Tasavvuf Nedir?
İnsan, ruh ve beden olmak üzere iki unsurdan müteşekkildir. Bunların her birinin ayrı ayrı ihtiyaçları vardır. Nasıl ki insan; yemek, içmek, soğuktan ve sıcaktan korunmak gibi maddi ihtiyaçlarını karşılamak zorunda ise, aynı şekilde ruhun, manevi yapısının da ihtiyaçları olduğunu bilmesi ve onları da yerine getirmeye çalışması gereklidir.
Ni’metlerine uygun, lütuflarına yaraşır hamd, alemlerin Rabb’ı olan Allah (c.c)’a mahsustur. Salat ve selam, efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ve O’nun tüm al ve ashabına olsun.
Ey irşad talebinde bulunup, hakikati ve mutluluğu arayan aziz kardeşim, Cenab-ı Hakk seni de, bizleri de sevip razı olduğu şeyleri yapmaya muvaffak eylesin. Amin! Ben tasavvufu insanın manevi yönünü ıslahta, bozulan kalpleri tedavide, iksir gibi insanı hakikatleri toplayan çok faydalı ve başlı başına müstakil bir ilim olarak görüyorum.
Temeli Hadis-i Şerifler üzerine bina edilmiş bulunan tasavvufu, alimler Kur’an’ın esrarından istinbat etmiş; arifleri, peygamberimiz (s.a.v.)’in nurlu yolundan almışlardır.
Tasavvuf, insandan ve insanlıktan bahseder. İslam’ın özünü ve esasını açıklar. Kişinin kendi nefsiyle olan ilişkisinde lazım olan bilgiyi, diğer insanlarla münasebetlerindeki vazgeçilmez sosyal adabı, kul ile Rabb’ı arasındaki yakınlıkta ona fayda ve zarar veren şeyleri öğretmek suretiyle İslam’ın özünü anlatır. (Bu meziyetleriyle) Bir yönden fıkıh ilmine benzerken, diğer yönden Tıp ilmine benzemektedir. Zira İlahi hükümleri kalbe beyan ederken Fıkıh ilmine benzemekte; kalp hastalıklarını, ruh bozukluklarını beyan edip lazım olan ilaçları ve vazgeçilmez en mühim tedbirleri tavsiye etmekte böylece masiyet perdeleriyle örtülmüş hasta nefisleri tedavi etmesi bakımından da kalbi veya nefsani tıp diye isimlendirilmeye hak kazanmaktadır. Bu ilim, işte bunun için TASAVVUF diye isimlendirilmiştir. Zira bu kelime tezkiye ve tasfiye anlamındadır. İşte bu gerçek hakikat sebebiyledir ki, beşeriyet fertlerinden her birinin tasavvufi hayattan bol miktarda nasib alması gerektiğini söylüyorum.
Evet, yakın ifade eden delilleri, kesinlik kazanan tecrübeleriyle; tasavvufi hayatın, hissen ve manen kamil bir hayat olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Zira kötü olan ahlakı ve adi olan huyları, İslam’ın ışığı altında iyi ahlaka ve beşeri faziletlere dönüştürmede TASAVVUF, en iyi vesile ve en kede etmedikleri için işin iç yüzüne vakıf olamayanlar anlamazlar. Her sufi kelimesini duyduklarında, bir şey tahayyül ederek, dervişlik taslayan herkese “sufi” deneceğini zannederler. Araştırma yapmadıklarından, tasavvuf lisanında sufi kelimesinin insani faziletlerle donanmış kamil insanlar hakkında kullanıldığını bilmezler. İnsanların ekserisi de, bir tek sünneti yerine getirene “sufi” demek suretiyle yanılagelmişlerdir. Halbuki seleflerimizde sufi kelimesi, imamların en büyüklerine, insanların en kamil olanlarına verilen bir isimdi. Böylelikle buradaki bir cahili, oradaki ulu kişilerle bir tutuyor, (1) cehaletlerini ortaya döküp, haddi tecavüz ediyorlar. Sübhanallah, bu ne büyük bir iftiradır!
