Kurtulmak istiyor muyuz?

Eğer kurtulmak istiyorsak, kurtulmayı dert edinmemiz gerekir. Dert edinen, kurtulmayı dert edinenlerle birliktelik kurar.

Bu kişiler neden, nasıl, kimlerle, ne zaman, hangi prensip ve metotlarla kurtulmak istediklerini ortaya koyan ilmî çalışma yaparlar. Ortaya konan çareyi hemen ihlâsla uygulamaya alırlar.

a) İLİM

Lügatte ilim: Bir şeyi kavramak, inceliğine vakıf olmak, bir şeyden haberdar olmak, anlamak manalarına gelir.

İlim, eşyanın hakikatini olduğu gibi bilmek, olanın hakikatine mutabık/uygun olan kesin bilgiye denir.

(Cürcânî, et-Ta’rîfât, Beyrut 1983, s. 155)

İlimle İlgili Bilmemiz Gereken Şeyler:

1. İlmin kıymetini bilmek

2. Halimizi, konumumuzu bilmek

3. Hedefimizi ve yolumuzu bilmek

4. Prensip ve ilkelerimizi bilmek

5. Görev ve sorumluluklarımızı bilmek,

1. İlmin kıymetini bilmek

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Ey Ebu Zer, sabahleyin evinden çıkıp Kur'ân'dan bir âyet öğrenmen senin için yüz rekât nafile namaz kılmandan daha hayırlıdır. Yine sabahleyin evinden çıkıp mükellefin ameliyle ilgili olan veya olmayan ilimden bir bâbı öğrenmen (senin için) bin rekât nafile namazdan daha hayırlıdır."

(İbn Mâce, Mukaddime, 16, hadis no: 219)

"İnsan öldüğü vakit bütün amelleri ondan kesilir. Yalnız üç şeyden dolayı kesilmez; sadaka-i câriye, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih evlâd."

(Müslim, Vesâyâ, 3, (1631); Tirmizî, Ahkâm, 36, (1393)

İbn-i Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kim Allah’ın kitabından/Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.”

(Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 16.)

İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kalbinde Kur’ân’dan bir miktar bulunmayan kimse, harap bir ev gibidir.”

(Tirmizî, Fazâilü’l-Kur’ân, 18; Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân, 1; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, I, 223.)

Osmân İbn-i Affân (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Sizin en hayırlılarınız, Kur’ân (ilimlerini) öğrenen ve (Kur’ân ilimlerini) öğretenlerinizdir.”

(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 21; Ebû Dâvud, Salât, 349; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 15.)

Ali b. Ebû Tâlib (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kim Kur’ân’ı okur ve onu güzelce ezberler, helalini helal, haramını haram kabul ederse; Allah bu sayede o kimseyi cennetine sokar. O kişi de kendi ailesinden hepsi cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat eder.”

(Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 13; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, I, 148.)

Kur’ân-ı Kerîm bütün insanlığın dünya ve âhiret mutluluğunu hedef edinmektedir.

Bu dünyadan maksat, ebedî cenneti kazanmaktır. Cennete gidebilmek için dünya hayatını Kur’ân’a göre yaşamak yani Kur’ân’ın helalini helal, haramını haram kabul edip hayatı buna göre düzenlemek gerekir.

İşte bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’in ilminden ve feyzinden her gün istifade edilmelidir. Manası da kavranarak okunursa kişinin imanının kemâli artar, ameline de tesir eder.

“Gerçek mü’minler o kişilerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah’ın ayetleri okunduğunda bu ayetler onların imanlarını pekiştirir de sadece Rabb’lerine güvenip dayanırlar.”

(Enfâl sûresi 8/2.)

“Sana ilim öğreten arkadaş, her karşılaştığında eline bir altın veren arkadaştan daha faydalıdır.”

Cemil Sena Ongun

a) İLİM

İlimle İlgili Bilmemiz Gereken Şeyler:

(Devamı)

2. Halimizi, konumumuzu bilmek

İnsan önce ölçüyü bilmeli ki kendi durumunu anlayabilsin.

