Nereden nereye... Biz İMÇ’de kadîm tarihimizin ulaklarını ararken, yakın tarihin cazibesine kapılıverdik... Oysa asıl amacımız, bu devâsa çarşının arasında kaybolmaya yüz tutmuş bir kabri, bir hazîreyi, bir “Ni’me’l-Ceyş”i (mutlu asker) hatırlatmaktı.
Devrinin en büyük bilgini, şairi ve ünlü halk düşünürü Nasreddin Hoca’nın torunu 1407 Sivrihisar doğumlu HIZIR BEY’i dahası nâm-ı diğer HIZIR ÇELEBİ(*)’yi anlatmaktı.
Fetihten sonra ilk İstanbul Kadısı ve İstanbul Efendisi adıyla anılan İlk Belediye Reisi ve dahi Ayasofya Medreseleri’nin ilk baş müderrisi (1453-1459) önümüzdeki hazîrede medfun bulunuyor. Hızır Bey Çelebi’yle birlikte bu hazîrenin kaybolup gitmesine 1971 yılında koydurduğu kitâbeyle engel olan İstanbul Belediye Başkanı Dr. Fahri Atabey’e de dua ediyoruz. (Dr. Fahri Atabey, 1968’de Adalet Partisi’nden yüzde 48,8 oy oranı ile İstanbul Belediye Başkanı seçilmiş ve 1968-1973 tarihleri arasında görev yapmış.)
(*) Çelebi: Asil, görgülü, okumuş, bilgili.
“ULULAR MECLİSİ”NE REVA GÖRÜLEN VEFASIZLIK
Hacı Kadın Mahallesi, Hacı Kadın Caddesi’nin kenarında, İMÇ bloklarının arasında tarih, coğrafya, bibliyografya, biyografi, astronomi, matematik, felsefe çalışmalarıyla Osmanlı ilim ve kültür hayatına damga vurmuş Türk haritacılık tarihinin önemli ismi Kâtip Çelebi, Divan şiirinin temelini atan en büyük sanatkârlardan Necâtî Bey ve Hızır Bey Çelebi’nin medfun bulunduğu hazîre, çoğu insanın fark etmeden yanından geçtiği berzah âlemi. Yaşadığı döneme damgasını vuran bu ulu zâtları şimdilerde bir Fatiha’dan yoksun bırakanlara ancak bizim Yunus’un, “Bir garip ölmüş diyeler, /Üç günden sonra duyalar, / Soğuk su ile yuyalar, / Şöyle garip bencileyin...” dizeleriyle dile getirdiği insanın fâni bir varlık olduğunu hatırlatmak lâzım gelir. Gerisi duyup da uymayanlara kalmış!..
İnsanın bu ulular meclisi ve dahi Hızır Bey Çelebi’nin kabrini ziyaret edip de gördüğü manzara karşısında hayıflanmaması mümkün değil. Heyhât ki İstiklâl ve İstikbâl şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un dizelere döktüğü, “Yıkmak insanlara yapmak kadar kıymet mi verir?, / Onu en çolpa herifler de emin ol becerir, / Sade sen gösteriver işte budur kubbe diye, / İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye, / Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman, / Bir Süleyman daha lâzım yeniden bir de Sinan” ifadeleri heyulalar arasında bir kez daha, yine, yeniden yankılanıyor. Bir taraftan hazîrenin içindeki ıhlamur ağacı kokusuyla berzahtakilere rûhânî bir hava katarken, diğer taraftan ise beton yığınları hem hazîrenin hem de burayı ziyaret edenlerin ruhunu boğuyor.
“Sizi bu kadar hüzünlendiren hazîrenin içinde hesap gününü bekleyen Hızır Bey Çelebi kim ola ki?..” sorusunu sorma gereği duyanlar olabilir. Aklımız erdiğince, kalemimiz yazdığınca anlatmaya gayret edelim...
ESKİŞEHİR’E BAĞLI SİVRİHİSAR KAZASINDA DOĞDU
Künyesi Hızır bin Celâleddin bin Mahmûd bin Ahmed bin Nasreddin olan Hızır Bey Çelebi, 6 Ağustos 1407’de Eskişehir’e bağlı Sivrihisar kazasında doğar. Babası Sivrihisar kadısı Celâleddin Efendi, annesi ise Nasreddin Hoca’nın kızıdır. (Ancak bu bilgi bazı tarihçiler tarafından tam olarak doğrulanmamıştır.)
