Osmanlı İmparatorluğu’nun altın çağında yaşayan, zekâsıyla, ahlâkıyla, bitmek bilmeyen çalışma azmiyle dinî ve fennî ilimlerde derin bir İslâm âlimi olmasının yanında, İstanbul’un ilk kadısı, ilk belediye başkanı ve ilk üniversite rektörü olarak kabul edilen Hızır Bey Çelebi’nin kabrinin bulunduğu ortamı görünce içimizi derin bir hüzün kaplamıştı.

İstanbul’un fethine katılan ve Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (s.a.v.), Ni’me’l-Ceyş (mutlu asker) övgüsüne mazhar olan Hızır Bey Çelebi’ye reva görülenler karşısında “Ölülerine kıymet vermeyenler, dirilerine sahip çıkamazlar” düsturunu bir kez daha hatırlayarak hayıflanmıştık. “Belki vicdan sahibi birileri bizimle birlikte hayıflanır da, Hızır Bey Çelebi’nin ‘sızlayan kemikleri’ni ve rûhunu teskin edecek hazîreye dönüştürülmesine vesile olur” düşünceleriyle mekândan ayrılmıştık.

Geçtiğimiz günlerde tekrar uğradığımız hazîrenin saclarla çevrildiğini görünce büyük bir şaşkınlık yaşadık. Daha önce uğradığımızda sadece hazîrenin düzenlenmesine razı olmuşken, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul IV Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun, “2899 ada 6 parsel sayılı taşınmazda var olduğu bilinen Voynuk Şücâeddin Mescidi’nin koruma grubunun belirlenmesine, taşınmaza ilişkin iletilen restitüsyon (yeniden tasarlama) ve rekonstrüksiyon (bir yapının kalıntıları ve diğer belgeler yardımıyla eski şeklinin belirlenerek yeniden yapılması işlemi) projesinin 2863 ve 5366 sayılı yasalar yönünden uygun olduğuna, uygulamanın ilgili idare denetiminde yapılmasına, uygulama öncesi diğer mevzuatlar kapsamında gerekli izinlerin ilgili idarelerce alınmasına karar verildi” 06.04.2022 tarih ve 9295 sayılı kararıyla karşılaştık.

VOYNUK ŞÜCÂEDDİN MESCİDİ AYAĞA KALDIRILIYOR

Arabacı Şücâeddin Vakfı uhdesinde Reyhan Mimarlık’a tevdi edilen Şücâeddin Mescidi ve Hazîre’nin yapımında denetleme ve ihya görevini Fatih Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü üstlenmiş.

Tarihimizin önemli temellerini teşkil eden medeniyet hafızamızın, tarihî mirasımızın yeniden inşa ve ihyası için kazmalar vurulmuş. Hazîredeki Hızır Bey Çelebi’nin kabri başta olmak üzere rölöve, restitüsyon ve rekonstrüksiyon proje ve çalışmaları kapsamına alınıp, yapılan kazılar sonucu Voynuk Şücâeddin Mescidi’nin temeline ulaşılmış.

Kültürel hafızamızın önemli sembol yapılarından olan ve vandalizme kurban edilen bu mescidin tekrar inşa ve ihyası için çalışma başlatanlara müteşekkiriz.

HIZIR BEY ÇELEBİ CAMİİ DEPREMDE BÜYÜK ZARAR GÖRMÜŞ

Hızır Bey Çelebi ile ilgili bu kadar şey anlatıp da günümüzde Hacı Kadın Camii olarak bilinen Hızır Bey Çelebi Camii’nden bahsetmemek büyük noksanlık olur.

İtalyan kolonilerine ait depo iken Hızır Bey Çelebi tarafından camiye çevrilen mekân, 22 Mayıs 1766 Perşembe sabahı meydana gelen “Büyük İstanbul Depremi”nde zarar görmüş. Öyle ki yapıda sadece iki köşe sağlam kalmış. Daha sonra ihya edilen iki katlı Hızır Bey Çelebi Camii günümüze gelene kadar birçok değişime maruz kalmış. Fakat mihrabın üzerindeki süsleme ilk günkü orijinalliğini korumayı başarmış. (Hızır Bey Çelebi Camii, 2007 ilâ 2010 tarihleri arasında kapsamlı restorasyon çalışmalarına tabi tutulmuş. Yapı orijinal biçimine uygun olmayan, sonradan yapılmış bölümlerden arındırılmış, ahşap çatıda özelliğini kaybetmiş kısımlar değiştirilmiş, çatı örtüsü, ahşap kapı ve pencerelerdeki niteliksiz kısımlar ayıklanmış, hasarlı veya muhdes kısımlar özgün malzeme ile yenilenmiş, kalemişi restorasyonu yapılarak koruyucu önlemleri alınmış ve çevre düzenlemeleriyle bakımlı bir hâle getirilmiş.)

Caminin alt katında Hızır Bey Çelebi’nin ders verilip, birçok ilim insanının yetişmesine vesile olan bölümdeki küçük mermer havuzun ortasındaki fıskiyeden su akmasa da hâlâ huzur veriyor. Cami ayrıca minaresinin yapıdan ayrı olmasıyla da dikkat çekiyor. Bu özelliğiyle ise Bursa Ulu Camii’ndeki şadırvanı (*) ve Edirne Selimiye Camii’ndeki Ters Lale’yi (**) akla getiriyor.