İtikadımızı, Ehl-i Sünnet akidesiyle ölçmek,

Ameli hayatımızı, usul-ı fıkıh ile İslam hukukuna müracaat ederek ölçmek (müracaat edemeyenler, müracaat edene başvurmalıdır)

Kısacası her Müslümanın ilim üstadı edinmesi farz-ı ayndır.

Eğer biz konumumuzu bilirsek konumumuza göre hareket ederiz.

İnsanları tanımamızdan önce bizim kendimizi tanımamız gerekir.

Herkesin, bulunduğu makamın önemini bilmesi gerekir.

3. Hedefimizi ve yolumuzu bilmek

Hedefi olanın hedefe ulaşmanın yolunu da bilmesi muhakkaktır.

İnsanların hedefleri kendilerini ele verir.

İnsanın nihâi hedefinin kendisinden üstün olması gerekir.

Mü’min insanın nihâî hedefi, takarrub-i ilallâh (Allah’a manen yaklaşmak), Allah’ın rızasını kazanmaktır.

Ara hedefler de nihâî hedefe ulaştırırsa nihâî hedeften sayılır. Yoksa engelden sayılır.

Mü’mini hedefine ulaştıran yolu; iman, ibadet, ahlak ve ahkâmda sırat-ı mustakîmi ortaya koyan yoldur.

Sırat-ı mustakîm, önünde Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerin, sıddıkların, şehidlerin ve sâlihlerin bulunduğu yoldur.

4. Prensip ve ilkelerimizi bilmek

Prensiple ilke hemen hemen aynı manayadır.

Mü’min olarak bizim prensibimiz; gayemiz Allah Teâlâ’dır, bütün hayatımıza yön veren kulluk, görevimizdir.

Kulluğumuzun kabul edilmesinin iki temel şartı; kalpte niyetin Allah rızası, amelde Hz. Peygamber aleyhisselamı izleyip örnek almaktır.

Hayatta bütün problemleri çözmek için avama gereken, müçtehitlere sormak, müctehidlere gereken de Allah’a yani Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz. Peygamber aleyhisselama yani hadîs-i şerîflere sormaktır.

Bizim ilkelerimiz, İslam’ın ilkeleridir. İslam’ın ilkeleri, zarûrât-ı dîniyye olan dini korumak, aklı korumak, canı korumak, nesli korumak ve malı korumaktır.

5. Görev ve sorumluluklarımızı bilmek

Bilmekle idrak çok farklıdır. Önce bilme olur ve gereğiyle de amel ederse idrak hâsıl olur.

Sorumluluğunun farkında olmayanın sorumlu hareket etmesi beklenemez.

Görevimiz, Hakka ve halka karşı sorumluluklarımızı yerine getirmektir.

Hakka karşı, tazim ve itaattır; halka karşı şefkat ve merhamettir.

Tazim, iman etmektir, itaat, imana göre amel etmektir. Halk yani insanlar ve hayvanlar için yeryüzünü imar edip adaleti hakim kılmaktır.

Merhamet, hidayette olanların devam ve kemale ermelerine çalışmak, hidayette olmayanların da tebliğ ve temsille hidayete gelmelerine çalışmaktır.

b) Âlim:

Örnek ve mükemmel âlim:

İbnü Lâl, "Mekârimu'l-Ahlâk"da Hz. Ali (r.a.)'den naklediyor:

"Size mükemmel bir fakîhi haber vereyim mi? Allah'ın rahmetinden insanların ümidini kesmeyen ve merhametinden onları ümitsizliğe götürmeyen, Allah'ın tuzağından onları emin kılmayan ve dünyaya rağbet için Kur'ân'ı bırakmayan kimsedir. Haberiniz olsun ki ne anlaşılmayan bir ibadette ne de üzerinde düşünülmeyen ilimde hayır yoktur."

(Dârimî, İlim, 14. Hadis no: 305)

Fakîhler Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vârisleridirler. Gerçek vâris, ilmiyle Hz. Peygamber’in risâletine ve takvasıyla da velâyetine vâris olandır.