İlk tahsilini babasından gören Hızır Bey Çelebi daha sonra Bursa’da Molla Fenârî’nin talebesi Molla Yegân/Yeğen nâmıyla tanınan Muhammed bin Muhammed bin Yegân bin Armağan bin Halil’den aklî ve naklî ilimleri tahsil eder. Hocasının kızıyla evlenip damadı olur. Bu izdivaçtan Ahmed Paşa (Bursa Müftüsü), Sinan Paşa (Vezir-i Âzam), Yâkub Paşa (Bursa Kadısı) isimli üç mahdum ve Hacı Kadın (bu isim hakkında tarihçiler farklı bilgiler beyan etmektedir), Fahrünnisâ Hatun adlı iki kerime dünyaya gelir.
İbn-i Cezerî’den kıraat ilmini öğrenir, zekâsının kuvveti ve yoğun çalışmaları sebebiyle birçok dînî ve fennî ilimlerde derinleşir. Öyle ki kimsenin bilemediği bilgileri bilmekle birlikte ilimde Molla Fenârî’den sonra eşi yoktur. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, memleketi Sivrihisar’da kadılık ve müderrislik yapar. (Osmanlı Devleti’nin ilk bilim tarihçisi ve ilk ansiklopedi yazarı Taşköprizâde Ahmed Efendi, Osmanlı ulemâ ve meşâyihine dair biyografik eseri eş-Şakâ’iku’n-Nu’mâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye’de, Hızır Bey Çelebi’nin 1433 tarihinde Sivrihisar’da kadı olarak bulunduğunu belirtir.)
ŞÖHRETİ, SULTAN İKİNCİ MEHMED’E KADAR ULAŞTI
Ve yeni bir dönemin, yeni bir çağın başlayacağı günlerin arifesinde ilginç bir olay vukû’ bulur. eş-Şakâ’iku’n-Nu’mâniyye fî Ulemâi'd-Devleti’l-Osmâniyye isimli eserde geçen ve diğer kaynaklarda da tekrarlanan rivayete göre, İstanbul’un fethinin öncesinde Edirne’deki sarayda âlimlerle sohbet eden Sultan İkinci Mehmed, zaman zaman da onların bilimsel tartışmalarına tanıklık eder. Mısır veya Suriye’den gelen bir Arap bilge zâtın herkesi alt etmesi ve sorduğu sorulara kimsenin cevap verememesi üzerine beylerini, paşalarını, vezirlerini toplar, “Ülkemde bu adama cevap verecek bir ilim adamımız yok mudur?.. Araştırın ve bana derhâl müsbet bir cevap getirin” emrini verir. Bunun üzerine araştırma yapan vezirler, “Sultânım!.. Sivrihisar Medresesi’nde vazife yapan Hızır Bey Çelebi adında değerli bir âlimimiz var, emir buyurursanız, ulak gönderip onu buraya çağıralım” derler.
Hızır Bey Çelebi, Edirne’de huzura çağrılır. O dönemde genç yaşlarda olan Hızır Bey Çelebi, ilk etapta âlimlere meydan okuyan Arap zâtın alaycı tavırlarına muhatap olsa da, cevapsız kalan sorularını başarıyla cevaplandırarak üstünlük sağlayınca, Sultan İkinci Mehmed, “Yüzümüzü ak eyledin, Cenâb-ı Hak da iki cihanda senin yüzünü ak eyleyip, ilmini ve fadlını arttırsın” duasıyla birlikte, bir Osmanlı âliminin bu başarısı karşısında sırtından kürkünü (hilat) çıkarıp Hızır Bey Çelebi’ye giydirerek ödüllendirir. Arkasından Bursa’daki Çelebi Mehmed Medresesi’ne (Sultâniye) 50 akçe ile müderris tayin eder. (Bu olayı tarihe not düşen Taşköprizâde, tayinin ardından Hızır Bey Çelebi’nin İnegöl Kadılığı’na getirilme tarihini 1444 olarak vermesi, söz konusu olayın Sultan İkinci Mehmed’in henüz 12 yaşında iken tahta çıktığı ilk saltanatı sırasında (1444-1446) cereyan ettiğini göstermektedir.)