Rivayet odur ki, caminin yapımı sırasında yan taraftaki mülkün sahibi kadın minarenin yapılacağı alanı satmak istemez. Bunun üzerine minare camiden ayrı olarak inşa edilir. Kadının vefatıyla birlikte arsa camiye katılsa da minare ayrı kalır. Bütün bunlar yaşanırken caminin ihtiyaçları ise Hızır Bey Çelebi’nin vakfettiği Çatalca’daki çiftliğinden karşılanır.

HACI KADIN’IN NÂMI HIZIR BEY ÇELEBİ’Yİ GEÇMİŞ!..

Gelelim mâbedin günümüzde Hacı Kadın Camii olarak anılmasına...

(Hacı Kadın, Hızır Bey Çelebi’nin kızı olarak kayıtlara geçse de, bazı kaynaklarda farklı bir kişiden bahsediliyor.)

Yan taraftaki Hacı Kadın Hamamı’nın suyunu camideki su kuyusundan sağlaması sonucu, Hacı Mihrişah Kadın zaman zaman Hızır Bey Çelebi Camii’nin ihtiyaçlarını karşılar. Bu ilgi ve hayırhâhlığından dolayı ahali arasında caminin ismi zamanla Hacı Kadın Camii olarak anılmaya başlar.

Peki hem camiye hem de mahalleye ismi verilen Hacı Kadın kimdir?...

Asıl adı Mihrişah olan “Hacı Kadın”, Sultan İkinci Bayezid’in kubbealtı vezirlerinden İskender Paşa Paşa’nın kızıdır. Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde (1501 -1703) Koca Mustafa Paşa semtinde “İskender Paşa (Çerkes) kızı Hacı Mihrişah Hatun Vakfı”nı miladî 1527-1528 yıllarında kurmak suretiyle bir cami (Fatih Kocamustafapaşa Mahallesi, Hacı Kadın Caddesi üzerindeki Mihrişah Hacı Kadın Camii) ve tekke inşa ve ihya ettiren Mihrişah Hacı Kadın, bunlardan ayrı olarak mescid, çeşme, su kuyuları yaptırdı. Bu vakfın giderlerini karşılamak için ise ev, hamam ve fırın gibi akaratların yanında Vefa semti civarında çifte hamam yaptırdı.

Vakfiyede ismi “Hacı Mihrişah Kadın” ve “Hacı Ana” olarak geçtiği dikkate alınırsa; “Hacı” veya “Ana” olmanın şartları vardır. “Hacı” tabiri için Hacca gitmiş olması, “Ana” içinse evli olması gerekir. Fakat “Ana” tabirinin yaptığı hizmetlerden veya yardımseverliğinden dolayı kullanılmış olması muhtemeldir.

Hayırseverliğiyle tanınan Hacı Kadın’ın ne zaman doğduğu bilinmemekle birlikte, bazı kaynaklarda vefat tarihi 1540 olarak geçmektedir.

Vefa’daki bir mahallenin adı “Hacı Kadın”dır.

*

HER ESERDE BİR HİKÂYE VAR

Medeniyetimize dair hangi esere dokunsak ders niteliğinde bir hikâyeye tanıklık ediyoruz. İşte Hızır Bey Çelebi Camii’nden bahsederken derkenar olarak not düşmemiz gereken iki kısa örnek:

(*)Rivayete göre Bursa Ulu Camii’nin yeri istimlak edilirken mülkünü satmak istemeyen kadının evi rızası olmadan alınır. “Gönül rızası olmadan alınan yerde namaz kılınamaz” diye şerh düşünülür ve evin yerine denk gelen kısma on altı köşeli bir mermer şadırvan yapılır.

(**)Rivayetler değişik olmakla birlikte en meşhurundan bahsedelim... Edirne’deki Selimiye Camii inşa edilirken, şimdiki müezzin mahfilinin bulunduğu yer lale bahçesidir. Bu lale bahçesinin olduğu arazi de, bir kadına aittir. Kadına bahçesinin bulunduğu yere bir cami yapılacağı, dolayısı ile ne ücret isterse kendisine tevdi edileceği beyan edilir. Fakat kadın ters davranır, bahçesinin istimlâk edilmesine bir türlü yanaşmaz. En sonunda, yapılacak camiye kendisinin hatırlanmasını sağlayacak bir şey konulması hâlinde araziyi vereceğini beyan eder. Böylece Mimar Sinan, ustalık eseri Selimiye Camii’nin müezzin mahfilindeki mermer direklerden birine o kadına işaret olarak parmak büyüklüğünde bir lale motifi konulmasını, ancak kadının tersliğini belirtmek için de lale motifinin ters olarak işlenmesini ister. Lale motifi bu arsada bir lale bahçesi olduğunu, ters olması ise sahibinin tersliğini temsil etmektedir.

Devam edeceğiz, inşallah.

Kaynakçalar:

-Necdet Sakaoğlu, Hızır Bey Çelebi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt: 4

-İbrahim Alaeddin Gövsa, Türk Meşhurları, Büyük Larousse, Cilt: 9