Hasen-i Basrî (rh.a.), fakîhi Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bu iki yönüne vâris olması itibariyle şöyle tarif etmiştir:

“Gerçek fakîh, dünya konusunda zâhid olan, âhirete rağbet eden, dinin inceliklerini bilen, Rabbine kullukta devam eden, müslümanların şereflerine dil uzatmaktan geri duran, vera (takva) sahibi, insanların mallarına karşı iffetli olan/tenezzül etmeyen ve topluluklara nasihat eden kimsedir.”

(İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr ʿale’d-Dürri’l-muḫtâr, I, 38.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Ya âlim ol, ya talebe ol, ya dinleyen ol, ya seven ol. Beşinci olma, helak olursun!”

(Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs, I, 149, 150.)

Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah'ı zikretmek ve O'na yaklaştıran şeylerle ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır.”

(İbn Mâce, Zühd, 3)

2. Âlimleri tanımak, izlemek, örnek almak

Hatib, Câbir (r.a.)'den naklediyor:

“Âlimlere ikram ediniz. Çünkü onlar Peygamberlerin mirasçılarıdır. Kim onlara ikram ederse Allah ve Rasûlü'ne ikram etmiş olur."

(Ali el-Muttakî, Kenzü'l-Ummâl, X,150, Hadis no: 28764.)

Rafii, Benz b. Hâkim’den, o babasından, o da dedesinden naklediyor:

"Âlimleri karşılayan beni karşılamış, onları ziyaret eden beni ziyaret etmiş ve onların meclisinde bulunan, benim meclisimde bulunmuş olur. Benim meclisimde bulunan da sanki Rabbim'in meclisinde bulunmuş gibidir."

(Kenzu’l-Ummal, h. No: 28883).

Taberânî, "Evsât"da Ebu Hureyre (r.a.)'den naklediyor:

"İlim elde edin ve ilim için kararlılık ve vakar da öğrenin. Kendisinden ilim öğreneceğiniz kimseye karşı mütevazı olun."

(Beyhakî Şuabü'l-îmân, III, 281, Hadis no: 1651.)

"Tek bir fakîh, şeytana bin âbidden daha yamandır."

(Tirmizî, İlim, 19, (2083).

"Kendisinden istifade edilen âlim bin âbidden daha hayırlıdır."

(Ebû Nuaym, Hılyetü'l-Evliyâ, III, 183.)

3. Âlim çeşitlerini bilmek

İslâm’ın ve müslümanların maslahatına olan her âlime ihtiyaç vardır.

İslâm âlimleri tedrîs, teblîğ, te’lîf ve iftâ ehli diye kısımlara ayrılırlar.

Tedrîsât yapan âlimler, fabrika yapan fabrika gibi âlim yetiştiren âlimlerdir. En önemli âlim çeşidi bunlardır.

Teblîğ yapan âlimler, İslâm’ın halk tarafından anlaşılması ve yaşanması için emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker görevini yerine getirmeye çalışanlardır.

Te’lîf yapan âlimler, halk tabakasıyla aydının kalbinin etrafında adeta hudut bekleyen eserlerin yazılmasına gayret edenlerdir.

İftâ ehli âlimler ise asrın problemlerine cevap bulan, sorulan konulara fetva verenlerdir.

İslâm toplumunda teblîğ yapan âlimin en önemli görevlerinden biri emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker'dir.

İslam âliminin, toplumda Allah'ın emir ve yasaklarının tam anlamıyla uygulanıp uygulanmadığını, yöneticilerin Allah'ın hükümlerini uygulamada titiz davranıp davranmadıklarını kontrol edip bu hususta yöneticileri uyarması gerektiği gibi; bu konuda halkın da dikkatini çekmesi gerekir.

“Aklın nuru fünûn-i medeniyedir, vicdanın ziyası ulûm-i diniyedir. İkisi imtizac ederse hakikat tecelli eder, talebenin himmeti pervaz eder. Eğer iftirak vakı olsa birinde taassup diğerinde hile ve şüphe tevellüd eder.”

Said Nursî (rh.a.)

4. Âlim yetiştirmek

Âlime ihtiyaç, güneşe ihtiyaç gibidir. Onun için Hz. Peygamber (s.a.s.)şöyle buyurmuştur:

“Âlimin ölmesi, gece gündüz devam ettikçe İslam’da kapanmayan bir gediktir.”