Evet, ıstılahların ve meşhur isimlerin hakikatlere karşı cinayetleri mevcuttur. Bu cinayetlerin her sanat dalında uzun efsaneleri vardır. Öyle ki, şüpheler ondan doğmuştur, husumetler onun etrafında kızışmıştır, mezhepler onun içinde vücut bulmuştur. Eğer sonradan meydana gelen bu ıstılahları bir yana bırakıp, eskilerin kolay ve basit ifadelerle anlattıkları hakikate dönersek düğümler çözülür.
İşte bu yayılan ve meşhurlaşan ıstılahlardan birisisin tedbirdir. Fakat, ne yazık ki, bu gerçeğin icaplarını yerine getirmedikleri ve tecrübelerinden istifade TASAVVUF kelimesidir. Bu kelimenin kaynağının ne olduğu, zaman zaman araştırılmıştır. Yün anlamına gelen “suf”’tan mı, berraklık manasına gelen “safa”dan mı, yoksa hikmet manasına gelen “sofiya”dan mı gelmektedir? Ne zaman ortaya çıkmıştır? Bununla ilgili kitaptan ve sünnetten bir şey bilmiyoruz. Ama bu yaygın ıstılahı bir tarafa bırakıp, kitap ve sünnete döndüğümüzde görüyoruz ki Kur’an, dinin ve nübüvvetin esaslarından birini yüceltiyor ve ondan “tezkiye” lafzı ile bahsediyor. Aynı zamanda onun Resul-i Azam (s.a.v.)’ın gerçekleştirip tamamlayacağı dört esas arasında zikrediyor. Bununla ilgili olarak Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
“O, ümmiler içinde kendilerinden (kendilerine) bir peygamber gönderendir ki (Bu) onlara ayetlerini okur, onları temizler, onlara kitabı, hikmeti öğretir. Halbuki onlar daha evvel hakikaten apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (2).
İşte o rükn, nefisleri tezkiye etmek, onu faziletlerle donadıp rezalet ve aşağılıktan kurtarmaktır.
Peygamberlik lisanının, İslam ve iman üzerindeki bir dereceden sitayişle bahsettiğini ve ona İHSAN adını verdiğini görüyoruz. Bu kesin bir iman ve huzur şeklidir ki, ona ulaşmak için çalışmak ve bu hususta adeta yarışa girmek gerekir. İhsan’ın ne olduğu Resulullah (s.a.v.)’a sorulunca şöyle buyurdular:
“İhsan, sanki Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen Allah’ı görmüyorsan da şüphesiz O, seni görür.” (3)
Sufiler Allah Resulünün (s.a.v.) söylediğinden başka ne söylemişlerdir? Onlar ancak ıstılahları değiştirmişlerdir. Bu değiştirme ve özel ıstılahları kullanma işi de sırlarını avam-ı nastan muhafaza etme hikmetine mebnidir. Halbuki, tasavvuftan uzak ve sufilerin deyimlerini anlamayan alimler, onları tenkid ediyorlar. Bu tenkid tasavvufun ince ilimlerini idrak edemeyen kısır akıllarından başka yere yönelmez. Dolayısıyla yalnız Allah (c.c.) rızası için hakikatlerin üzerinden perdeyi kaldırmak, örtülerin altındaki cevahiri açığa çıkarmak istedim. Ricam odur ki, sufi kardeşlerim ile diğerleri hakikat üzerinde birleşsin, inadı bıraksın, hakikate sarılsın; ta ki, “İnsan bildiğinin dostudur” sözüne dönüşsün. Bunu yaparken de
“Sizden ne bir karşılık isteriz ne de bir şükür” (4)
Allah’ım, hak nereye yönelirse bizide o tarada yönelt ve ona uymayı nasib eyle. Biz artık açıklamaya giriyoruz ve Allah (c.c.)’a dayanıp ondan yardım istiyoruz.
Ey irşad talebinde bulunan kardeş ve ey mes’ud talebe, Allah (c.c.) seni de bizi de irşad eylesin. Hakka ve hakikate kavuştursun. Amin! Nasıl ki kamil insanın zahir ve batın, kalp ve kalıp olmak üzere iki yüzü varsa; kamil dinin de şeriat ve tarikat olmak üzere iki yüzü vardır.
