Haberin Kapısı
2022-01-01 13:21:15

Gerçek Manada İstiladan Kurtulabilmen İçin -2

İbrahim Cücük

01 Ocak 2022, 13:21

2. Kendi sistemimize bakmak ve uygulamak:

Kendi sistemimizin kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerdir yani vahiydir. Kur’ân-ı Kerîm’in hem manası hem lafzı vahiydir. Hadîs-i Şerîflerin ise manası vahiy, lafzı vahiy değildir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm, vahy-i metlüv (tilavet olunan vahiy)dir, Hadîs-i Şerîfler ise vahy-i gayr-i metlüv (tilavet olunmayan vahiy)dir.

Vahyin temel özelliği; korunmuş olması, değişikliğe ihtiyaç olmayan temel esasların bulunması, ihtiyaç oldukça ve şartlar değiştikçe her probleme cevap verebilecek içtihad kurumunun bulunmasıdır.

Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın kelâmı, ilmi, tespitleri ve hükümleridir.

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın kelamının diğer kelamlara olan üstünlüğü Allah’ın yaratıklara olan üstünlüğü gibidir.”

(Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6.)

Bunun en güzel ispatı Allah’ın yarattığı eserlerin ortada olmasıdır. Allah’ın dışında kâinatta bir çöp bile yaratanın olmaması bunu en güzel bir şekilde göstermektedir.

Hadîs-i Şerîfler, Kur’ân’ın zaten ya tefsiri ya te’kididir ya da Kur’ân’da olmayan konularda Allah’ın öğretmesi ile teşri/hüküm koyucu durumundadır. Hadîs-i Şerîfler de korunmuştur diyoruz. Zira hadisler mütevâtir, meşhur ve âhâd; sahîh, hasen ve zayıf diye tesbit edildiği gibi hadis olmayan uydurmaların da hepsinin ortaya çıkarılması bunu göstermektedir.

Kur’ân-ı Kerîm, dünya ve âhiret huzurunun korunması için temel prensiplerinden taviz vermez. Temel prensipler, iman esasları, haramlar ve helaller, güzel ahlâk esaslarıdır. Ancak şartlar değiştikçe zarûret durumlarında haramlarda ve helallerde geçici değişiklikler olmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm, sapmış ve gazaba uğramış olan Ehl-i Kitab’a uyulmamasını özellikle vurgulamaktadır:

“Ey iman edenler, eğer o kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, sizi inandıktan sonra döndürür kâfir ederler.”

(Âl-i Imrân sûresi 3/100.)

Kur’ân-ı Kerîm, Allah’a saygılı olmayı, ölürken Müslüman olarak ölmeyi, müslüman ölebilmek için de Allah’ın ipi olan Kur’ân’a; bütününe ve bütün toplum olarak sarılıp ayrılığa düşmemeyi, küfrü imana tercih eden babası da olsa kardeşi de olsa dost ve idareci yapmamayı emretmektedir:

“Ey müminler, Allah'tan gerektiği gibi korkunuz ve mutlaka müslüman olarak ölünüz ve hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılığa düşmeyiniz.”

(Âl-i Imrân sûresi 3/102-103.)

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.”

(Tevbe sûresi 9/23.)

Kur’ân-ı Kerîm, getirdiği davaya inananları, bütün insanlığın dünya ve âhiret huzuru için iyiliğin hâkim kötülüğün mahkûm edilmesi göreviyle görevlendirmiştir:

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız.”

(Âl-i Imrân sûresi 3/110.)

İyilik diye tercüme edilen kelime ma’rûf kelimesidir, kötülük diye tercüme edilen kelime de münker kelimesidir.

Ma’rûfun aslı iman, münkerin aslı da şirktir. Bu âyet-i kerîme Müslümanları dünyada imanı hâkim kılmakla, şirki de mahkûm kılmakla görevlendirmiştir. İmanın Müslümanlardaki hâkimiyeti İslâm’ın bütün Müslümanlara uygulanması iledir, Müslüman olmayanlardaki hâkimiyeti ise insanların İslâm’a girmelerine ve İslâm’ın yaşanmasına engelin ortadan kaldırılmasıyladır. Şirkin ve küfrün mahkûmiyeti ancak imanın hâkimiyeti ile temin edilebilir. Zira güneş çıkınca karanlık yok olur.

Kur’ân-ı Kerîm’in, kanunlar, yönetmelikler ve prensipler çıkartılıp tespit edilirken Allah’ı ve Rasûlünün önüne geçmemeyi emrettiğini görüyoruz:

“Ey imân etmiş olanlar! Allah'ın ve Rasûlünün önüne geçmeyiniz ve Allah'tan korkunuz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ bihakkın işiticidir, bilendir.”

(Hucurât sûresi 49/1.)

Allah’ı ve Rasûlünün önüne geçmemek demek; helal ettiğini haram, haram ettiğini de helal etmemek, hükümlerine muhalif hüküm koymamaktır.

Allah Teâlâ, Müslümanların aralarında çıkacak ihtilaflarda müeyyide uygulayacak bir gücün bulunmasını, zorbalık edecek kavim, topluluk veya devlet olursa hakka ve doğruya teslim olmaya zorlamayı emretmektedir:

“Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle çarpışırlarsa, hemen aralarını bulun barıştırın! Şayet biri ötekine saldırıyorsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse, yine adaletle aralarını düzeltin ve hep âdil olun. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.”

(Hucurât sûresi 49/9.)

Şu âyet-i kerîme ile de kendi aralarında şura meclisi kurmaları, her konuda Rablerine uymaları ve özellikle namaz kılmaları emredilmekte, dış saldırılara karşı hemen yardımlaşmaları gerektiği zımnen emredilmektedir:

“Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar. Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman, yardımlaşarak kendilerini savunurlar.”

(Şûrâ sûresi 42/38-39)

Bu âyet-i kerîme;

1) Bütün Müslümanlara ve bütün zamanlara ilâhî davetle muhatap olduklarını,

2) İlâhî davetin ilk belirtisinin namaz olduğunu,

3) İşlerini şura yani istişâre meclisini oluşturup her işlerini o meclisle yapmaları gerektiğini,

4) Toplumları ayakta tutan iktisâdî konuların temelinde yardımlaşmanın olduğunu

5) Dışarıdan Müslümanlara bir saldırı olduğunda kurdukları askerî birliktelikle kendilerini savunma mecburiyetinde olduklarını ifade etmektedir.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.