(Darimi, Mukaddime, 32, 1/351) (Şeybânî, İbn Ömer, Temyîzü’t-Tayyib mine’l-Hadîs, s.179.)

5. Âlimlerden istifade etmek

Âlimlerden istifade etmek neden önemlidir?

Âlimlerden istifade, önce ölçüyü kavramak, sonra da o ölçüye göre amel etmek içindir.

Ölçüyü kavramak, vasıtayla olur. Bu vasıta, ölçüyü kavrayan ve kavratan âlimlerdir. Onun için ölçüyü kavramadan yalnız başına kitap okumak kadar zararlı bir şey yoktur. Zira ölçüyü kavrayan daima gelişir, ölçüyü kavramayan daima değişir.

Âlim, ümmetin ileri gelen şahsiyeti demektir.

Âlim, her hususta İslâm'ın izzetini koruyan, İslâm'ın hâkimiyeti için gayret sarf eden, Allah'ın ahkâmını uygulama hususunda ihmalkâr davranan yöneticileri her zaman hak yola çekmeye çalışan kimse demektir.

Âlim, yöneticiler zulüm ve adaletsizliğe sapınca onlardan ayrılan ve onlara karşı İslâmî bir tavır takınan kimsedir.

İslâm âliminin, Allah'ın emirlerini çiğneyen yöneticilere yaltaklık eden İsrailoğulları âlimlerinden ayrı bir özellik taşıması, İslâmî izzetin gereğidir. Bu tavır İslâm âliminin takınması gereken bir tavırdır. İmam-ı Â'zam Ebû Hanîfe, İmam Ahmed İbn Hanbel gibi âlimlerin tavrı ve hassasiyeti bu idi.

İslâm âlimi, hevâ ve hevesine uymayıp kendi arzuları istikametinde dîne ilâvelerde bulunan kimse değildir. İslâm bu çerçevedeki âlime büyük değer vermiştir.

İslâm, âlimin izzet ve haysiyetini korumuş ve ona gereken mevkîi vermiştir. "...Allah'ın kulları arasında ondan en çok korkan âlimlerdir." (Fâtır, 35/28). "Bilmiyorsanız ilim erbâbına sorunuz." (en-Nahl, 16/43) ayetleriyle, Kur'an'ın âlimler hakkındaki hükmü en açık bir şekilde belirtilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), âlimleri birçok hadislerinde övmüştür. En çok övdüğü âlimler ise ilimleriyle amel edenler olmuştur.

(Dârimî, Mukaddime, 27.)

İnsanları ilimleriyle irşâd edip, onlara ilmini duyuran kimseyi Allah toplum içinde sözü dinlenir kimse kılar.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 162, 223-224.)

Buna karşılık ilmiyle dünyaya talip olan âlimler de yine Rasûlullah tarafından yerilmiştir.

(Tirmizî, İlim, 6.)

Müslüman daima Hz. Peygamber'in dua buyurduğu gibi, Allah'tan dünya ve ahiretine yararlı bir ilim ister.

(Müslim, Zikir, 73; Ebû Dâvud, Vitir, 32; İbn Mâce, Mukaddime, 23.)

İnsanların en hayırlıları âlimlerin en hayırlılarıdır.

(Dârimî, Mukaddime, 34, 55.)

Rasûlullah (s.a.s.) âlimlerin toplumu yönlendirme hususunda peygamberlere vekil ve halef olduklarını beyan etmiştir:

"Âlimler peygamberlerin vârisleridir"

(Buhârî, İlim, 10; Ebû Dâvud, İlim, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 17.)

İlmî bir seviyeye sahip olan âlime, Allah katındaki değerinden dolayı itaat, Allah'ın emrine itaattir.

Hak yolda ve hayra götüren bir hususta âlimin yaptığı tavsiyeye uymak mü’minler için farzdır. Bu farziyet ancak âlim, Allah'ın razı olduğu bir hususu tavsiye ederse söz konusudur.

Allah'ın razı olmadığı ve Allah'ın emretmediği, dinde olmayan bir bid'atı tavsiye eden âlimin tavsiyesine uyulmaz. Böyle bir bid'ate çağrıldığında reddetmek ise mü’min için farzdır.