Nasıl ki fakihler şeriatte zahiri hükümler istinbat edip çıkarıyorsa, mutasavvıflar da kalbin amellerinden hüküm çıkarıyorlar. Dolayısıyla tasavvuf, fıkhın zahirdeki görevini, kalplerde ifa etmektedir.
Nasıl ki namazın, orucun ve benzeri ibadetlerin fıkıhta dış görünüşü ve dış görünüşle ilgili hükümleri varsa; tasavvufta da Allah (c.c.)’ın korkusu, tevazu, ihlas, samimiyet, ve kalple Allah (c.c.)’ı anma vardır ki, namazın gayesi de budur. Nitekim Cenab-ı Hakk Kur’an’ı Kerim’inde:
“Beni anmak için namaz kıl” (5)
Buyurmuştur. Bunun da batıni hüküm ve tafsilatı, “batıni fıkıh” diyebileceğimiz bu ilimde mevcuttur.
Nasıl ki zahiri amellerde belirli bir zaman için yemekten kesilmeye “oruç” deniliyorsa, insanı melekiyet sıfatına eriştirmesi için yasaklardan kaçındırmak, şehvetleri kırmak, yırtıcı ve behimi tabiatları insan ruhundan söküp atmaya da “batıni oruç” denir.
Şeriatın vazgeçilmez bir kalıbı ve ölçüsü vardır. Bu ölçüler olmadıkça şeriat gerçekleşmez. Yine aynı şekilde şer’i amellerde tam bir ihlas ve iyi niyet olmadıkça Allah (c.c.) nezdinde sahih ve makbul olma derecesine erişemez. Nitekim Hadis-i Şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Amellerin mükafat ve mucazatı niyetlere göredir.”(6)
Öyle ki; insanın zahiri amellerinin içine dürüldüğü ve ahirette kurtuluşa ermesinin mesnedi olan iman ve itikadının makbuliyeti, batıni ve kalbi bir amel olan niyetten başkasına bağlı değildir. Dolayısıyla kalbe taalluk eden bu amel, onsuz hiçbir amelin kabul edilmediği ve bütün amellerin etrafında dönüp dolaştığı tek bir mihver gibidir. Bunlarla batıni fıkıh olan tasavvufun ehemmiyetini ve İslam şeriatindeki yüce mevkiini anlamış olursun. Kalp ve batının ıslahı için gerekli olan batıni fıkıh ilmi (tasavvuf) beden ve azaların amelleri için gerekli olanı bildiren zahiri fıkıh ilmi hükümleri gibidir.
Tasavvufi hükümlerin ehemmiyeti ve üstünlüğü ise kendisine açıkça veya dolaylı olarak işaret eden Kur’an ve Hadis nasslarıyla anlaşılır. Nitekim Kur’an’ı Kerimde:
“O gündeki, ne mal fayda eder ne oğullar… meğer ki Allah’a (küfr ü nifaktan) tamamen salim bir kalp ile gelenler ola…” (7) buyurur. Cenab-ı Hakk’ın bu ayetinin şerhi ve izahı şu Hadis-i Şerif ile yapılmıştır. Resulullah (s.a.v.) buyuruyorlar ki:
“Dikkat ediniz, vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o et parçası kalptir.” (8)
Demek oluyor ki zahiri cesedin amel ve fiillerinin düzelmesi ve bozulması, içerdeki kalbin düzelmesine ve bozulmasına bağlıdır. Batıni fıkıh veya tasavvufun gayesi de bu kalbi düzelmekten, onu (Zikrullah ile) süsleyip korumaktan ve hastalığında tedavi etmekten başka bir şey değildir. Tasavvuf, kalbi hastalıklara ve ruhi bozukluklara karşı tıpkı bir doktor gibidir.