Böylece Hızır Bey Çelebi kutlu bir sefer ve zaferin neferi olmanın ilk adımını atarak, şöhretin ilk basamaklarını bu olaydan sonra tırmanmaya başlar. Bursa’da iken her biri ileride ismini ilim meclislerinde duyuracak Kestelî, Alâeddin Arabî Efendi, Hocazâde, Hatibzâde Muhyiddin Efendi ve Muarrifzâde gibi birçok öğrenci yetiştirir. Daha sonra Edirne’deki Üç Şerefeli Camii Medresesi’nde ders veren Hızır Bey Çelebi, 1451’de Yanbolu Kadılığı da yapar. (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Yanbolu ve civarı Şarkîrumeli bölgesine dahil edildi. 1885’te de Bulgaristan Prensliği’ne katıldı.)
İSTANBUL DEYİNCE AKLA İLK HIZIR ÇELEBİ BEY’İN ADI GELİR
Daha sonraki tarihlerde İstanbul’un fethine sipahi olarak katılan Hızır Bey Çelebi, Fatih Sultan Mehmed tarafından fethin ertesi günü 30 Mayıs 1453’te İstanbul Kadısı ve İstanbul Efendisi olarak görevlendirilir. (Osmanlı Devleti döneminde hukukî uyuşmazlıkları ve davaları karara bağlamak üzere devletçe tayin edilen hâkime “kadı” deniyordu.) Bugün Kadıköy ilçesinin bulunduğu bölgedeki köyü de ona “arpalık” olarak tahsis eder. (Osmanlı Devleti’nde devlet memurlarına hizmette bulundukları sürece maaşlarına ilâveten, görevden ayrıldıktan sonra ise bir nevî emekli maaşı olarak tahsis edilen gelir için “arpalık” terimi kullanılıyordu.) Hızır Bey Çelebi’nin kadılığı sırasında Anadolu Yakası’nda kendisine verilen araziler sebebiyle bölge, “Kadı’nın Köyü” mânâsında “Kadıköyü” olarak anılmaya başlar. (Bugün ilçe konumundaki “Kadıköy”ün ismi bu sebebe dayanır.)
İstanbul Kadısı’nın görevi şikayet olması hâlinde Saray mensuplarını yargılamak iken, İstanbul Efendisi’nin görevi ise bugünkü anlamıyla belediye başkanlığıdır. Hızır Bey Çelebi, Osmanlı Devleti’nin yeni başşehri İstanbul’da kendisine tevdî edilen görevi icabı şehrin çeşitli meseleleriyle ilgilenmeye başlar. Adliye, belediye, emniyet ve imar hizmetlerinde önemli düzenlemelerde bulunur.
Önce harap haldeki surları, yolları, meydanları, caddeleri, sokakları onartır. Tahrip olmuş su yollarını tamir ettirir. Şehirde imar düzeninin denetimini kontrol altına aldırtır. Hamam ve kapanlar (Osmanlı döneminde, aynı cins ticaret ürünlerinin toptan satışı ya da dağıtımının sağlandığı yere “kapan” denirdi. Unkapanı semtinin ismi de buradan gelmektedir) kurdurtur. Fiyat ve baç (gümrük ve alış-veriş vergisi) düzenlemesi yaptırır. Es’ar (satılan şeylerin bilinen fiyatları) işlerinin, gıda ve ihtiyaç maddeleri satışına düzen getirtir. Çarşı ve pazarlar oluşturur; tartı, tağşiş, hile, fiyat ve kalite kontrolleri yaptırır. Denetimlerde görevini yerine getirmeyenlere ceza sistemi getirtir. Belediye suçları için özel mahkeme (Mahkeme-tül Es’ar) ihdas ettirtir. Fetih sonrasında Ayasofya Camii’nde kılınan Cum’a namazını müteakiben kiliseyi camii olarak kayıtlara geçirtir. Bu faaliyetlerinin yanında Ayasofya’nın içinde kurulan medreseye (ilk üniversite) baş müderris (rektör) olarak atanır.