İslâm'da olmayan bir hususu dine sokmak ve kendinden bir hüküm koymak Rububiyyet iddiasında bulunmak demektir.

Allah'ın emir ve yasakları dışına çıkıp İslâm dışı tâğûtî nizamları uygun görerek tâğûtî nizamlara yapışmak nasıl küfür ise, âlimlerin hevâ ve heveslerine uyarak koydukları hüküm ve gösterdikleri gayr-i İslâmî yol ve ibadetlere yönelmek ve bu ibadetleri dinden kabul etmek de küfürdür.

Bu duruma göre İslâm âlimi, toplumu hakka yönlendiren ve Allah'ın hükümlerinin uygulanmasında titizlik gösteren bir rehberdir.

Âlimler ilimlerinin gereği olarak toplum içindeki görev ve fonksiyonlarını daima hatırlamak zorundadırlar.

Ümmetler, âlimlerinin doğru yolunu izledikleri ve doğru yolda oldukları müddetçe ayakta kalırlar. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.s.) "Ali'min ölümü İslâm'da açılan bir gediktir" (Dârimî, Mukaddime, 32.) buyurmuştur.

b) AMEL:

1. Amelin önemi

İbnü Adiy, Hatib, İbnü Asâkir, Ebu'd-Derdâ (r.a.)'dan naklediyor:

"Öğrenmek istediğinizi öğrenin, fakat bildiğinizle amel etmediğiniz müddetçe ilmin size hiçbir faydası olmaz."

(Ebû Nuaym, Hilyetü'l-evliyâ, I, 236; İbn Abdilber, Câmiu Beyâni’l-İlim', I, 694, hadis no: 1228; Deylemî, el-Firdevs, II, 43, hadis no: 2250.)

Ebu'l-Hasen İbnü Ahzemi el-Medinî, "Emâli"sinde Enes (r.a.)'den naklediyor:

"İlimden istediğinizi öğrenin. Fakat amel etmedikçe vallahi ilim toplamakla sevap elde edemezsiniz."

(Ali el-Muttakî, Kenzü'l-ummâl, X, 142, hadis no: 28719; Münâvî, Feyzü'l-kadîr, III, 254, hadis no: 3324.)

2. Niçin amel?

“İlim bir çekirdektir, amel onu ekmektir, suyu ise ihlâstır.”

Gazâlî, İhyâ-yı Ulûmi’d-Dîn’den

İlimsiz amel olmaz, ihlâssız amel kabul edilmez, demektir. İlim olur da amel olmazsa ilim yok hükmündedir. Amel olur da ihlâs olmazsa amel yok hükmündedir.

“Hareketlerini ilmine uydurmayan âlim, elinde meşale tutan köre benzer. Başkalarının yolunu aydınlatır fakat kendi yolunu göremez.”

Şeyh Sadi-i Şirâzî

3. Nasıl amel?

Allah’ın razı olduğu ameldir. Allah’ın razı olduğu amel, Allah’ın razı olduğu zatta bulunur. Allah’ın razı olduğu zat, üstün özelliklerle donatılmış, uyulması ve örnek alınması Allah tarafından emredilen Allah’ın elçisi Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’dir.

İmana uygun olan ameldir, ihlaslı olan ameldir.

4. Amelin neticesi

Dünyada huzur ve âhirette ebedî kurtuluş ve ebedî huzurdur.

5. Amel olmazsa ne olur?

Amel= Terk+Fiildir. Terk edilmesi gereken yani yasaklanmış olanları terk etmek; fiiliyatı emredilenleri işlemek, uygulamaktır.

İşte bu manadaki amel yani terk edilmesi gerekenleri yapmak, yapılması gerekenleri terk etmek zamanla mü’mini küfre götürebilir.

İşte bu durum dünya ve âhiret hüsran olur, zarar olur, huzuru kaybeder.

6. Amelde örnek alınacak kimseler

Allah’ın kendilerine nimetler verdiği başta peygamberler, sıddıklar, şehidler, sâlihler, tarihte iz yapmış ve izlenen büyük şahsiyetlerdir.