Tasavvufun bu hakikatini öğrendikten sonra anladık ki; tasavvufun, dine ve şeriate ters düşmesi tezat teşkil etmesi şöyle dursun, bir müslümanın hayatına bir program edinmedikçe gerçek mü’minlik vasfına erişmesi mümkün olmaz. Ama kişi tasavvufun isminden veya ıstılahından tiksinip çekiniyor yahutta tasavvufu başlı başına bir fen ve ilim dalı kabul etmek istemiyorsa, niye tefsir, hadis, fıkıh ve kelam gibi İslam’ın diğer ıstılahlarından uzak durmuyor?
Şüphesiz ki İslam’ın emir ve yasakları iki türde toplanır. Bunlardan biri, namaz, oruç, hacc, zekat, ana babaya hizmet gibi bedenin zahirine ve umumi hakikatlere taalluk eder. Bunlara “me’murat” denir. Şirk, zina, hırsızlık, faiz yemek, içki içmek, yalancı şahitlik yapmak gibilerine de “menhiyyat” denir. Diğeri de batıni amellere taalluk eder. Bunlar da iman, sabır, şükür, tevekkül, kadere rıza, teslimiyet, ihlas, kanaat, yumuşaklık ve hepsinin başı olan Allah (c.c.) ve Resul’ünün (s.a.v.) muhabbetidir ki, bunlara da aynı şekilde “Me’murat” denir. Bunların dışında kalan ve kalple ilgili diğer salih amellere de “faziletler” denir. Ama evham, hurafe ve namaz doğan kirli düşüncelerle ruhun aşağılığı da İslam’ın yasakladığı “rezaletler”dir.
Mesela Kur’an’ı Kerim’de:
“Namazı dosdoğru kılın, zekat verin.” (9)
“Ey iman edenler, sizden evvelki ümmetlere yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı. (Farz kılındı)” (10)
“O’na bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Byt’i (Kabe) hacc ve ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (11) buyurulmuştur. Bu ve benzeri ayetler netice itibariyle bedeni organlar ve mal ile yapılan zahiri amelerden bahseder.
Aynı şekilde Kur’an ayetlerinin ve islam hakikatlerinin kalp ve ruh derinliklerine yönelen ibadetlerden de bahsettikleri görülür. Nitekim Allah-u Teala;
“Ey iman edenler! Sabr (u sebat) edin.” (12)
“Eğer (hakikaten) Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (13)
“İman edenlerin Allah’a sevgisi (her şeyden) sağlamdır.” (14) buyurur.
Kur’an-ı Kerim’in kalbe taalluk eden yasaklarından bazıları da şöyledir:
“Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin.” (15)
“Yoksa onlar Allah’ın fazl (ü kerem) ından insanlara verdiği şeylere karşı hased mi ediyorlar” (16)
“İnsanlara gösteriş yaparlar.” (17)
Nasıl ki Kur’an-ı Kerim’de namaz kılmayan ve zekât vermeyenleri yeren ve şiddetle tehdit eden ayetler bulunuyorsa, aynı şekilde kibirli, kendini beğenen, hased eden ve kin besleyenleri kınayan ayetler de bulursun. Bütün bunlar Hadis-i Şeriflerde de mevcuttur.
Ayet ve hadislerde namaz, oruç, alış-veriş, evlenme ve boşanma ile ilgili başlıklar ve hükümler gördüğün gibi riyanın, kibrin, hasedin, kinin ve benzerlerinin de hükümlerini görürsün.
Eğer yukarıda geçen ayetleri ince bir tedkikten geçirirken, ilahi hükümler olmaları cihetiyle Batıni amellerin, zahiri amellere eşit olduğunu hiçbir müslümanın inkar etmemesi gerektiğini apaçık anlarsın. Hatta bu konuda düşünüp tahkikat yapmış olsaydık, zahiri amellerin de insanın batınını temizlemede yardımcı olmaktan başka bir gayesi olmadığını görürdük. Aynı zamanda, batını temizlemenin yegane gaye olduğunu da öğrenmiş olurduk. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
“Nefsini tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiş, onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır.” (18) buyrulmuştur.
Evet, amellerin kabul edilip edilmemesinde mihenk taşı vazifesini gören iman ve itikat bir kalp işidir. Şüphesiz ki bütün insani faziletler (Kalbin kötülüklerinden temizlenmesi için) birer vasıtadır. Her ne kadar yapılması gereken şeyler ise de dinin kemal derecesi değildir.