ŞİİRDE YENİ BİR ÇIĞIR AÇTI
Hızır Bey Çelebi, Arap ülkelerine gitmeden Arapçayı öğrenen Osmanlı âlimi olmasıyla birlikte, aynı zamanda Fahreddin er-Râzî’nin kelâm ekolünü sürdüren ilim erbâbıdır. Öyle ki ilmî yönünün “İkinci İbn Sînâ” ve “İlmin Âlemi” sıfatlarıyla anılmasına vesile olur. Hızır Bey Çelebi’nin bu ilmî ekolünü Hayâlî, Hocazâde Muslihuddin ve Kestelî gibi öğrencileri devam ettirir.
Aynı zamanda taassuptan uzak, açık fikirli, ince ruhlu ve latîfeden hoşlanan Hızır Bey Çelebi, Türkçe, Arapça ve Farsça şiir yazmakta da maharet ve kabiliyeti yüksek bir şahsiyettir. Hızır Bey Çelebi’den önce tarih düşürme, daha çok bir lafız, terkip veya sadece ebced harfleriyle yapılırken; o bunu şiirin son mısrasında uygulayarak yeni bir çığır başlatır. Şiirde yeni bir çığır sayılan ve ilk defa ebced hesabıyla şiire tarih düşürme geleneğini başlatan şair unvanına da sahip olan Hızır Bey Çelebi, İstanbul’un fethini şu dizelerle ifade eder, “Feth-i İstanbul’a nusret bulmadılar evvelûn, / Feth idüb Sultân Mehmed kıldı târih “Âhirûn”. (Âhirûn kelimesi ebced hesabıyla Hicrî 857 yılını işaret etmekle birlikte, Milâdî olarak ise İstanbul’un fetih tarihi olan 29 Mayıs 1453’tür.)
105 beyitten oluşan kasidede kelâm meselelerini önemlerine göre bir veya birkaç mısrada ele aldığı el-Kasîdetü’n-nûniyye en önemli eseri olmakla birlikte, Ucâletü Leyle ev Leyleteyn, Tefsîr-i Yâsîn-i Şerîf, Terceme-i Külliyyât-ı Hoca Ubeydullah, Terceme-i Metâli’u’l-Envâr, Tuhfe-i Sultân Murâd Han gibi eserlere imza atar.
NAAŞI MİNARENİN DİBİNE DEFNEDİLDİ
Hızır Bey Çelebi, büyük bir İslâm âlimi olmasının yanında, İstanbul’un ilk kadısı, ilk belediye başkanı ve ilk üniversite rektörü olarak kabul edilir. Böyle bilge bir âlimin az sayıda eser vermesinde, idarecilik görevleri yanında genç sayılabilecek bir yaşta (Rebîülevvel 863/Ocak 1459) vefatının etkisi vardır. 6 yıl boyunca bahsi geçen görevleri icra ederken 52 yaşında vefat eden Hızır Bey Çelebi’nin naaşı, kendisinin Küçükpazar-Vefa arasında yaptırdığı Hacı Kadın Camii olarak da bilinen Hızır Bey Çelebi Camii hazîresinde yer olmadığı için, Vefa ile Zeyrek arasında bulunan fetihten sonra inşa edilen ilk mescidlerden Şücâeddin İbrahim Efendi tarafından yaptırılmış olan Unkapanı Voynuk Şücâeddin Mescidi’nin minaresinin dibindeki hazîreye defnedilir. Mescid, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ) inşa edilirken 1958 yılında yıktırılır. Ancak hazîreye dokunulmaz. Zamanla mezar taşı kaybolmaya yüz tutar. Yapılan çalışmalar neticesinde, kime ait olduğu tespit edilerek bugünkü yerine nakledilir. İMÇ Blokları arasındaki hazîre, etrafının çevrilerek korunması sayesinde günümüze kadar ulaşır.
Devam edeceğiz, inşallah.
Kaynakçalar: Taşköprizâde Ahmed Efendi, eş-Şakâ’iku’n-Nu’mâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye. Evliya Çelebi, Seyahatnâme, Cilt 1