Örnekleri örnek alanlar da zamanla başkalarına örnek olurlar.

c) İHLÂS

1. İhlasın Tarifi

İhlâs, kulun amellerinin gizlide ve aşikârda aynı düzeyde olmasıdır. Riya ise aşikâr olarak yaptığı amelin gizli olarak yaptığından daha iyi olmasıdır. İhlâsta samimiyet, gizli olarak yaptığı amelin aşikâr olarak yaptığından daha iyi seviyede olmasıdır.

İhlas, yaptığını sadece Allah emrettiği için yapmak, terk ettiğini de sırf Allah yasakladığı için terk etmektir. Kalbi Allah’ın rızası ve Allah’a yaklaşma niyetinden başka düşüncelerden kurtarmak, korumak ve temizlemektir.

"İhlâs, sürekli Allah’ı düşünerek insanların görmesini akıldan çıkarmaktır. Aslında yapmadığı bir davranışı insanların beğenisi için yapan Allah’ın gözünden düşer."

(İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu’s-Sâlikîn s. 95.)

İhlasın özelliği, amellerin kabul edilmesini sağlayan temel şart olmasıdır.

Fudayl b. Iyaz şöyle der: “En güzel amel, en çok ihlâslı ve doğru olanıdır.” “Ey Ebâ Ali! En çok ihlâslı ve doğru olanı hangisidir?” derler. Şöyle der: “Yapılan amel, ihlâs ile yapılır fakat doğru yapılmaz ise kabul olunmaz. Doğru bir şekilde yapılır fakat ihlâs ile yapılmaz ise hem doğru bir şekilde hem de ihlâs ile yapılana kadar, yine kabul olunmaz. İhlâs ile yapılan amel, Allah için yapılandır. Doğru amel ise, sünnete uygun yapılandır.” Sonra, Allah Teâlâ’nın şu sözünü okur:

“De ki: ‘Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Yalnız bana, ilâhınızın ancak tek bir ilâh olduğu vahy ediliyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, sâlih (ihlâslı) amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın”

(Kehf sûresi 18/110.)

2. İhlasın Önemi

İhlâs, amelin kabul edilmesinin iki temel şartından birisidir.

“Kul, kırk gün Allah için ihlâslı olursa, Allah onun kalbinde hikmeti bir bitki gibi yeşertir. Dilini onunla konuşturur. Ona dünyanın kusurlarını, hastalığını ve ilacını gösterir.”

Süfyan b. Uyeyne (Ebû Nuaym, Hılyetu’l Evliya, VII, 287.)

“İhlâs ve tevhid, kalpteki bir ağaçtır. Dalları, ameller; ürünü, dünyada iyi bir hayat ve ahirette kalıcı nimetlerdir. Nasıl cennet meyveleri sonsuz ve kesintisiz ise, dünyada tevhid ve ihlâs ile davranmanın ürünü de o şekildedir.”

(İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Fevâid s. 214.)

3. İhlâs olmazsa ne olur?

Amelde ihlâs olmazsa amel boşa gider, ayrıca ihlas olmadığından dolayı da azaba müstahak olur.

Hamdûn el-Kassâr’a “Neden selefin sözü bizim sözümüzden daha faydalı?” diye sorulur. Şöyle der: “Çünkü onlar; İslam’ın izzeti, nefislerin kurtuluşu ve Rahman’ın rızası için konuştular. Biz ise; nefislerin izzeti, dünya talebi ve insanların rızası için konuşuyoruz.”

(Sıfatu’s Safve, II, 122.)

Fudayl b. Iyâz şöyle demiştir: “Ameli, insanlar için terk etmek riyadır. İnsanlar için amel işlemek ise şirktir. İhlâs; Allah’ın, seni bu ikisinden de korumasıdır.”

(Tezkiyetü’n Nufûs s. 17; İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu’s Sâlikîn s. 95.)

Allah Teâlâ’ya karşı ihlâslı olmanın ve O’nun rızasını istemenin önemlerinden biri de, Ebu Süleyman ed-Dârâni’nin şu söylediğidir:

“Kul ihlâslı olursa, vesveselerin ve riyanın çoğu ondan ayrılır.”

(İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu’s Sâlikin s. 96.)