Böylece öğrenmiş olduk ki insanın tek ve yegane gayesi kalbini temizlemek ve ruhunu berraklaştırmaktır. Yine anladık ki kalp; askerleri ve halkı arasındaki bir kral gibidir. Diğer organlarda (bu kraldan emir alan) askerler ve köleler durumundadır. Kral düzelirse onun maiyetindekiler de ona uyarak, itaat ederek düzelirler.
“Dikkat ediniz! Vücudun içinde öyle bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur. Bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o et parçası kalptir.” (19) buyurarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu gerçeği en güzel şekilde ifade etmiştir. Bu temizlenme ve düzelme, en küçük dini ve dünyevi işlerde bile olsa ancak, İslam’ın hükümlerine ve Resulullah (s.a.v.)’ın sünnetine tam anlamıyla uymakla mümkündür.
Bu esas üzerinden hareket ederek tezkiyeyi ikiye ayırabiliriz.
1- Beğenilen tezkiye
2- Reddedilen tezkiye
Mesela; herhangi bir necasetle kirlenmiş olan aynayı temiz ve saf suyla yıkarsak, ayna temizlenip görüntüsü berraklaşmış olur, görenin de hoşuna gider. Ama sidik ile yıkanırsa, gene pislik ve necasetin eseri gider, berraklaşır da… Lakin temiz olamaz, görenin de hoşuna gitmez, hatta nefret eder. Aynı şekilde yaşayışı İslam prensipleriyle tezat teşkil eden herhangi bir insanın, Allah (c.c.) ‘ın rahmetine kavuşması ve hayatında kurtuluş ve saadete kavuşması mümkün olmaz.
Özet olarak deriz ki, İslam’ın emirlerine ve Resulullah (s.a.v.)’ın sünnetine uymak, vecibelerin en kuvvetlisi ve görevlerin en önemlisidir. Zira esas odur. Dönüş O’nadır. Makbul olan da ancak odur. Bunun dışında kalan İslam’a aykırıdır. Batıl ve atıldır.
İslam’a boyun eğmeyen, ona teslim olmayan ve onun tekamülüne yardımcı olmayan şeyi Allah (c.c.)’a ulaşması ve sevaba nail olması mümkün olmaz. Şüphe yok ki Allah (c.c.)’ın rızası, istenilmesi her Müslüman tarafından gaye edinilip aranması gereken bir hedeftir.
Böylece sabit oldu ki; Tasavvuf, insan batınını düşük ahlaktan ve kötü tabiatlardan kurtararak İslam prensiplerine ve Resulullah (s.a.v.)’ın sünnetine büsbütün teslim olup, boyun eğmek suretiyle kişiyi faziletlerle donatmaktır.
Şeyh Muhammed Nurullah (ra) - TASAVVUFUN SIRLARI
Tercüme: İbrahim Öztürk
-------------------------
(1)- Şeyh Ceyli (k.s.) İmam-ı Gazali (k.s.), Cüneyd-i Bağdadi (k.s.), İmam Suyuti (k.s.), Şeyh Muhammed Said Seyda (k.s.) Allame Bedi’uz-Zaman (k.s.) gibi... İşte gerçek sufiler bunlardır. Allah (c.c.)’ın rahmeti üzerlerine olsun.
(2)- El-Cum’a: 2.
(3)- Sahih-i Buhari Muh., Tecrid-i Sarih Terc., c.1, s. 58
(4)- El-İhsan: 9.
(5)- Tâhâ: 14.
(6)- Nevevi’nin Hadis-i Erbain’inde I nolu Hadis.
(7)- Eş-Şuara: 88-89
(8)- Sahih-i Buhari Muh., Tecrid-i Sarih Terc., c.1, s. 60, Hadis No. 48.
(9)- El-Bakara: 43.
(10)- El-Bakara: 183
(11)- Âl-i İmran: 97
(12)- El-Bakara: 43.
(13)- El-Bakara: 183
(14)- Âl-i İmran: 97
(15)- El-Hucurat: 12.
