küfür-iman, şirk-tevhid, hak-batıl, helal-haram hüküm ve tespitlerde ilmî olan, temel gerçeklerdir. Bunlar Kur’ ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfler'deki sübûtu ve delâleti kat’î olan ve Hz. Peygamber’in yetiştirdiği en büyük müçtehid olan Sahabenin müçtehidlerinin icmaına ve o icmaya ters olmayan müçtehidlerin zann-ı gâlible ortaya koydukları gerçeklerdir. 
       Bir şey, bütün detayıyla bilinmezse noksanlık olur. Şu da bir gerçektir ki şeytan ayrıntılarda gizlidir. Ayrıntıya önem verilmezse düşman o ayrıntıdan girer, o işi batırır. Bir de ayrıntıyla uğraşırken aslı kaybetme tehlikesi vardır. Detay asıla, asıl da detaya engel olmamalıdır. 

      2. Niyetin dürüst, eylemin sünnete uygun olması: 

       Niyetin yeri kalptir yani niyet kalbin fiilidir. 
       Lügatte niyet, kalbin bir şeyi yapmaya veya terk etmeye kasdı ve azmetmesidir. Istılahta niyetin iki tarifi vardır: 
       a) Fiile yakın olarak bir şeyi yapmaya kasdetmek/yönelmektir, eğer kasdı geçerse ona azim denir.
      b) Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için bir şeyi yapmaya azmetmektir.   (Sa’dî, Ebû Ceyb, el-Kâmûsü’l-Fıkhî, s. 363, 364.)

      Müminin her işindeki niyeti, Allah’ın rızasını kazanmak ve rızasına muhalif hiçbir eyleme girişmemesidir. Hayatın her safhasında, her işinde ve herhangi bir hedefe ulaşmasındaki yegâne hedefi Allah’ın rızasını kazanmaktır. İşte âyet-i kerîme: 
       “Onlar ancak şununla emrolundular: O’nun dininde ihlaslılar ve hanîfler olarak Allah’a kulluk etsinler, doğru dürüst namaz kılsınlar ve zekâtı versinler. İşte sağlam din budur.” 
     (Beyyine sûresi 98/5) 
       Ayetteki ihlâs, yaptığını Allah emrettiği için yapmak, terk ettiğini de Allah yasakladığı için terk etmek, kalbi Allah’ın rızası ve Allah’a yaklaşma niyetinden başka düşüncelerden kurtarmak, korumak ve temizlemektir. 

       Din; inancı, uygulamayı ve ahkâmı içine alan sisteme denir. Buna göre bir insan, hayatının inanç, amel ve insanlarla olan ilişkilerinin bütününde sadece Allah’ın koyduğu esaslara göre inanıp uygulama yapacaktır.   
       Hanif bütün yanlış anlayış ve davranışları bırakıp hak olan anlayış ve davranışa yönelen kimse demektir. Yani sadece Allah’ı Rab kabul edip Allah’a kulluk edecek, sadece İslâm’ı din kabul edip hayatını İslâm’a göre düzenleyecek ve Hz. Muhammed’i 
Mutlak lider kabul edip her konuda O’nu izleyecek, diğer lider ve örneklerini de O’na uyduğu müddetçe izleyecektir. Bu konuda Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
      “Şüphesiz ki Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.” 
     (Müslim, Birr, 34; İbn Mâce, Zühd, 9.)

      Allah Teâlâ, kişinin kalbindeki niyetine bakar; kalbindeki hedef, dünya mı yoksa Allah rızası mı? Müminin gayesi Allah’ın rızası, münafığın gayesi dünyadır. Allah, niçin amele de bakıyor. Amelin kabul edilmesinin yegâne şartı, yegâne önder, rehber ve her konuda örnek kılıp gönderdiği Hz. Peygamberin kavlî, fiilî ve takrîrî sünnetidir. Yani Hz. Peygamber’in sözleri, uygulamaları ve sahabenin yapıp Hz. Peygamber’in de tasvip ettikleridir. Zira Allah’ın rızası razı olduğu tarzda hareket etmeye bağlıdır. Razı olduğu tarz da razı olduğu zatta bulunur. Razı olduğu zat da Hz. Peygamber’dir. Bu konuda da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 
      "De ki, eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr ve Rahîmdir.” 
(Âl-i İmrân sûresi 3/31.)

      Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmaktadır:
       “Allah Teâlâ, (inandım) sözünü amelsiz (tam) kabul etmez. Sözü ve ameli niyetsiz kabul etmez. Sözü, ameli ve niyeti de ancak sünnete uygun olmakla kabul buyurur.” 
     (Hâkim, el-Müstedrek, II, 425)

       Mümini, münafıktan ayıran niyettir. Zira dil ve amel yegâne ayırt edici özellik değildir. Çünkü dil ve amel müminde de münafıkta da bulunmaktadır. Ayırt edici özellik kalpteki niyettir. Ama bu da kâfi değildir. Münafığın niyeti ve hedefi sadece dünya ve dünyalık şeylerdir. Müminin niyeti ve nihâî hedefi de Allah’ın rızasıdır ve Allah’a manen yaklaşmaktır. Kâmil mümini de bid’atçıdan ayıran Sünnettir. Eğer Sünneti kökten reddederse zaten iman dairesinden çıkar. Sünneti kabul eder de uygulamazsa fâsık dairesine girmiş olur. Mesela akşam namazının farzını dört rekât olarak kılsa, benim niyetim Allah’ın rızasıdır dese bile onun ameli merduttur/kabul edilmez. Çünkü Allah’ın rızası, razı olduğu zat olan Hz. Peygamber’e uymaya bağlıdır. Eğer üç rekât kılarsa makbul olur. Bu şekilde yapmakla Hz. Peygamber’e uymuş olur. Hz. Peygamber’ e uymakla Allah’a uymuş olur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 
       “Kim Rasûl’e itaat ederse, gerçekten Allah’a itaat etmiş olur.”
 (Nisâ sûresi 4/80)
       Demek ki niyet; işin başı, direği ve temelidir.  
      Niyet amelin ruhudur, amelin yönlendiricisidir. Amel yani eylem niyete bağlıdır. Amelin sıhhati niyetin sıhhatine, fesadı da niyetin fesadına bağlıdır. Hayırlı eylemin başarısı da niyetle, hayırdan mahrumiyet de niyetledir. Dünya ve ahiret derecelerinin farklılığı da yine niyetin farklılığına göredir. 
 (İbn Kayyım el-Cevzî, İ’lâmü’l-Muvakkıîn, IV, 199.) 

      İşte bütün bu söylenenlerin doğruluğuna delil şu hadîs-i şerîftir:
      “Ameller, ancak niyetlere göre değerlenir. Herkesin amelinin karşılığı ancak niyetine göredir.” 
    (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1, Îmân, 41, Nikâh, 5, Eymân, 23; Müslim, İmâret, 155; Ebû Dâvûd, Talâk, 11; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 16; Nesâî, Tahâret, 60, Talâk, 24, Eymân, 19; İbn Mâce, Zühd, 26.)

      Niyet, Allah Teâlâ’nın müslüman kişi üzerindeki nimetlerinin en büyüklerindendir. Zira Müslüman, niyetiyle karşılık görmektedir. Müslüman kişi, işlemediği salih amellere niyetle güzel sevap katmaya ve Allah’ın razı olduğu hayır niyetlerini çoğaltmaya gücü yeter. Fakat bu niyette önemli olan, imkân bulursa işlemeye azimli olmasıdır. Kötü olanı niyet etmesi de böyledir. O kötülüğü niyet eden kişi, o kötülüğü niyet etmesinden dolayı hesaba çekilir ve azmettiği müddetçe işlemese bile o kötülüğü işlemeye olan azmettiği düşüncesinden dolayı azaba çarpılır. O kişi, o kötülüğü Allah için olmayan; ya acizlik veya utanma veyahut insanlardan korkma veyahut da o kötülüğü işlemeye sebep bulamaması gibi bir şeyle onu terk etmiştir. (Abdulfettah Ebû Ğudde, Risâletü’l-Müsterşidîn haşiyesi, s. 45, Halep, 1971, Mektebü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye.)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.