Haberin Kapısı
2022-01-05 12:33:08

Hakkı Bilen-Bilmeyen/Gören-Görmeyen

İbrahim Cücük

05 Ocak 2022, 12:33

“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak selîm akıl sahipleri anlar.”

(Ra’d sûresi 13/19)

Bu âyet-i kerimede Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e (s.a.) indirilenin hak olduğu ortaya koymuş, bu hakkı bileni gören kimseye benzetmiş, hakkı bilmeyeni de köre benzetmiştir.

Görenin, köre nispetle tespit ve teşhisleri ne kadar isabetli ise, en üstün ve en doğru ilmi ortaya koyan, vahyin temsil ettiği hakkı bilen mü’min müctehidin tespit ve teşhisleri de o oranda isabetlidir. Vahyi inkâr eden, net ortada olan hakkı inkâr eden kâfirin iddiaları da o oranda isabetsizdir, yanlıştır, bâtıldır.

Hak ile bâtılın farkını, hakkı bilip hakka inanan ile batılı bilip batıla inananın farkını ancak akl-ı selîm sahipleri anlar, kavrar.

Aklın gereği; hakkı batılı, hayrı şerri, doğruyu eğriyi tefriktir/ayırt etmektir. Akıl çalışınca, hakkı alır ve batılı reddeder, hayrı alır ve şerri reddeder, doğruyu alır ve eğriyi reddeder.

Hak, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi anlayıp anlatan ve en güzel hayat haline getiren Hz. Peygamber (s.a.s.)’dir. Çünkü Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’in hem kavlî hem fiilî beyanını Rasûlüne öğretmiştir:

“(Biz o peygamberleri) apaçık belge (mucize)lerle ve kitaplarla (gönderdik). İnsanlara kendilerine ne indirildiğini beyan edesin /açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler diye sana da bu zikri (Kur’ân’ı) indirdik.”

(Nahl sûresi 16/44)

Kur’ân-ı Kerîm’in hakikatini bilen kişi, bu hususta Hz. Peygamber gibi, hakikati gören gibidir. Kur’ân-ı Kerîm’in hakikatini bilmeyen kimse ise Hz. Peygamber’e nispetle kör gibidir. Bunu da şu âyetten öğreniyoruz:

“Şüphesiz, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Hâinlerin bir savunucusu olma!”

(Nisâ sûresi 4/105)

İşte bu yüzden Hz. Ömer şöyle demiştir: “Allah’ın bana gösterdiği ile hükmettim, demeyiniz! Çünkü Allah Teâlâ bunu ancak Peygamber’ine has kılmıştır. Bizden birisinin görüşü, fikri zan olur, ilim olmaz.”

Râzî, Fahruddîn, Mefâtîhu’l-Ğayb, X1, 33.

Müctehid, Kur’ân-ı Kerîm’den ve Hadîs-i Şerîflerden hüküm çıkarır. Çıkan hükümler müçtehidin zann-ı galibidir. Ama Hz. Peygamber’in hükmü gibi değildir. Yeter ki Hz. Peygamber’e nispet edilen hükümlerin rivayeti sahih olsun. Bu rivayetler mütevatir olursa, kesin; meşhur olursa, kesine yakın ilim ifade eder. Rivayet haber-i vâhid olursa, haberî konularda delil kabul edilir.

Tevâtür yoluyla gelen rivayetlere dayanmayan inançlara itibar edilmemekle birlikte, başka bir asılla çatışmayan meşhur haberler akâidde delil kabul edilmektedir. Meselâ naklî delilin hâkim olduğu hissî mûcizeler, kıyamet alâmetleri, haberî sıfatlar, âhiret ahvâli gibi konularda bu tür hadîslerin delil sayılabileceği ifade edilmektedir.

Topaloğlu, Bekir, Sünnetin Dindeki Yeri, İstanbul 1997, Müzakere Notu, s. 221-226.

Herhangi bir konuda hüküm verilirken önce Kur’ân’a sonra Sünnet’e başvurulur. Sünnet’te de yoksa müctehid, Kur’ân ve Sünnet gerçeklerinden yola çıkarak ictihad yapar. Kur’ân’daki bazı emirlerin açıklanması, sadece Sünnet’le mümkün olmaktadır. İşte o zaman Kur’ân ile değil Sünnet ile amel edilir. İşte bu mânada şunu diyebiliriz: Kur'ân-ı Kerîm, ancak Sünnet ile anlaşılır ve Sünnet ile yaşanılır.

Cücük, İbrahim, Delilleriyle Ehl-i Sünnet Akâidi, s. 23.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.