(16)- En-Nisa: 54.
(17)- En-Nisa: 142.
(18)- Eş-Şems: 9-10.
(19) Sahih-i Buhari Muh., Tecrid-i Sarih, Terc, c.1, s. 60, Hadis No. 48.
İmsak | 06:34 | ||
Güneş | 08:06 | ||
Öğle | 12:59 | ||
İkindi | 15:22 | ||
Akşam | 17:43 | ||
Yatsı | 19:09 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Galatasaray | 13 | 35 |
2. Fenerbahçe | 13 | 32 |
3. Samsunspor | 14 | 29 |
4. Eyüpspor | 14 | 23 |
5. Beşiktaş | 13 | 22 |
6. Göztepe | 13 | 21 |
7. Başakşehir | 13 | 19 |
8. Rizespor | 13 | 19 |
9. Sivasspor | 14 | 18 |
10. Konyaspor | 14 | 18 |
11. Antalyaspor | 13 | 17 |
12. Trabzonspor | 13 | 15 |
13. Gaziantep FK | 13 | 15 |
14. Kasımpasa | 13 | 15 |
15. Alanyaspor | 13 | 14 |
16. Kayserispor | 13 | 12 |
17. Bodrumspor | 14 | 11 |
18. Hatayspor | 13 | 8 |
19. A.Demirspor | 13 | 2 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Kocaelispor | 14 | 29 |
2. Bandırmaspor | 14 | 28 |
3. Karagümrük | 14 | 27 |
4. Erzurumspor | 14 | 25 |
5. Igdir FK | 14 | 22 |
6. Keçiörengücü | 14 | 21 |
7. Boluspor | 14 | 21 |
8. İstanbulspor | 14 | 20 |
9. Ankaragücü | 14 | 20 |
10. Ahlatçı Çorum FK | 14 | 20 |
11. Ümraniye | 14 | 19 |
12. Gençlerbirliği | 14 | 19 |
13. Pendikspor | 14 | 19 |
14. Esenler Erokspor | 14 | 18 |
15. Şanlıurfaspor | 14 | 18 |
16. Amed Sportif | 14 | 18 |
17. Manisa FK | 14 | 17 |
18. Sakaryaspor | 14 | 17 |
19. Adanaspor | 14 | 8 |
20. Yeni Malatyaspor | 14 | -3 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Liverpool | 14 | 34 |
2. Chelsea | 14 | 28 |
3. Arsenal | 14 | 26 |
4. M.City | 14 | 26 |
5. Brighton | 13 | 23 |
6. Nottingham Forest | 14 | 22 |
7. Newcastle | 14 | 22 |
8. Brentford | 14 | 21 |
9. Tottenham | 13 | 20 |
10. M. United | 14 | 20 |
11. Aston Villa | 14 | 20 |
12. Fulham | 13 | 19 |
13. Bournemouth | 13 | 18 |
14. West Ham United | 14 | 15 |
15. Everton | 14 | 14 |
16. Leicester City | 14 | 13 |
17. Crystal Palace | 14 | 12 |
18. Wolves | 14 | 9 |
19. Ipswich Town | 14 | 9 |
20. Southampton | 14 | 5 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Barcelona | 16 | 37 |
2. Real Madrid | 15 | 34 |
3. Atletico Madrid | 15 | 32 |
4. Athletic Bilbao | 16 | 27 |
5. Villarreal | 14 | 26 |
6. Mallorca | 16 | 24 |
7. Osasuna | 15 | 23 |
8. Girona | 15 | 22 |
9. Real Sociedad | 15 | 21 |
10. Real Betis | 15 | 20 |
11. Sevilla | 15 | 19 |
12. Celta Vigo | 15 | 18 |
13. Rayo Vallecano | 14 | 16 |
14. Las Palmas | 15 | 15 |
15. Leganes | 15 | 15 |
16. Deportivo Alaves | 15 | 14 |
17. Getafe | 15 | 13 |
18. Espanyol | 14 | 13 |
19. Valencia | 13 | 10 |
20. Real Valladolid | 15 | 9 |